Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '16

 
Kategori
Öykü
 

Elekten bir gece

Elekten bir gece
 

Kurmaca;

Babam elinde eleği hamur teknesinin başında un eliyordu. Çuvallarca un nasıl biterdi? Biterdi elbet. Neden acele fırına çağrıldığımı anladım. “Baba, un değirmenden değil, fabrikadan geliyor. İçinden bir şey çıkmaz,” deyince tutamadı kendini. Gözlerini kocaman açtı “Kerata, ekmeğimizin ünü içinden yanlış bir şey çıkana kadar sürer,” deyip daha da hızlandı. Duvarda asılı diğer eleğe işaret etti. Dedesinden kalanı kimseye vermezdi. Baş başa on çuvalı eledik. Bir tane daha alırken annem barut fıçısı “Mahmut, boyun devrilsin diyeceğim evin direğisin. Allah seni bildiği gibi yapsın. Yarın görücüye gelecekler. Evde ikramlık yok. Kız hastanelik oldu olacak sen burada oyalan dur,” diye söylene söylene yanımıza geldi. Alelacele fırından çıktık. Ablamı alıp çarşıya gittik. Babam onu beğenmedi, bunu beğenmedi. İte kaka dükkânlar kapanmadan işimizi gördük.

Kuşluk vakti uyanıp fırını açtım. İşçiler geldiler. Hamur yoğurduk. Usta “Berkay, belediyeyi ara. Vidanjör yollayacaklardı. Gelmedi. Tuvalet tıkalı kalırsa etrafı böcek basar,” diye hatırlattı. Yapılacaklar listesine not alırken ekmek kokusu burnuma kadar geldi. Derin derin içime çektim. Babam camiden dönünce el ele verip sepetleri hazırladık. Araçlar yanaştı. Yükleme sonrası tezgâh altına bıraktığım çantamı alıp çıkıyordum ki babam “Bırak şu sihirbazlık kursunu artık,” diye üzerime yürüyüp çantamı çekti. Karşılık vererek çantamı kurtardım. Bir şey demeden çıktım.

Tatil köylerinde çalışmak istiyordum. İnsanları ufak numaralarla mutlu ederken mutlu olmak… Babama anlatmayı bir türlü başaramamıştım. Neyse ki hocam bir yol gösterdi. Sahne malzemelerini de verdi. Ufak bir kamyonete yükleyip fırının önüne çektik. Ustalar ve arkadaşlarla orta yere sahnemizi kurduk. Küçük bir gösteri sayesinde sihirbazlıkla insanları nasıl daha fazla mutlu edeceğimi gösterecektim. İş bitiminde kamyonet giderken yüreğimiz ağzımıza geldi. Vidanjör sinyal vermeden dönünce kafa kafaya çarpışmalarına ramak kalmıştı. Gerginlik çıkmadan işçiler araya girdiler. Arkadaşlar yola koyuldu. Babamı almaya giderken adamlardan biri “Kanalizasyon kapağı nerede?” diye sordu. Diğeri aracın arkasından hortumu salıyordu. İçimden ‘Eyvah’ dedim. Sahneyi kapağın üzerine kurmuştuk. Usta “Berkay, sen git Mahmut ağabeyi al gel. Biz hallederiz,” diyerek yüreğime su serpti. Gözüm arkada kalmadan ayrıldım.

İçim içime sığmıyordu. Yol boyu numarayı defalarca aklımdan geçirdim. Bir baktım zili çalıyorum. Kapı bağrış çağırışla açıldı. Annem cinnet getirmek üzereydi. “Al şu adamı başımdan oğlum şimdi keseceğim. Görücüler akşam namazı sonrası gelecekler. Kıl herif onun sapı bunun çöpü diye tutturdu,” diyerek kolundan tutup kapı önüne çıkardı. Babamın “Nereye gideceksek gidelim. Başlayacağım senin de sürprizine,” diye ileri vites yapışının dikkatimi dağıtmasına izin vermedim. Fırına kadar ne soytarılığım, ne hayırsızlığım kaldı siz düşünün.

Çalışanlar sahnenin etrafında bizi bekliyorlardı. Babam isteksiz aralarına geçti. Kollarını bağlayıp gözlerini üzerime dikti. Fırına gidip eleği aldığımı görünce “Bırak onu zibidi,” diye haykırmaz mı! Ustamız babamı “Mahmut Bey, bakalım delikanlı ne yapacak?” diye sorarak sakinleştirdi. Eleği kutunun içine yerleştirdim. Kapağı kapattım. Sihirli sözleri söyleyip beş defa döndürdüm. Gözlerdeki merakı gördüğümde yavaşça kapağı açtım. Elek yoktu. Alkış koparken babam hışımla “Eşek oğlu eşek!” diye feryadı bastı. İki üç adım atmıştı ki tuttular. Görmezlikten geldim. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kapağı kapatıp tekrar çevirdim. Yavaşladı, durdu. Kapağı açtım. Elek yoktu. Bozuntuya vermeden sahnenin etrafında hareketlerimi abartarak dolanmaya başladım. Zaman kazanırken düşünüyordum. Sahnenin altına eğildim. Kıyamet kopmasında ne olsundu! Kapak açıktı.

Görücüler gelmiş, ablam mutfakta kahve hazırlıyordu. Babam mı? Mübarek, ağzıyla kılı kırk yarıyordu. Annem kolunu bacağını cımırmıştı ama faydasız. Oğlanın babası durumdan iyice sıkılmış, kalkacak oluyor karısı tutup oturtuyordu. Ablam kahveleri dağıttı. Babamın yanında dikildi. “Benim size verecek kızım yok,” deyip işi bozuyordu ki annem büyük bir yılgınlıkla “Ah be oğlum, eleği değil de babanı kaybetseydin ya!” deyince bizim ki mahcubiyetle “Verdim gitti,” dedi.       

Sezon kapanınca güneyde kalmak anlamsızlaşmıştı. Dönüş biletini geceye aldım. Böylece yanımdakiyle sohbet etme mecburiyetinden de kurtulmuştum. Uyur uyanık terminale vardık. Fırının önünden geçen servise bindim. Babamla buzları nasıl eriteceğimi biliyordum. Servis en son beni bıraktı. Dükkân açılmış, hamur yoğruluyordu. Çalışanlar beni görünce şaşırdılar. Çay ikram ettiler. Babam henüz gelmemişti. Elekler biri dışında duvardaydılar. Benimkini aldım. Bir çuvalı açtım. Başladım elemeğe. Yarısına gelmeden kollarım ağrıdı. Hamlamışım. Ara verip vermeme de kararsız kalmıştım ki kapının açıldığını duydum. Toparlandım. Eleği hızla sallıyordum. Babam “Evlat, geleceğini haber vermedin,” diyerek omzuma dokunup çuval başından kaldırdı. Sevinçle “Un değirmenden değil, fabrikadan geliyor. İçinden bir şey çıkmaz,” deyip sarıldı.       

 
Toplam blog
: 16
: 62
Kayıt tarihi
: 09.05.15
 
 

1978 yılı Sakarya doğumlu, evli ve bir çocuk babasıyım. Yüksekokul dâhil eğitim hayatımı Sakarya'..