Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Eleştirinin Eleştirisi

Eleştirinin Eleştirisi
 

Yağmurda ıslanmayan iyi kitap alamaz.


Tam da o sırada bir Doğan Hasol kitabının açık arttırmaya çıkmasını fırsat bilip bu durumu nakte tahvil etmek istercesine;

''Doğan Hasol, kendisinin yazdığı kitap ile ilgili milliyet.com'da yaptığım eleştiriyi beğenmiş olmalı ki yazının tamamını kişisel web sayfasına aynen almış'' diyorum,

Fatih'in ara sokaklarında gecenin bir yarısı,yerin üç kat altındaki mahzen gibi bir mekanda düzenlenen eksantrik müzayedede yanımdaki koltukta oturup da salonda kime ne satıldığının notlarını tutan Nizamettin Bey'e.

Sonra münadinin önünde duran masadaki kitaplar teker teker el değiştirip,yenileri de kutulardan çıkartılırken, yani aradan beş on dakika kadar geçip de ben çoktan ne konuştuğumuzu bile unutmuşken sorusu dahi olmayan bir yanıt,tıpkı uzatma dakikalarında atılmış beklenmeyen sürpriz bir gol gibi ağlarla kucaklaşıyor ve;

Hoca ''İyi de kardeşim bu bir eleştiri yazısı değil ki,sen bildiğin başından sonuna adamın kitabını anlatmışsın'' diyor,

Hem de hafiften hafife kendisine bir görev telakki edip yazımı okumak durumunda kaldığından,sanki kıymetli hayatının beş on dakikasını istemeden de olsa çalmışım gibi hissetmeme neden olacak bir tonda bunu yapıyor.

İç sesim ile kendi kendime ''Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için ilk fırsatta sözlüğe bakmak şart oldu'' diye fısıldayarak bir yandan da sonradan konuyu hatırlayıp gereğini yerine getirebilmek adına,prefrontol korteksimin önündeki müsait bir yere büyük harflerle hayali notlar düşüyorum,
''ELEŞTİRİ SÖZCÜĞÜNÜN SÖZLÜKTEKİ TAM KARŞILIĞINI BUL''

Sokak aralarında düzenlenen bu tür yarı profesyonel kitap mezatlarındaki 'gönüllü yazıcılık' katılımcılar arasında,çocukken oynanan maçlarda kaleye geçmek düzeyinde rağbet gören ama olmazsa da olmaz bir pozisyondur. Kimse üstlenmek istemez fakat olur da yazıcı gelmemişse de 'oyun' bir türlü başlamaz, başlayamaz.

Nizamettin Hoca'nın ise işi 'meslekdaşı gönüllü yazıcılar' arasında herkeslerden de zordur çünkü, ''Ufff bugün yine mezat var değil mi?'' diyerek daha sabah yatağından kalkarken sızlanmaya başlayan mekan sahibi bir münadi ile,'neredeyse' ceplerindeki beş on lira ile birinci baskı 'Tutunamayanlar' almak isteyen herbiri bir diğerinden daha 'ilginç' 33. dereceden bibliyofil kitapseverin nabızlarına ayrı ayrı şerbet vermek,doğrusu çok da fazla sayıda 'mazoşist' insanın rüyalarını süslemeyecek zorlukta bir iştir.

Münadi sırayla masanın üstündeki kitapları havaya kaldırıp, genellikle de 1(yazı ile bir) diyerek mezatı açarken,bir tiyatro sahnesine en yakından bakmayı hedefleyen izleyicilerle teorik olarak amaç birliği içinde bulunan misafirler de,kitaba ilgilerinin ceplerindeki para ile korelasyonu temelinde, x(iks) yerine bir değer koyup,y'ye,z'ye ve hatta dahi Q'ya hiç aldırmadan rakiplerinden sıyrılarak kısa yoldan sonuca yani kitaba ulaşmayı hedeflerler.Tıpkı o bir liraya almak istedikleri kitabın, başka mezatlarda on, internette yirmi,piyasadaki kitapçılarda ise otuz liraya satıldığına ve oraya onlarca/tonlarca kitabı getiren tedarikçinin benzin masrafına,mekan sahibinin elektrik giderine aldırmadıkları gibi.

Romanlar gibi yaşarlar,her mezatta romanlar alan ve herbiri bir roman kahramanı bibliyofiller;
''Hayatta bir gün vardır o da bugündür''.

Uzaydan dünyaya bakıldığında,yeryüzünde görünen iki şeyden biri Çin Seddi ise diğeri de bu mezatlarda kimsenin babasının oğlunu bile tanımadığıdır. Kitapsever,mezata çıkan bir kitaba 'kaşla göz arasında' göz koymuşsa o pey verilene,kitap alınana kadar eli inmez,yorulsa da inmez,kopsa da inmez.

Bütün bir mezat,tek tek halkalardan oluşan uzun bir zincir gibidir. Zincirin tek bir sahibi yoktur olamaz,yani bir tek kişi sırf cebindeki paraya da güvenip bütün kitapları ben alacağım dese bile kimse ona bu görmemişliği yaptırmaz,müsaade etmez.

Mamafih her sezonda bir ligde nasıl ki ancak tek bir şampiyon olursa,bu mezat işinde de tek kazanan o kitaba en yüksek peyi veren olur. Amma velakin işin güzel tarafı, 'şampiyonluk mücadelesi' işindeki gibi bir sonraki sezonu beklemeye gerek kalmadan,mezat olayında üç beş dakika sonra yeni bir kitap için mücadele edebilmektir ki bu da gecenin sonunda insanların evlerine ellerinde 'şampiyonluk kupası' olarak gördükleri kitaplarla dönebilmelerini sağlar. Herkes şampiyon,herkes kazanmış,herkes mutludur. Piyasa tabiriyle 'kazan-kazan' burada tam anlamıyla hayatın ta kendisidir.

Kesilmemesi için acilen ödenmek zorunda olunan elektrik/su parası ve ay başını geçtiği halde hala bir türlü tamamının toparlanamadığı dükkan kirası ile evin ancak zaruri ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir miktar nakit,ortamdaki kitap/para değişiminde komisyon olarak mal sahibinin boş cüzdanında kendilerine kolaylıkla bir yer bulup,hareketli bir gecenin ardından kısa süreli de olsa istirahat etme olanağına kavuşurlarken 'münadi' de bu vesile ile geceye yüzünde hafif de olsa bir tebessümle veda eder.

''Bir insanı,bir konuyu,bir yapıtı doğru ve yanlış yönlerini bulup göstermek ereğiyle inceleme işi'' diye açıkladıktan sonra ''...ve böyle bir iş sonucunda genellikle yanlış görülenleri belirtme işi'' şeklinde açarak tanımlıyor sözlükler 'eleştiri'yi.

Geçen asrın sonlarına doğru Banka'nın Teftiş Kurulu'na girdiğimizde bize ilk öğrettikleri, ''Biz o,milletin korktuğu, çalışanların sadece yanlışlarını yazıp ceza almalarına neden olan eski müfettişler gibi olmayacağız. Yapılan yanlışları ortaya koymaktaki amacımız, personeli suçlamak değil,doğrusunu görebilmelerini sağlamak için bir vesile olmaktır'' cümlesi,sanki sözlükteki 'eleştiri' sözcüğünde daha hala tam karşılığını bulamamış gibi görünüyor.

Edebi bir metinde 'üslup' açısından neyin doğru neyin yanlış olduğuna kimin ve nasıl karar vereceğinin/verebileceğinin muğlaklığının yanısıra,çoktandır eleştirmen yetişmemesinin belki de en önde gelen sebebi bu ''Nerede bir hata bulabilirim?'' ruh hali ile çalışmanın yeknesaklığı olsa gerek diye düşünürken 'yazın terimi' ara başlığı altındaki açıklama ile Nizamettin Bey'e karşı ona zaman kaybettirmenin getirdiği vicdan azabından kurtulmanın ferahlığını yaşatacak satırları buluyorum:

''Amacı bir yazın ya da sanat yapıtını her yönüyle ele alıp açıklamak,anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek olan yazın türü,tenkit,kritik.''

Evet ben de neredeyse tüm eleştirilerimde tam da bunu yapıyor,okuduğum kitabı 'spoiler' vermeme gayreti ile ama elimden geldiğince de detaylı bir şekilde anlatıyordum,şurası yanlış,burası güzel,burada olmamış,ben olsam şöyle yazardım şeklindeki cümleleri olabildiğince az kullanmaya çalışarak.

Bunun nedeni yani bu tarz bir 'eleştiri' yapmamın nedeni aslında benim de henüz okumadığım kitapları tanımaya çalıştığımda,internet aramalarında bu tür eleştirlerle karşılaşmayı umduğum içindi.

Arka kapakta buram buram reklam kokan yapay cümleler ile bir kaç ünlünün 'kart hamili yakinimdir' tadındaki ''üff süper bi'şi,daha iyisi yok'' hadi'lemelerinin yüklediği ruh hali ile normalde insan beğenebileceği bir esere bile daha en baştan olumsuz ön yargılarla yaklaşabiliyordu.

Ben eleştiriyi kişisel olarak,kenarda maç öncesi futbolcusunu ısıtan antrenöre benzetiyorum. Tam maç öncesinde zaten çoktan taktikler konuşulmuş,yoğun antremanlar yapılmış,teknik geliştirilmiş,kondüsyon hazırdır.

Bir tek gereken,maça ısınmasını sağlayıcı eksersizlerdir. İşte eleştirmen de,bir eseri bir sürü laf kalabalığı ve tamamen kendi bakış açısına göre eleştirirse,tıpkı aşırı antremanda zorlanan ya da hiç ısınmadan sahaya dalan futbolcunun lifinin atması gibi okurun da kafası atıp eleştiriye falan aldırmadan bodoslama kitapa dalacaktır.

Eleştirmen işte tüm bu anlatmaya çalıştığım sebeplerle, biraz da Pollyanna rolünde güzeli görüp, gösterecek ve eserin okunmasını teşvik edecektir.

ACELESİ OLANA YAZININ TEK CÜMLELİK ÖZETİ
Bir eleştirmenin başarısı,acımasızca yaptığı tenkitlerle değil incelediği eserin okunmasına yaptığı katkı ile ölçülmelidir.


 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..