Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '14

 
Kategori
Deneme
 

Eli öpülesi Kadınlarımız !

Eli öpülesi Kadınlarımız !
 

eli öpülesi kadınlar


Güneş ışınlarının türlü dansları renklerle karma karışık.

Gösteri nefesinizi kesecek kadar güzel.

Fark etmeden dudaklarınız mutluluğun resmi, gülümseme isteği ile aralanmış. Hatta kalp atışlarınız daha bir huzura ermiş gibi.

Gözler kalbin aynasıdır. Kalbi hareketlendirmek için görmeli, beyni de bu işin içine katarken asude olmasını sağlamalı. Hırçın olmasın ki renklerden siyahı, kızılı karayı görmesin. Beyaz uçuk mavi hatta nerede ise uçmuş gitmiş yeşilin rengini hissetsin. Hatta orada olduğunu düşünsün. Bırakın bu onun kararı. Bırakın bu onun dünyası. Bırakın bu onun hayali.

Camdan bir fanusun içinde yaşadığınızı düşünün. Hava var içinde tabi nefes alıyorsunuz. Üstelik kirli de değil, genziniz de yanmıyor. Buraya kadar iyi sizi nedir rahatsız eden! Hapis olduğunuz düşüncesi mi? Nasıl anladınız hapiste, tutuklu hatta kelepçeli olduğunuzu? Bir yerlere gitmek sınırlara tabii ondan mı? Bir yerin bitiminde camdan duvarlar var gidemiyorsunuz bu mu sebep!

Yasakları önünüze koydular, haydi git dediler çaresizliğinizle alay ederek sebep bu mu? Ya da gurbet ile sıla arası met ve cezir gibi gidip gelmekte ise gönlünüz bilmezliğin çaresizliğinden mi sıkıntıdasınız. Bunu sorgulamak mı gerekir? Sorgulayalım ama düşünerek.

Aniden, birden, hemen, tamamlanarak karar vermeyelim.

Enine boyuna misali hareket edelim. Önce neymiş, ne anlatılıyormuş, sebep diyelim. Bir güzel düşünelim o zaman. Osmanlı döneminden söz edelim. Ne dersiniz? Alımlı, çalımlı hatta iyi de eğitimlilerden bahis edelim.

Hikâyeyi şöyle başlatalım. Fransız kız mektebi yeni açılmış. Saygın, itibarlı ailelerin biraz da asri düşünce yapısında olanların kızları gidebiliyor bu mektebe. Buradakilerin babaları da okumuş. Kimi devlette görevli, kimi devletlûda… Bir yerlere gelmek için, çaba yalnız başına yetmediğinden onlarda o zamanlardaki şartlarda nerede okumaları gerekmişse orada okumuşlar, ya da bu günün deyimiyle eğitimlerini almışlar. Yani eğitilmişler.

Medreseye mi gitmişler yoksa Darülfünun ’da mı okumuşlar bilemem! Bu zamanları ile alakalı bir konu! Ama ufukları açılmış ki, kızlarını eğitim alsınlar diye böyle okullara yani mekteplere göndermişler. Bunlar eğitimin temelini bilip takdir edenlerin gidebildikleri yol.

Bunun tersini yaşayan ve hisseden hatta düşünenler için öyle değil tabi. Onlar her zamanki gibi kendi düşüncelerinin başkalarında da olduğunu sanarak korkmaktalar. Kızlarını okutmaktan, onların bilinçlenmesinden, Bilginin fazlalığında kendilerindeki azlıkları görmelerinden, isteklerinin artmasından, Akıllıca olmalarından, her denilene eyvallah demeyeceklerinden!

Onlar ne bu okullardan hoşlanmışlar, ne de bu okullara gidenlerden ve onları gönderenlerden. Bu onların sorunu, bizim ne konumuz, ne de derdimiz. Biz onları düşündüğümüzde tabi anlayamadığımızdan kaynaklığından bir bilmezdeyiz. Onlar o kötü düşüncelerdekiler. Bu onların problemi…

Biz aydın dediğimiz kızlarını eğitim alsınlar, bir şeyler öğrensinler bilinçli olsunlar ki… Yetiştirdikleri çocuklarda adam gibi olsun.

Adam gibi yetişsin. Analar, babalar bunları düşünmüşler o dönemde de… Kızlarına tanıdıkları bu hoş görünün, başkalarının hoşgörüsüzlüklerine takıldığından kaynaklanan değişik bakış ve yorumlara aldırmamışlar.

Onlara göre kız neden okuyacak. Netice çamaşır yıkamayacak mı? Eli ha mürekkepli olmuş ha da mürekkepsiz ne fark edecek ki! Çocuk bakmayacak mı? Doğurup süt vermeyecek mi? Emzirme şeklimi okuduğu okul ile değişecek? Tam tersi gözü açılacak. Belki de olmaz ya haddine de değil! Ya kocaya itiraz ederse! Aman Allah’ım.
 Aman Allah’ım. Kıyamet bunu bu asri insanlar neden bilmez neden düşünmez.
 Kadın kısmının gözünü açtırıyorlar. Bu nasıl bir günahtır üstelik. Kadın her şeyi bilse ne olur, olan kendine olur. Eyvah nasıl bir karanlıktır ki bu.

Oysa Mevlana;

 “Ümitsizlik köyüne gitme, ümitler ver. Karanlığa doğru yürüme, güneşler var.

O dünya ışığı bunları asırlar önce söylemiş. Ne yazık ki hala bu zamanda bile böyle düşünmeyenler, ışığı görmeyenler, anlamayanlar var. Heyhat!

Bir şey anlatmak istiyorum. Padişahlar tabii ki büyük insanlardı. Ufukları genişti. Bilir misiniz? Tanzimat yıllarına kadar Osmanlılarda kız ve erkek çocuklar 5 – 6 yaşlarından itibaren supyan mektebi denilen kurumları beraberce gidermiş. Gerçi üç dört yıl eğitim görürlermiş ama olsun birlikte okurlarmış.

 Ön görü güzel… Ha bu arada bir şey söylemeden geçmeyelim. Bu supyan mekteplerinin hocaları genellikle cami hocaları olurmuş. Ama bakın burada kadınlar devreye nasıl girmişler. Bazı bilgili bayanlar çocuklara kız erkek ayırt etmeden ders vermişler. Kur’an okumayı ve dini bilgileri de öğretmiyorlarmış.

Bu neyi gösteriyor? Çok eskilerde bile kadınların yüzeysel de olsa öğretmenlik yaptıklarını. Ondan sonra ne oluyormuş? Olan şu; erkek çocuklarından bir kısmı medreselere bir kısmı da 1773’lerde açılan askeri ve sivil okullara gidiyorlarmış. Kızlar mı? Ah – Ah… Kızlar ihmallerde. Eğitimleri çoktan raflara kaldırılmış durumda. Beklemekte.

Bilir misiniz ki 1859’dan önce supyan mektebinden başka kızların eğitim yapacakları mektepleri yokmuş. Ama sanmayın ki o dönemlerde batıda kızların eğitimleri çok iyi. Değil. Gerçi Osmanlıdaki kadar da yok değil ama çok da iyi olduğu söylenemez.

Bir noktanın üstüne bir nokta daha koymadan geçmeyelim. Belki mektepleri yoktu ama varlıklı ve kültürlü ailelerdeki kızlardan söz ediyorum ne yazık ki genel değil anlatacağım! Kendi kendilerini yetiştirmek adı altında edebi bilgiler ediniyorlarmış. Bunları nasıl sağlıyorlarmış derseniz? Özel hocalar diyebiliriz. Farasi öğrenirlermiş. Tuhfe-i Vehbi okurlarmış. Gazeller, şiirler ezberlerlermiş. En önemlisi Mesneviyi okur ve anlamaya çalışırlarmış ki bundan büyük hazinemi olabilir! Farasi; Divan olmadan yazılan bir şiir türü. Tuhfe-i Vehbi; Sümbül zade Vehbi’nin İran’daki görevinden dönüşünde yazdığı 58 kıtadan oluşan manzum bir sözlükmüş.

Tanzimat’tan sonra özel hocalardan ders alarak yazar, şair aydın kadınlar yetişmiş.

1830’lardan itibaren Osmanlı aydınları ve devlet adamların batıyı daha iyi tanımaya başlamışlar.

Ne olmuş bu sefer? Bakmışlar ki; Çeşitli alanlarda batılı fikir ve uygulamalar iyi. Eeee… O zaman ne yapılmalı? Aydınlar ve devlet adamları genel eğitim alanlarında hızla gelişmelere gitmişler. Zamanla bir şey dikkatlerini çekmeye başlamış.

Kadınların eğitimleri! Osmanlı Müslüman toplumunun çok geri kaldığını daha iyi anlamışlar. Karar vermişler. Tanzimat döneminde, Kızların eğitimine ilişkin Yeni fikirler ve görüşler Yayınlanıp tartışılmaya ve kızlar için bazı okullar açılmaya başlamış. Tabi bunu dile getirenlerde büyük aydınlar. Kimler mi? Kimler yok ki?

Namık Kemal, Ziya Paşa, Münif paşa, Saffet paşa.

Bunlar demişler ki; Kızlar eğitimden uzak kalırlarsa toplum geri kalır.

 

Hatta Namık Kemal demiş ki;

“Çocukların eğitimsiz kalmalarında ya da kütü yetiştirmelerinde cahil annelerin önemli bir sorumluluğu vardır. Cahil kalmış bir anne, çocuklarını da cahil yetiştirir.”

 

Nur içinde yatsın. Aklın yolu bir… Nasıl doğru bir tespit! Ve ne kadar uzun zaman önce… İnsan nasıl şaşırıyor. Vay canına dedirtiyor.

Namık Kemal ilave etmiş;

 

“Kızlar ve kadınlar uygun bir eğitim görmeliler. Onların eğitimleri Osmanlı toplumunun ilerlemesi ve mutlu olması demektir.”

 

Aydın kelimesi böylelerine yakışıyor. Aydınlık düşünüyorlar. Karanlıkta kalan, gizli, saklı, kirli bir şeyleri yok. Padişah Abdülmecit 1845’te yayınladığı bir iradesinde,

“Eğitim din ve dünya açısından herkese gerekli”

Olduğunu söylemiş. Ve ilave etmiş.“

“Halkın cehaletinin giderilmesi gerekir.”

Başka müjdeleri de vermiş.

 

Bunun için supyan ve Rüştiye mekteplerinde; İlk ve orta öğrenim dereceleri yeni düzenlemeler yapılacağını, Darülfünun yani üniversitenin kurulacağını ifade etmiş.

 

Harika bir haber…

“Bu kurumlar Osmanlı vatandaşlarını, dini görevlerini ve kendiişlerinde kimseye muhtaç olmayacak kadar çeşitli hayat bilgilerini öğreneceklerdir.”

 

Ağzınıza, fikrinize, gönlünüze sağlık diyeceğimiz geliyor ki. Allah bin kere rahmet eylesin diyelim.

Darülfünunda da daha üst düzeyde, dini müspet bilimlerde derinleştirilecektir’ denmiş. Bu nasıl muhteşem bir yapılandırma. Bu nasıl ileri bir görüşlülük… Bu nasıl büyük bir atılım. Bu irade, genel eğitimin düzenleneceğini, belli bir düzeyde zorunlu olacağını, yeni bir yükseköğretim kurum açılacağını, bu örgün eğitiminde herkesin, din ve dünya için yeterli veya derinlemesine bilgi edinileceğini öngörüyordu. Böylece kızların eğitimine el atılacaktı.

Bunlardan sonra olanlara bakınız.

Bayanlar sevinmeye başlamalıyız.

Yazacağım şeyler çok güzel. Tüylerimiz diken - diken olacak lezzette. Başlıyorum.

 

İlk kız Cevri usta inas Rüştiyesi, 1859’da İstanbul’da açılmış.

Diğerleri onu takip etmiş. Ama burada bir detayı da atlamamak gerekir. Tanzimat döneminden önce, Bu dönemde ülkede açılan Azınlık ve yabancı özel öğretim yapan birçok kız okulu varmış. 1839’da İstanbul’da Fransızların açtığı 19 kız okulu varmış.

1871’de ise İstanbul’da Arnavut köy ’de Amerikan kız kolejli açılmış. Yabancıların açtığı kız okulları orta öğretim düzeyinde imiş. Varlıklı Türk ailelerinin de kızları buralara gidiyormuş. Tabi hepsinin değil. Daha aydın olanların.

Kızlarının özellikle yabancı dil öğrenmelerini isteyenlerin… Bu okulların çok disiplinli olmaları da ailelerin işine geliyormuş. Öğrenecekleri kibarlık, görgü kuralları ve bilgi, kızlarını gönderme isteklerini kabartıyormuş. Bu okullarda birçok Türk kızı eğitim görmüş. Bunlar yabancı dil bilen, batıyı tanıyan, aydın bir kadın kitlesinin oluşmasına ve eğitimdeki yenileşmelere katkıda bulunmuşlar.

Kızların eğitimi için ilköğretimden daha üst düzeyde bulunan Rüştiyelerin açılmaya başlaması, Türk eğitim tarihinde çok önemli olmuş.

Bu bir gerçek! Daha sonra erkekler içinde Rüştiye mektepleri açılmış. Buraya kadar her şey çok güzel gidiyor.

Peki, bu kızları kimler eğitecek?

Kimler bunlara hocalık yapacak?

Bu kızlar daha mezun olmadılar. O zamana kadar Osmanlıda öğretmen okulları yok ki. Ne olacak diye düşünülürken bir iki çözüm bulunmuş. Yaşlı erkek öğretmenler ders vermeye başlamışlar. Kızlara el işi, dikiş ya da kadınların yaptığı birçok işleri de, Müslim ya da gayri Müslim, kadın ustalar tarafından eğitim verilmiş. Böylece erkek rüştiyelerine öğretmen sağlamak için,1848’de Darülmuallimin, Kız Rüştiyelerine kadın öğretmen sağlamak için,1970’te Darülmuallimat Adında öğretmen okulları açılmış.

Bundan sonraki gelişmeler hızlanmış. Sultanahmet’te Yerebatan caddesinde ahşap bir konak kiralanarak okul binası olarak düzenlenmiş. Gazetelere öğrenci ve öğretmen sağlamak için ilanlar verilmiş. Açılışta Eğitim bakanı Saffet Paşa Nutkunda şöyle demiş. Bu çok önemli konuşmanın özetini yazıyorum.

Bir hayli özel ve güzel…

“Kadınlar, yaratılışları gereği her türlü saygıya layık oldukları gibi, eğitim öğrenim görmelerine de özen göstermek gerekir. Çünkü bir çocuk beşikten okula başlayıncaya dek yalnızca annesinin eğitiminin altındadır. Bu süre içinde çocukların, zihnini meşgul edecek bir şey olmadığından, duydukları zihinlerine yerleşir. Bu nedenle annelerin çocuk eğitiminde büyük payı vardır.”

Ne kadar doğru… Asl olan budur! Devam ediyor nur içinde yatsın Paşamız. Diyor ki;

Erkeklerin bilgi ve beceri kazanmaları gerekli olduğu gibi kadınlarda çeşitli bilgilerle ve onların ziynetleriyle de kendi güzelliklerini süslemeleri gerekir. İslam hatunlarından edebiyatın inceliklerini bilen şair kadınlar ortaya çıkmıştır. Bunların adları edebi eserlerde yazılıdır. Kendileri zekâları, üstün kavrayışları ve bilgileri ile ünlüdürler.”

Bakan konuşmasını sürdürmüş. Ve benim içimi cız eden bir şey daha söylemiş.

“Bilim öğrenmek erkek kadın her Müslüman’a farzdır hadisi, kadınların da erkekler gibi öğrenim görmelerini gerektirir. İyi bir eğitim görmüş ve dünyanın durumunu tanımış olan kadınların her zaman namus ve saygınlıklarını korumayı kendilerinin en önce gelen görevi bileceklerine şüphe edilmez. Bu gün, uğurlu olması dileği ile açılışını yaptığımız bu okuldur.”

Paşa bu sözleri söylediğinde tahtta; Osmanlı Padişahı Abdülaziz varmış. 1846 da Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulmuş. Bu muhteşem bir gelişme. Bu kurum sonraları nazırlığa dönüştürülmüş. Bu nedir biliyor musunuz? Bu Türkiye’deki ilk Eğitim bakanlığıdır. Sonraları hızlanmış.

Rüştiyelerin sayısı arttıkça artmış. Şimdi en önemlisini söylüyorum. İlk kız Rüştiye’si İstanbul’da kurulmuş. Tarih kaçmış diyorsunuz. 1858’miş. Rüştiye’nin üzerinde öğrenim yapan idadilerin ilki ise; 1873’te kurulmuş. İyi gidiyoruz.

Kırk bin kere maşallah. Bu arada özel okullar da peş peşe açılmaya başlamış.
Bunlar; Robert kolejli, Galatasaray Sultaniyesi ve Darüşşafaka. Öğretmen okulları da açılmış.

 Bunları bir daha özetleyebiliriz ve şöyle deriz ki;

Darülmuallimin-i Sübyan.

Sübyan adı verilen okullara, Darülmuallimin-i de idadilere öğretmen yetiştirmek için kurulan okullardır.

Hangi tarih? Tekrarlıyoruz. 1868 diyoruz.

Darülmuallimat ise kız çocuklara bayan öğretmen yetiştiriyor. O ne zaman demiştik. 1870’ti. Tabi bu arada başka şeylerde yapılmaya başlanmış.
Örneğin; Mesleğe yönelik eğitimler. Sonradan Siyasal Bilgiler Fakültesine dönüşecek olan

Mektep-i Mülkiye kurulmuş. Aman ne güzel… Ne güzel… Şimdi de sıra bir başka dala gelmiş. Bu neymiş derseniz. Önemli! Derim. 1875’te askeri rüştiyeler öğretime katılmışlar.

Hoş gelmişler sefalar getirmişler. Daha sonra başka meslek okulları da peş peşe birbirini takip etmeye başlamış. Buraya kadar ne kadar mutluluk içinde okudunuz. Ben yazarken bir hayli keyif aldım. Size arada da yükseköğretimin ne durumda olduğunu haber vereyim atlamayayım.

1846’daki ilk denemeden sonra 1870’te Darülfünun yani üniversitenin kuruluşunu biliyoruz. Ancak kimi medresecilerin iftiralarına maruz kaldıklarını biliyor muyuz? Bilmiyoruz. O zaman okuyalım. Bunlar o kadar çok iftira atmışlar ki,

Bir yıl dayana bilinmiş. Diyeceğim yine ve sizler ‘Olmaz, yok öyle değildir veya ne kadar yazık’ dedi diyeceksiniz. Ama ne yapayım! Bunları okurken ve yazarken çok güzellerle, çok yazıklar nerede ise aynı hizada ilerlemektedirler. Devam ediyorum. Bir yıl sonra tekrar açılmış açılmasına da! Eğitim de bir yıl, bin yıldır eksikliği bence.

Sizce de öyle değil mi?

Öyle olmasa daha minicik uykulara doyamamış çocuklarımızı, Sabahların köründe niye okullara gönderiyoruz. Bekleriz büyüsünler öyle gitsinler. Ama bir yıl bir yıldır diyoruz.

Eğitim görmeli, ağaç ta yaş iken eğilmeli. Her neyse konuyu dağıtmamalıyım.

Üniversiteler açıldı açılmasına ya kitaplar! Sıra onlara geldi şimdide…1851’de üniversitede okunacak kitapların hazırlanması için kurulan Encümen-i Daniş ise bilim akademisi niteliğinde önemli bir kurum. Ayrıca bu dönemde azınlık ve yabancı okulları da eğitim dünyasında yerlerini almışlardır. Bundan sonraki olayları da şöyle sıralayabiliriz. Haliyle biraz daha gülümseyerek yazacağım ve tahmin ediyorum sizlerde aynı mutlu ifade içinde okuyacaksınız.

1880’li yıllardan itibaren Darülmuallimat ta gerek idari kadroda gerekse öğretim kadrosunda kadın eğitimcilerin sayısı artmaya başlıyor. Oh be bu iyi işte…

Bu yazdıklarım Osmanlı döneminde. Sonrasında olanlar yakın tarih. Unutulmayanlar asla da unutulmayacaklar.

Hiçbir lider yoktur ki kadınlara Mustafa Kemal Atatürk kadar imkân tanısın, kadını tanısın ve yerini belirlesin.

Bu muhteşem insanlar nurlar içinde yatsınlar.

Bu gün bu satırlarla buluşturabiliyorsam sizlerle onların sayesinde…

 

 

Nazan Şara Şatana
 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....