Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '13

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Elinin hamuru, ayakkabısının topuğu ve gözünün boyasından öteye kadını anlamak

Elinin hamuru, ayakkabısının topuğu ve gözünün boyasından öteye kadını anlamak
 

Dikkat anne var!


Hadi biz kendimizi erkeklere anlatmaya çalışalım biraz da. Hani hep onlar bizi anlamaya çalışır ve çok yorulurlar ya. Biz kendimizi anlatabiliyor muyuz şöyle bir bakalım.

Her birimiz ayrı bireyler olsak bile, patiğinizin renginden kimlikteki soyadınıza kadar herşeyinizle tabi olduğunuz bir toplumda bir birey olarak mücadele edebilmeniz neredeyse mümkün değil. Pekçoğunuzun itirazını duyar gibiyim; tabii ki öyle olmayacak da ne olacak, böyle saçma şey olur mu diyorsunuz. Haklısınız. İşte o yüzden böyle düşünen erkekler kadınları asla anlayamaz.

Kadın bir birey olarak daha yeni yeni erkeğinin karşısına çıkıyor. Masasının yanına masasını koyuyor. Binlerce yıllık erkek dünyasının içinde elinin hamuru, kısa eteğiyle, gözünün boyası ve yüksek topuklarıyla salınıyor.

Savunmasız da görünüyor kadın erkek dünyasında, yemeğini yaptığı, arkasını temizlediği, saçını süpürge ettiği kişiler orada onun yanında değil. Kocası başında değil, arkasında durup kollayacak kimsesi yok, bütün rollerinden uzakta, doğal mücadele alanının dışında, yalnız, güçsüz. Evde geçim sıkıntısı olmasa çalışan kadınların pekçoğu çekip gitmeye hazır, anlaşılmadıkları için, ayak uyduramadıkları için değil, evde olmaları gerektiğine kendileri de inandıkları için...

O nedenle de olanları anlamak için toplumsal beklentilerden yola çıkmak daha doğru gibi göründü. Çünkü beklentiler, karşılıklarında alınanlar ile örtüştüğü zaman herşey yolunda gidebiliyor. Peki beklentilerin anormalleştiği durumlar neler? Herşeyden önce hepimiz, kadın-erkek-çocuk ayrımı olmaksızın içinde bulunduğumuz toplumda kabul görmek istiyoruz. Kabul görmek ise bilindiği üzere normlar yani “normal olan durumlar” ile doğrudan bağlantılı. Örneğin, kadın deyince büyükanne, anne, evin hanımı, eş, sevgili, dost, çocukların annesi, kayınvalide, gelin, görümce, abla, kız kardeş, hala, teyze, komşu teyze, aşçı, temizlikçi, hizmetçi, çamaşırcı gibi roller de tek bir bedende toplanıveriyor. İşten eve döndüğünde kimliğinin parçası olan replikler hazır, işyerinde ise yabancı olduğu bir dünya. Evinin hanımı, kendi düzeninin patronu mu olmak, iş yerindeki yalnızlığı mı daha tercih edilmeye değer?

Ne büyük bir haksızlık oysa ki, evdeki sultanlığı bir yana bırakıp erkek dünyasına girmesi gerektiğinde onu büyük bir mücadelenin ortasında, mağdur bırakmak. Onun en son aklından geçecek olan şey erkeğin rolünü çalmak. Fakat iş yerinde ondan beklenen, bir erkek gibi olması. Çünkü orası erkeğin mücadele alanı. Bir erkeğin himayesi olmadan bir kadının varlığını koruması çok zor.

Çevrenize bir bakın iş ortamı çalışan kadınların ihtiyaçlarını ne kadar karşılıyor. Hem bir anne hem bir eş hem bir çalışan olması ne kadar teşvik ediliyor? Kreş imkanları, çalışma izinleri, iş kadınının hakları nerede? Bizim toplumumuz gerçekten bu kadar mı uzak çalışan kadının iş hayatında olmasına. Herşeyi bir yana bırakın, bir anne olmak istediğinizde, çalıştığınız paranın neredeyse tamamını çocuğunuzun bakımı için harcamanız gerekiyor ise, bir gariplik ortaya çıkmıyor mu? İş yerlerimizde kreş ve yuva neden yok?

Erkeklik sizde kalsın, biz işin o kısmına hiç girmeyelim. Kimlik, eski soyadının yanına yeni bir soyadı ekleyip korunmuyor. Kadınların toplum için yaptıklarını görün. Rol ve görevlerinin yükü altında çaresiz olduğunu, zaman zaman da ezildiğini kabul edin yeter. Genel kabul görmüş kadın figürünün evin dört duvarı arasında çizilmiş kusursuz tablosunun artık ne kadar imkansız olduğunu fark edelim. Mükemmeliyetçi olma çabasındaki kadınlarımızın hem iyi anne hem iyi eş hem de iyi birer çalışma ortağı olabilmesi mümkün değil, sadece biraz destek istiyorlar.

Eminim pek çok kadın profesyonel iş yaşamından uzaklaşıp evinde vakit geçirmeyi özlüyor. Çocuklarına yeterince annelik yapamadığı, evinin yeterince temiz olmadığı, bugün yapacağı yemeği eşinin beğenip beğenemeyeceği endişeleriyle iş bitince evinin yoluna düşüyor. Bütün bunların üzerine bol bol koşuşturup iyi bir ev hanımı olma çabası veriyor “boş” zamanlarında. Üstüne üstlük birilerinin maç izlemek, haber dinlemek, gazete okumak gibi ekstralarını yaptığı zamanlarda servis elemanı rolüyle çıkıyor sahneye...

Sonrası malum, yaşamın da süresi belli, lastik değil ki uzasın, değil mi? Hatta kısalıyor biz istemesek de. Bir hatır soran olmadan hem de... Tüm çalışan anneleri tebrik etmeliyiz. Gelecek neslimizi yetiştirirken kendi yaşamlarından verdikleri ödünler, rahat geçirecekleri her bir dakikanın yerine aileleri için ortaya koydukları emekler, bizim yemeğimiz uğruna yıpranan elleri, koşuştururken yorgun düşen ayakları için bugün onları anlamaya biraz zaman ayıralım. Cennet neden onların ayaklarının altında anlamak hiç de zor değil. Biz bugünün kadınının ev ile iş arasında tercih yapmak zorunda kalmaması için ne yapabiliriz düşünelim. Belki yaşadığımız sorunlar azalmasa da, onların üzerindeki yük bir nebze hafifler.

Muhabbetle kalınız.

 
Toplam blog
: 149
: 652
Kayıt tarihi
: 07.04.10
 
 

Sazsız söze ezgiler diziyoruz, birer birer. "Kim" olduğumuzun belli olmadığı bu dünyada K..