Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Elveda...

Elveda...
 

Bundan tam 1 sene önce, dostlarımız Şule ve Bülent’in düğünlerine katılmak üzere güle oynaya İzmir’deydik. Geçen haftasonu ise onlardan birisini, Bilişko’yu toprağa vermek üzere … 12 Mayıs Cumartesi sabahı, öleceği güne uyandığını bilmeyen sevgili Bülent… Ne yazacağımı ya da nasıl yazacağımı bilemesem de , kurduğum bütün cümleleri defalarca yazıp, silip, tekrar yazsam da , daha evime geleli 2 saat olmuşken kendimi bunları yazar buldum…İçimdeki isyanı ve öfkeyi boşaltmanın başka yolu kalmadı benim için; çünkü gözyaşlarım kurudu , beynim uyuştu artık!

Şule ve Bülent… Yaklaşık 15 sene öncesine dayanan dostlukları, ikisi de başkalarıyla evlenip ayrıldıktan sonra, aşka dönüşmüş iki insan. Bülent’i , Şule aracılığıyla tanımış ama kısa sürede çok şey paylaşmıştık. Bülent, Kocaeli’de yaşıyordu, Şule ise Antalya’da…Her ikisi de birbirlerinin yanında iş bulamamışlardı 1 senedir. Geçtiğimiz haftasonu artık Kocaeli’de ev ve okul bakmaya başlamışlardı. Bütün planlarının altüst olacağını nereden bileceklerdi ki?

Şule’nin ilk evliliğinden olan kızı Irmak, Bülent’i çok severdi. Hatta bir süre sonra “Bilişko” diye seslenmeye başlamıştı. Benim erkek arkadaşımın da adı Bülent olduğundan, hem karışıklık olmasın diye, hem de hoşumuza gittiği için biz de Bilişko demeye başlamıştık. Onun da çok hoşuna gidiyordu böyle söylenmesi. Sıcak kanlı, sevecen ve büyümemiş bir çocuk gibiydi adeta. En büyük tutkusu bisiklete binmekti. Yıllardır profesyonel bir bisikletçi olarak bir çok yarışa katılmış, kilometrelerce yol katetmişti. Yaşamının sonunu da, bu tutkusu hazırladı ne yazık ki… Bisiklet yolları olmayan bir ülkede, bisiklete binmek, ölüme davetiye çıkartmak değil mi? Kocaeli’nde, ona çarpan bir araba yüzünden, yok oldu…. Yok!

İzmir’e yola çıktığımızda, bir önceki gidişimizdeki mutlu halimizi düşündüm. Yollarda şarkılar söyleyip , fotoğraf çeke çeke gitmiştik. Düğünün yapılacağı otele yerleşmiştik. Düğünden 1 saat önce telaş içerisinde, Bülent odamıza gelmişti. Kravatının , takımına uyup uymadığını sormuştu. Gülümseyerek ve kravatını sıkılaştırararak çok yakışıklı olduğunu söylemiştik. Saçlarının kabardığını söylediğinde de , elime mercimek büyüklüğünde bir jöle alıp ona uzatırken “Al! Bu, senin iki tel saçına yeter de artar bile!” diyerek dalga geçmiştim. Çok eğlenmiş, dans etmiştik. Hatta onlara sürpriz yapıp bir de şarkı söylemiştim düğünlerinde. Fotoğrafçılar önemli anları kaçırır endişesiyle, ayrıca benim de fotoğraf çekmemi istemişlerdi. Bilgisayarım onların düğün fotoğraflarıyla dolu. Bir yandan yazarken, bir yandan da o fotoğrafları açıp bakmak istiyorum. Yapamıyorum, görmeye gücüm yok!!!

Bunları düşünürken, gözlerim cep telefonuma takıldı birden… Sahi, ölen bir dostunun telefon numarasını ne yaparsın? Siler misin? Nasıl sileceksin ki ya da niye? Telefonu elime alıp, Bülent’in telefon numarasındaki rakamları teker teker inceledim… Telefonum çalıp, kim arıyor diye baktığımda artık Bilişko ismini göremeyeceğim ya da “N’aber Yeşo?” diyen sesini duyamayacağım. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde telefonumu bıraktım elimden alelacele… İçim çok acıyor…

İzmir’e ulaştığımızda saat gece yarısına yaklaşıyordu. Ortalık, öğle vakti yapılan mitingden kalan pet şişeler ve kağıtlarla doluydu. Fenerbahçe taraftarlarının şampiyonluk konvoyunun içinde, biz, iki gözü yaşlı, ruhu yorgun insan olarak otelimize ulaşmaya çalışıyorduk. Eşyalarımızı bırakıp apartopar Şule’nin yanına koştuk. Ona sarılıp, birlikte hüngür hüngür ağlarken, bir yandan da içimde tuhaf bir rahatlama fark ettim. Çünkü, artık olmam gereken yerdeydim; dostumun yanında! Öğlene doğru, cenaze töreninin yapılacağı Yeni Foça’nın yolunu tutmak için arabamıza doğru giderken , uzaklardan bir akordeon sesi kulağıma çalındı.. “Hatırla sevgilim, o mesut geceyi…Çamların altında, verdiğin buseyi…”


Bülent’i , Yeni Foça’daki ,tek, taştan örülmüş şimdiye kadar görmüş olduğum en şirin camide , musalla taşının üzerinde gördüğümde, Şule ,başını tabuta dayamış , Bilişko’suyla vedalaşıyordu. Yanına koştum. Kıpkırmızı ve şiş gözlerle, hiç konuşmadan, uzun uzun baktık birbirimize. Konuşacak ne vardı ki ? Nasıl teselli edecektim? Elini tutmak ya da koluna girmekten başka ne yapabilirdim? Cami kenarındaki bütün dükkanlar, kenarda bekleyen ve ağlayan insanlara oturmaları için sandalye, içmeleri için sıcacık demli çay dağıtıyorlardı. Oradan mezarlığa doğru yola çıktık. Yeni Foça’nın mezarlığı Ege’yi gören bir yamaca kurulmuştu. İçimden “Ne güzel bir yerde yatacak. Bülent denizi çok severdi!” diye düşündüm bir an için. Mezarlığın içine giremesem de uzaktan töreni izledik. Dua sesleri ve hıçkırıkların birbirine karıştığı bir anda, ben gözlerimi Ege’ye dikmiş , yüzümü rüzgara vermiş, öylece oturuyordum. Onun, artık bu güzellikleri göremeyeceğini düşündüm. Gerçekleşmeyen planlarını, hayallerini… Bülent’in öldüğünden hala haberi olmayan Irmak’ı…Anneler gününde ,oğlunu , önünde giden cenaze arabasında , onu doğurduğu bu kente getiren annenin acısını… Yıllarca dışarılarda okumuş ,çalışmış oğlunun, bu şekilde memleketine dönüşünü gören babasını…1 yıl sonra nihayet kocasıyla aynı evi paylaşabilecek olan Şule’yi… Giden gidiyor… Kalanlar ne olacak??? Bu gerçeği kabul etmek ne kadar zor ve ağır! Ahh Bilişko sana nasıl kızgınım bir bilsen! Ne hakkın vardı bu insanları bu denli perişan etmeye!!!!!

Birden , omzumda minicik bir uğurböceği olduğunu fark ettim. Yüzüm, gözyaşlarımla sırılsıklam olmuşken, ona nasıl olup da gülümseyebildiğimi bilmiyorum. Minik uğurböceği , başsağlığı dilemek için Şule’nin ve ailesinin yanına gittiğimde, hala omzumda duruyordu.O uğurböceği ve elimi sımsıkı tutan sevdiğimin eli olmasa gidemezmişim gibi hissediyordum kendimi. Yaprak gibi titriyordum. Bülent’in ağabeyi beni gördüğünde , gözyaşları içerisinde bana “Yeşim hanım , kardeşimin düğününde ne güzel bir şarkı söylemiştiniz, ne de mutlu olmuştuk!” dediğinde ise artık hıçkırarak ağlamama engel olmadım… Bir insan için yaptığın güzel bir jestin, böylesine acı yüklü bir anda , güzel şeyleri hatırlama çabasıyla da olsa dile gelmesi beni çok sarsmıştı… İyi ki o zaman oradaydım. Bunlar keşke olmasaydı ama olduğuna göre iyi ki şimdi de buradayım. Antalya’da kalamazdım… Yapamazdım...

Herkesle vedalaştıktan sonra Eski Foça’nın yolunu tuttuk. Her zamanki gibi rüzgarlı ve sakindi Foça… Güler yüzlü Ege insanının sıcaklığı hemen bizi sarıp sarmalayıvermişti. Minik bir balık lokantasında oturduk. Kah gülerek, kah ağlayarak orada ne kadar zaman geçirdik tam bilemiyorum. Yaşama dair ve yaşam doluydu sohbetimiz… İçimizde derin bir huzur hissediyorduk… Hem tuhaftı, hem de çok güzel. Bu kadar üzgünken bu kadar dingin olabilmemize kendimiz bile şaşırmıştık. Belki de onun için yapabileceğimiz her şeyi yapmanın huzurunu hissediyorduk içimizde. Onu, tam da onun istediği gibi uğurladık… Buz gibi rakı, balık ve deniz…Çok sevdiği Foça’da, gün batımında , martılar tepemizde, ince saz kulağımızda, yüzümüzde bir serin rüzgar, ağzımızda deniz tadı…. Elveda Bilişko… Elveda…



Not: Bu kötü dönemimde, haberi olup kilometrelerce uzakta da olsalar bir şekilde yanımda olan ve bana destek çıkan sevgili Burcu, Fulya ve Seda... Sizler cansınız. İyi ki varsınız... Sağolun!

 
Toplam blog
: 78
: 1658
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

30 yıldır Antalya'da yaşıyorum. Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi mezunuyum. "Tıbbiyeden her şey çıkar, ar..