Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '13

 
Kategori
Deneme
 

Elveda

Elveda
 

Eylül hüznüne...


Sonbahar, Eylül, hüzün, hazân kelimelerinin sıkça geçtiği günlere hoş geldiniz. Ruhu bunalımlı ve bu tek yaşamsal kaynağı olan edebiyatçılar çok sever bu kelimeleri. Ya da sevmek zorunda hissederler.

Ben de severim. Yalnızca yukarıda adı geçen kelimeleri değil de Eylül ayıyla tazelenen tabiatın serinliğini içime çekip, ilhamın şelalesinden kanmayı da. Tazelenmek ve Eylül kelimeleri size zıt gelebilir. Lakin ben ilkbaharın serin bâd-ı sabâsının tohumlarının hazanda ağaç yapraklarının gazele dönüşmesiyle tohumlandığını düşünürüm, inanırım. Kahve bile daha güzeldir kızıllıkta, güneş batsa da sıcaklığı devam eder.

Eylül deyince aklıma Ahmet Haşim gelir. Bir de Eylül'de doğduğu için Eylül adı verilen kız. Saçma bir isim veriştir bana göre. Hele ki Türk geleneğindeki ad alma mevzuları aklıma gelince biraz torpil hissederim bu işte. Haşim’in hatıra gelmemesi ne mümkündür. Hüzün adamıdır Haşim hüznün belki de en çok yakışanı, kendine yakıştıranı. Çirkindir bu hüzünlü adam, yani öyle olduğunu söyler. Sevmez güneş ışığını kapalıdır perdeleri sımsıkı. Bakmaz aynalara seyreder akşamın kızıllığını. Deneme yazarken bana birdenbire secî ilhamı veren bu adamı şimdi bir kez daha sevdim desem yeridir. En çok sevdiği annesidir bu dünyaya çekingen adamın. Hastadır annesi şöyle der zati:

Bir hasta kadın, Dicle’nin üstünde her akşam

Bir hasta çocuk gezdirerek, çöllere gül-fâm

Sisler uzanırken, o senin doğmanı bekler…”

En sevdiğini kaybedince küser dünyalara, hazânla barışır hüzünle hemhâl olur bu adam. Her harfi hüzün kokar bu adamın. Yatağına hüzün serer, başını kızıllığa koyar, rüyasında kelimelerle matem heykeli yapar.

“Her lerze, her âhenk bulut, hâb(uyku, rüya, gizli) oluyorken,

Bir feyz-i umûmî-i ziyâdâr ile birden,

Sâkin soluyorken gece eşbâh(sabahlar) ü avâlim(dünya)

Yalnız o ziyâlarda kahr ü muzlim.

Ey mâh cebîn(alın)in o cebîn-î keder ü gam;

Altında o yorgun, o soluk heykel-i mâtem! ...”

Başka ne yapsındı bu adam, başka türlü nasıl durdursundu ruhundaki fırtınaları, kalbinin isyanla çarpışını, hüznün benliğini ele geçirişini. Atsın mıydı boşluğa Nilgün Marmara gibi kendini? Sevememişti o ölümü, ölümün hüznünü kendine yakıştırmayı sevmiş, seçmişti.

Eylül'de hatırlayın Haşim’i. Bir oturun, şöyle bir etrafınıza bakın zaten hüzünleneceksiniz. Eylül'de hüzünlenmiş olmak için değil de gerçeğin farkına vardığınız için hüzünlenin. Tabiî mesele farkındalıkta, “fark” edebilmekte. Hüzün ziyan değildir. Olgunluk hüzünle gelir. Olgunluk olmazsa zati at çöpe her şeyi.

Bir zamanlar ben de Haşim aşkına, eylül hüznüne bir şiir yazmıştım her ne kadar şiirden Tevfik misali muğbersem de…

Haşim ayıdır Eylül...

Hüzün, elbette hüzün...

Bir gidiş, bir elveda deyiş...

Zaman durur sanki...

Eylemler donmuş...

Ay ışığı bile karanlık gelir,

Ölüm olgusunu hissettirir kızıllık.

Kulaklar "elveda" sözcüğüyle çınlar...

Ağaçlar yavrularını rüzgarın koynuna bırakırken ;

toprak ana kucağını açar onlara...

Rüzgar bir başka savurur hüznü;

geleceğin bir provası misali...

Saçlarınızda kızıl güller vardır...

Hayatı değerli bir elmas gibi sakınırken;

derin düşüncelerde alabora oluverir insan...

Yine de her zaman,

hüzündür bize en çok yakışan...

 

Hüzün toplayan kızın elveda  şiiri...

 

 
Toplam blog
: 37
: 1229
Kayıt tarihi
: 18.06.12
 
 

Farkındalığı fark ettirmenin amaçlı yolcusu. ..