Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Emaye tencereden, teflon tavaya

Emaye tencereden, teflon tavaya
 

Kağıt bebeklerine kıyafet seçmekle saatler geçirebilen kaç çocuk kaldı?

Yada incir ağacına tırmanıp, ev bildikleri bu mekanda arkadaşlarıyla tüm gün evcilik oynayanlardan?...

Misketlerini toprak yolda sürükleye sürükleye sabahı akşam eden çocuklar var mı hala bir yerlerde?

Ya yemek saati geldiğinde, annesine yalvar yakar edip, bu defa da margarin ekmekle öğlen yemeğini geçiştirip; lastik yada mendil kapmaca uğruna toz toprak içinde kalıpta bıkıp usanmadan, haftanın her gününü aynı oyunu oynayarak keyifle geçirebilen ?

Karne hediyesi olarak alınan, üç tekerlekli bisikletine plastikten bir havalı korna taktırdığında, yaşıtı olan diğer tüm mahale çocukları arasında itibarı artan?

Yaz tatilini kukalı saklambaç oynayarak geçirip, başka da bir şey umurunda olmadan, düşe kalka, kavga dövüş ama sonunda hep şen kahkalarla gününü sonlandıran ?En büyük sıkıntısı “baban eve gelecek, yeter artık içeri gir “ diye pencereden seslenen annesinin, bunu hepte oyunun en keyifli yerinde yapıyor olması olan (ki o oyunun nersesinde bu ses duyulursa duyulsun zaten orası “tam da en heyecanlı yeriydi” denecektir o da başka) Ve tabi her defasında da; “anne ne olur biraz dahaa” diye aynı cevabı verip yalvaran çocuklar hala var mı?

Kırmızı ve mutlaka kalp resimli plastik bir yüzeyi olan, hatıra defterlerine; “…kalbin kadar temiz olan bu sayfayı bana ayırdığın için….” diye başlayan cümleler kuranlar kaldı mı hala?

Yada, mutlaka harita metod defteri formatında olanlarından satın alınıp, mecmualardan kesilen "artis" resimleriyle donatılan, anket defterleri hazırlayan çocuklar var mı?

Banyo günleri” yapılıyor mu bir yerlerde hala?
Sıcak su sadece haftanın belirli günleri aktığından, anneler için o gün her zamankinden daha erken başlıyor mu evlerde ?

Gündüzleri çocuklar okuldayken, merdaneli çamaşır makinelerinde yıkanan çamaşırlarla, akşam olupta okuldan dönen çocukların yıkanma işi, aynı güne denk düşürülmeye çalışılıyor mu hala?

O gün sevmediği dersler olduğunda okula gitmek istemeyip, bunu anne babalarına söyleyemeyince, yenince ateşlerini yükseltiği efsanesi nedeniyle, akşamları okuldan aşırdıkları tebeşir parçalarını yutuyorlar mı çocuklar gizlice, yatak altlarında ?

Yada ilkokul birinci sınıfa gidenleri arasında, ateşini yüksek gösterebilmek amacıyla benim yaptığım gibi termosifonda dereceyi ısıtımaya çalışırken, ölçüyü fazla kaçırıpta çatlatıp sonrasında, bunu umursamadan hatta ne yaptığını unutup, banyonun yerine çöküpte saatlerce derecenin içinden akan “civa” denen şeyin, ne olduğunu anlamaya çalışarak hemen o anda, orada bunu oyun haline çevirenler çıkıyor mu aralarında ?

Ya yolda annesinin elinden tutmuş yürürken, tornavidayla sopaya dolanıpta satılan şu rengarenk ve neden yapıldığı bile belli olmayan “macun” denen şekerlerden satan adamı gördüğünde, annesine bundan aldırmak uğruna ellini kolunu çekiştirip, yalvarıp göz yaşı döken kaç çocuk kaldı acaba?

Bir yandan o soluk renkli minik pembe plastik kaplardan leblebi tozunu kaşıklarken , öte yandan da; her defasında şu meredi yerken damağına yapışmasına illet olup, bunun önüne geçmek için kafa yorup icatlar, geliştiren çocuklar var mı?

Şimdileri de anneler çocuklarına: " Git ayşen teyzene annem müsaitseniz sabah kahvesine size gelmek istiyor de" diyorlar mı acaba ?

Evlerde yaşam tek düze, ama sıkıcı değil…

Henüz playstation icad edilmemiş, fakat çocuklar tatminsiz değil…

Daha emaye tencereler, yerlerini teflon tencere bırakmamış, ama mutfakta yemeği anneler pişiriyor, hizmetçiler değil…

Bayram yemeklerinde çoluk çocuk tüm akrabalar mutlaka büyükannenin evinde bir araya geliyorlar, fakat bayramlarda tatillerimiz dokuzar gün değil…

Dostlarımıza, sevdiklerimize arkadaşlarımıza ve akrabalarımıza ulaşabilmek messanger ikonunu tıklayabilmek kadar kolay değil, ama sohpetler daha sıcak ve daha içten…

Bilmem ki... belki de her şey zamanında güzeldi.
Olması gerekenler, olması gereken zaman da, olması gerektiği gibi yaşandı. Ve geride kaldı...

Hissettiğim nostalji değil...
Nostalji; içinde hayıflanma barındırır.
Hayıflanma; olana mevcut duruma direnç ve kabullenememedir.
Kabullenememe; şu anda değil geçmişte yada, gelecekte yaşamak demektir.
Ve geçmişte yada gelecekte olmak: Aslında var olmamak demektir...

Sadece zamanın getirilerinin günümüz insanı tarafından algılanış biçiminde epeydir oldukça düzeysiz bir hal gözlemliyorum. Ve bu da damağımda yavan, pasımsı bir tat bırakıyor.

Beni düşündüren; günümüz çocukları, gençleri ve maalesef ki yetişkinlerinin epey büyük bir yüzdesinde gördüklerim.
İçime sindiremediğim; zamanın hayatlarımıza kattığı güzelliklerin içini dolduramayışımız.
Ve bunun sonucunda varılan toplu halde yaşanan; düşünsel, sosyal ve duygusal yozlaşma hali…

Başımızı çevirdiğimiz her yönde, gözüme batan tüm bu yüzeysellik…
Günden güne törpülenerek amaçlı, bilinçli ve sistematik olarak ucuzlatılan tüm değer yargıları…
Sabun köpüğü maceraların adına; aşk denmesi…
Ve daha sayılabilecek yüzlercesi....

Uzatmaya gerek yok, çünkü tümü ortak bir paydada birleşiyorlar aslında.
Genelleme yapmıyorum olsam da; tarafsız bir gözlemci konumundan baktığımızda görmezden gelinemeyecek miktarda yüzeyi işgal eden bir grup; hiç bir hedefe ve amaca hizmet etmeyen, akıl yoksunu telaşlara kaptırmış kendilerini...

Bu insanlar: Gereksiz kaygı (paranoya), manasız çoşku (mani), gereksiz evham (kuruntu) ruh hallerinin medcezirlerinde tutsak olmuş, bir o yana bir ötekine depresyon girdabına düşmemek adına; sanal, yada gerçek üstü hayaller veya gelgeç, yüzeysel, kurgulanmış, sahte mutluluklarla yetinmek dışında bir şey yapamaz güçte .
Ve bundan dolay da; kayıp zamanların, kayıp insanları olarak zaman doldurmaktalar…

Öncelikle yaşamlarımızda şu anda durulan kıyıyı tanımlama,
Etrafa alıcı gözle bakabilme cesaretini, içinden çekip çıkarma, Olanı olduğu gibi; ama keskin, ama soğuk tüm gerçekliğiyle adlandırma,
Sonrasında biraz da olsa silkenlenip: Ne? ve kim? olduğunu bulma,
Az daha gayret, biraz daha çaba,
Hiç olmassa başlarda arada sırada da olsa, hayatta “ektiğini biçmek” kadar değişmez kuralların da olduğunu hatırlama...
Aksi halde de; yaşanalara hayıflanmama...

Gerçekten bu kadar zor mu dersiniz?
O halde neden istemezsiniz?

Sevgi ve ışıkla

Ayna

07.12.06

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..