Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

E. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Öztürk

http://blog.milliyet.com.tr/emeklibirsubay

19 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Emekli bir subay

Bugun; kendimden degil, baska bir emekli subaydan soz ediyorum. Nazmi Albay. Nazmi Alacadagli. Bakin emekli olduktan sonra neler yapmis:

" Bugün, okulda karşılaştığımızda, Ülkü öğretmen, okulda yaptığım çalışmalarla ilgili, WEB sayfasına koymak üzere benden bir şeyler yazıp yazamayacağımı sordu. Hayretle, hemen iki yıldır Özel İlgi Özel Eğitim Merkezinde gönüllü olarak çalışmama, bu çalışmalarımı heyecanla tanıdığım-tanımadığım herkese anlatmama, beni etkileyen hemen her konuda yazılar yazmama karşın, bu konuda derli toplu bir şeyler yazmamış olduğumu fark ettim.

"Elbette yazarım.." dedim ve havuz çalışması sonrası eve gelir gelmez yazmaya başladım. İnsanın etkisi altında kaldığı bir konuyu birilerine anlatması ile o konuyu yazması farklı şeyler. Anlatmak kolay. Anlatırken duyguları ifade etmek, zorlanmadan, kendiliğinden olan bir şey. Oysa yazmak çok zor. Hissedilenleri kağıda dökmek kolay değil. Ama deneyeceğim. Sanırım uzun bir yazı olacak. Ama bu siteye girenlerin bu yazıyı ilgiyle okuyacaklarından eminim. Çünkü, eğer becerebilirsem, yüreğimle yazacağım.

2004 yılı eylül ayında emekliye ayrıldım. Ülkemizde sadece subaylar, 31 hizmet yılını bitirdikten sonra, zorunlu olarak emekliye sevk edilirler. Emekli oldukları yaş ortalama olarak 51-53 yaşlarıdır. Yani oldukça erken bir yaş. Ama yasa böyle. Emekli olduğumda Tuğçe (kızım) üniversite son sınıfa geçmişti. Onun da onayını alarak, haftanın belli günleri, özellikle akşam saatlerinde, gönüllü çalışmak üzere, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesindeki tanıdığımız bir profesöre başvurduk. Amacım, "hem kızımın yaşamın farklı bir boyutunu daha öğrenmesi, hem de ikimizin birlikte insanlara yararlı olacak bir hizmet yapması" idi. (Hastaların her tür temizliği dahil, verilecek her türlü görevi yapabileceğimizi özellikle belirtmiştik.) Arkadaşım önerimizi büyük bir memnuniyet ve heyecanla karşıladı ve konuyu ilgililere açacağını söyledi. Bir hafta sonra beni arayarak; "üzgünüm, üniversitede böyle bir uygulama için mevzuat müsait değilmiş.." dedi.

Bunun üzerine, Gölbaşı'nda bulunan ve görev sürem içinde çok yakın ilişkiler kurduğumuz Zihinsel Yetersiz Çocuklar Yardımlaşma Vakfına başvurdum. Arabamla her tür hizmetlerini gönüllü olarak yapabileceğimi belirttim. Onlardan da aynı cevabı aldım.

Bir Pazar yürüyüşünde Necla Hanımla tanıştım. Mustafa Bey'le uzun yıllardır tanışmama rağmen eşiyle daha önce tanışmamıştım. Yürüyüş sırasında sohbet ederken bu konuyu anlattım. Necla Hanım, "isterseniz yarından itibaren bizimle çalışabilirsiniz.." dedi. Böylece 2005 yılı aralık ayında Özel İlgi Özel Eğitim Merkezinin gönüllü çalışanı oldum.

Yaşım, mesleğim ve yaşam deneyimim, karşılaşacağım hiçbir olayın beni şaşırtmayacağını öğretti bana. Tek cümle olarak, iki yıldır, burada yaşadığım olaylar beni şaşırtmamış olsa da çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim.

Necla Hanım başlangıçta, benden, havuz çalışmasına giden çocukların soyunup-giyinmelerine ve duş almalarına yardımcı olmamı istemişti. Bu şekilde başladım. Süreç içinde, çocukları tanıdıkça, Hakan ve Ümran öğretmenlerle birlikte, havuza girmeye pek istekli olmayanların havuza girmelerine yardımcı olmak ve yüzme bilmeyenlere yüzme öğretmeye çalışmak amaçları öne çıktı. Bu ara, çocuklar da beni yavaş yavaş aralarına kabul etmeye de başlamışlardı. İkinci ayın sonunda, Merve, o meşhur hareketi ile yavaşça dönerek bana yaklaştı ve parmağı ile boğazıma dokundu. Merve beni kabul etmişti en azından. Sonra Gökhan, "Nazmi Bey" demeye başladı. Alper'le zaten anlaşıyordum. Onur, yüzmeye ilk başladığında, onun da benim de sevinçlerimiz görülmeye değerdi. Mert başlı başına bir dünya. Hem suyu çok seviyor, hem de çekiniyordu. Kendi başına yüzmeyi en uzun sürede o öğrendi. Ama, o gün, tutmakta olduğum ellerini bırakıp, ilk kez kendi başına derin suda yüzmeye başladığında onu herkesin görmesini isterdim. Çığlık atıyordu sevinçten. Önce, "Anneme söyleyeceksin değil mi?" diye bağırdı. Hemen arkasından ekledi: "Hakan'a söyle, bana baksın.. Hakan'a söyle, bana baksın.." Keşke tüm insanlar, benim o an hissettiklerimi yaşayabilseler. Sevinçten içim titriyordu. Bu duyguyu yaşayan insanların bambaşka ve yaşanılası bir dünya yaratacaklarından eminim. Savaşsız, barış ve huzur dolu bir dünya. Canmert bazen yüzerken, arkamdan yaklaşıp, sevecenlikle boynuma sarılıyor ve beni suya batırıyor.. ben başımı sudan çıkarınca öyle bir gülümseyişi var ki, dünyalara değer. Barış, duş sonrası onu kurularken o kadar güzel ve anlamlı bakıyor ki, etkilenmemek elde değil. Bunlar en sık gördüğüm, bir arada olduğum çocuklar. Bir de saat 13.45-14.30 arasında müzik yaparken tanıştıklarım var.

Ve müzik çalışmalarımız. Hakan öğretmenle, bazen Serdar öğretmenle takviyeli, havuz öncesi bir ders saati boyunca, ud ve saz çalıyoruz. En büyük solistimiz, elbette ki, Pelin. Dinlemeyenlerin, Pelin'i en az bir kez dinlemelerini öneririm. O hem sanatçı, hem yönetmendir. Hakan'la bana ne zaman tekrar yapacağımızı, ne zaman müziği keseceğimizi mutlaka söyler.

Bu ara, yavaş yavaş aileleri de tanımaya başlamıştım. Bu çocukların anne ve babalarının böylesi bir sabır ve özveri ile sevgilerini böylesine cömertçe vermeleri, insanlık tarihi açısından incelenmeye değer bir olay bence. Her biri, çocuklarına gösterdikleri ilgi ve sevgi ile birer abideler sanki.

Ve buradaki öğretmenler. Giderek onları da tanımaya başladım. Her biri kendisini bu çocuklara adamış, minicik dünyalarında en büyük yeri bu çocuklara vermiş öğretmenler. Hele kızların, yani bayan öğretmenlerin o çocuklara bir sarılışları, bir öpüşleri var, görmeye değer. Bir insan, bağrına basarak bir çocuğu ancak böyle yapmacıksız ve içten öper. Ve diğer çalışanlar. Buradaki herkes sanki seçilerek bu mekana girmiş gibi. Herkes yerli yerinde.

Fotoğraf çalışmalarına bir tesadüfle başladık. Hem çocukların yaptıkları faaliyetleri fotoğraflıyor, panolara asıyor, hem de onlarla birlikte fotoğraflar çekiyoruz. Yine öğretmen arkadaşların sonsuz sabır ve gayreti ile, çocukların vizörden bakmalarını sağlamak, onlara deklanşöre basmayı öğretmek ve nihayet çocukların fotoğraf çekmelerini sağlamak az iş mi? Çocukların çektiği her anlamlı fotoğraf bizim için sonsuz değeri olan bir hazine sanki. Onları okulun duvarlarına asarken gözlerimiz parlıyor.

Salı günleri mutlaka, diğer günlerde çağrıldığım zaman, birlikte yapacağımız bir çalışma olduğu zaman okula geliyorum. Bu kadar özverili, bu kadar işini benimsemiş, bu kadar güzel insanlarla bir arada olmak oldukça güzel. Ben onlarla ve çocuklarla birlikte olmaktan büyük bir keyif alıyorum. Hele gözle görülür ya da hissedilir bir katkım olduğu zaman sevinçten uykularım kaçıyor.

Samimi olduğum insanlara burada yaşadıklarımı-zı anlattıkça, onlardan çoğunlukla; "yok abi.. ben yapamam öyle şeyleri.." cümlesini duymak beni şaşırtıyor. Bu toplum böyle değildi.. 1980'lerden sonraki bozulmayla başladı her şey. Değerler sistemimizin altını üstüne getirdiler. Birey yaratalım derken, kendi dünyaları dışındaki dünyalara ve insanlara duyarsız, bencil ve sevgisiz insanlar yaratılar. Ben, Mert ya da Barış'a duş yaptırırken ya da onları kurularken-giydirirken kendi çocuklarıma davrandığım hoyratlıkla davranıyorum. İnsanların bu konudaki seçiciliklerini gerçekten anlayamıyorum. Belki de başkalarına verecekleri sevgileri yoktur.

Keşke sevgi ve ilgimizi koşulsuz verecek insanlar olabilsek..."


***

Not: Soz. Fotograf bulursam yayinlarim.

 
Toplam blog
: 798
: 2506
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

Harp Okulu 1974 mezunuyum. 1983'de Kurmay Subay olarak mezun oldum. 1987 yılında Silahlı Kuvv..