Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '16

 
Kategori
Güncel
 

Emin Çapa; "Tüm canlıların yaşamı kutsaldır. Biri diğerinden üstün değildir."

Emin Çapa; "Tüm canlıların yaşamı kutsaldır. Biri diğerinden üstün değildir."
 

Emin Çapa ile sohbet etmek, her çeşit ve en kaliteli yemeklerle donatılmış bir sofrada ziyafet gibi. Her konuda kaynakları ile birlikte bilgiler sunan ve bundan inanılmaz haz alan bir insan. Aslında ben ekonomiden hiç anlamam. Emin Çapa ile görüşmek isteme nedenim ise, onun bir Aykırı Zihin olması. Bilim aşığı bu güzel insanla harika bir sohbet gerçekleştirdik. Hadi buyrun okumaya…

 

 

Öncelikle şunu belirteyim. Gazeteci değilim, sorularım o nedenle size farklı gelebilir, yanlış sorular sorabilirim. Bir gazeteci ile röportaj yapmak benim için zor olabilir, lütfen kusuruma bakmayın...

 

Gazetecilikte şöyle bir şey vardır; yanlış soru değil, yanlış cevap vardır.

 

Öğrenme açlığı içten gelen bir durum. Ama aktarma ve can hıraş anlatmaya çabalama... Karşımda bir "Anlatan Adam" var ve mükemmel anlatan bir adam... Bu "Anlatan Adam" olma hali bilinçli bir seçim mi?

 

Şimdi açlık kısmı dediğiniz gibi içten geliyor ama biraz ailemin de etkisi var. Onlar kendi yapamadıkları, okuyamadıkları, anlayamadıklarını kendi çocukları üzerinden başarmak istediler. Kardeşim bu yola sapmadı. Üniversiteye gitmeyi tercih etmedi. Ama bende öyle olmadı. Yere yatarak kitap okumayı çok severim. Ortaokula, liseye giderken, ben yerde kitap okuduğumda ve sonra kalkmak zorunda kaldığımda, döndüğümde kitabın yerden yüksek bir yere kaldırıldığını görürdüm. Yani romana bile Kur’an muamelesi yapılan bir evde büyüdüm. Okumak kutsaldı. Bunun tabi sizin üzerinizde bir etkisi oluyor. Öğrenme açlığınızı tetikliyor. Mesela ben çantamda kitap olmadan dışarı çıkamam. Kendimi aşırı gergin hissediyorum. Aynı yükseklik korkusu ya da kapalı alan korkusu olan insanlar gibi düşünün. Geriliyorum ve rahatsız hissediyorum. O yüzden tatile giderken yanımda çok fazla kitap taşıyorum. Ya da eğer yoksa herhangi bir yerden rastgele bir kitap alma durumuna bile geliyorum. Eskiden bir şey okuyamadığım zaman ellerim titrerdi. Şöyle rüyalar görürdüm; dünyada çok şey var ve sen hiçbir şey bilmiyorsun. Bilinecek çok şey var ama ben cahilim, cahil öleceğim, hepsini öğrenemeyeceğim... Ailemden gelen bir şey bu. Çünkü onlar okuyamadıkları için hiçbir şey bilmediklerini düşünürlerdi ve bu anlamda benim çabalarımı hep desteklediler. Zamanla her şeyi bilemeyeceğini anlıyorsun tabi ama tam olarak da kurtulamıyorsun bundan. Öğrenmek beni inanılmaz mutlu eden bir durum. Yaptıkça yapasın gelen bir şey bu. Anlatma kısmına gelince, ailem çok soru sorardı ve ben de okuduklarımı onlara anlatırdım. Sevgi ve bilgi anlatıkça artan bir şey. Kendinde tutmanın manası yok. Mesela nefret anlattıkça azalır ama sevgi ve bilgi  tam tersidir. Ben yıllardır kültür turları yaptırıyorum. Gezdiğimiz yerlerde değişik bilgiler anlatmayı seviyorum. Araştırıyorum, öğreniyorum ve bunları anlatıyorum. Paylaşmayı seviyorum. Mesela tek başına sinemaya da gitmeyi sevmiyorum, insanları seviyorum. Bir elektrik aktarıyoruz birbirimize. Mutluluk, heyecan... Yarin gül yanağı hariç, her şeyin paylaşılabileceğinden yanayım.

 

 

 

“Ben ne yapıyorum?”

 

Bir noktada kendime bir şey sordum... Ben ne yapıyorum? Ekonomi anlatıyorum. Peki kime anlatıyorum. Bir jargonumuz var ve bilene anlatıyoruz. Sonra bilmek isteyene basitleştirerek ama vulgarize etmeden anlatmak istediğime karar verdim. Ben anladıysam herkese de anlatabilirim noktasına geldim. Türkiye bilim ve akıl açısından bir çöle döndü. Ben bundan çok mutsuzum. Sanat, teknoloji ve saf bilimden bu kadar uzak olmasından çok rahatsızım. Bir farkındalık yaratabilirsem, bir kişi de olabilir, on kişi de olabilir, bu bir kar diye düşünüyorum. Kendimi iyi hissediyorum. O bilginin üstüne kilit vurayım ben de dursun demokratik bir tavır da değil. İnsanlarla paylaşılmalı ve ben bundan çok haz alıyorum. Aynı şekilde dinlemekten de haz alıyorum. Konferanslara gidip dinlemeyi çok severim. Bazen öyle konferanslara gidiyorum ki yüzde kırkını anlayabiliyorum, çünkü profesyoneli olmadığım konular ve konuşmacı işin profesyoneli için anlatıyor. O zaman da çocukların masal dinlediği gibi dinliyorum. Bilgileri birbirine bağlamayı çok seviyorum ve bunu paylaşmayı da aynı şekilde seviyorum. Çünkü bunlar anlatılmayan şeyler. Bilginin içerisinde yüzüyorsun ve bir yerlere bağlıyorsun. Bilmek isteyen bir insan varsa benim gibi, ben her türlü anlatabilirim ona. Çünkü o da benim gibi bilmek istiyor. Saçma sorular da sorabilir, ben de sorarım bazen saçma sorular. Çünkü benim saçma sorular sorma özgürlüğüm var. Ders derste öğrenilir. Sormalısın.

 

"Ben kimim ve evrenin içerisinde neyim?" Bir toz zerresinden bile küçüksek ki öyleyiz, varoluşunuzu nasıl anlamlandırıyorsunuz? Varoluş sancısı çekenlerden misiniz?

 

Sürekli olarak kendime şöyle bir eziyet yapmıyorum; Ben kimim, ben neyim... Niçin bu hayatım var benim elimde ve bunu ne yapacağım diye soruyorum. Nereden geldim, nereye gidiyorum sorusunu sormuyorum sürekli olarak kendime. Çünkü evrimsel süreçlerin içerisinde gerçekleşen bir olaslık olduğumu düşünüyorum ve bilim de bana böyle söylüyor. Ama hayatımı anlamlandırmak  benim elimde, onu ancak ben yapabilirim. Sheaksper'in çok sevdiğim bir sözü vardır, ''Her köle kendi avucunda taşır, köleliğinden kurtulma gücünü''. O bunu en kötü hiçbir umut kalmadıysa, köle olarak yaşamaktansa intihar edersin manasında söylüyor. Evet ben birşeyleri taşıyorum kendi avucumda. Ama şunu taşımıyorum mesela. Brad Pitt olma şansını taşımıyorum, öyle bir olasılık yok. O benim değiştiremeyeceğim bir şey. Ama benim değiştirebileceğim şeyler var hayatıma dair. Bir takım seçimler var ve onları yapmak ya da yapmamak benim elimde. Ben giderek olgunlaşma sürecimle birlikte, o seçimlerimi daha bilinçli yapıyorum. Yirmili yaşlarımda yaptığım hataları yapmış olmaktan dolayı da memnunum. O yaşlarda, bu yaşımdaki gibi düşünmek istemezdim. Yaşamalıydım onları. Dolayısıyla ben de kendime 'Ben ne yapıyorum? Olduğum durumdan mutlu muyum? Daha iyi olabilir mi?' diye soruyorum. Ama kendime eziyet etmiyorum. Hedonist değilim ama mutlu olmak gerektiğini düşünüyorum. Varoluşuma anlam katan ya da katamayan da benim. İnsanlar kendilerini nasıl daha iyi hissediyorlarsa, seçimlerini o yönde yapmalılar. Dünya dertlerine aldırmak istemeyebilirler, bu da onların seçimidir. Hani derler ya cehalet mutluluktur, ama ben bu saatten sonra ve bu bilinç düzeyinde onu tercih edemem. Eğer çok okumak beni mutsuz edecekse cehalete geri dönemem. Kaldı ki çok okumak beni mutlu eden bir şey. Ama bulunduğum anda nasıl mutlu olabilirimi de düşünürüm. Mesela ben çok dans ederim. Teknoyu çok severim. Ritm duygum da vardır ve saatlerce dans ederim. Çünkü seviyorum ve o bana mutluluk veriyor. Hiçbir şeyi sadece vazife duygusuyla yapmıyorum.

 

“Pis bir su birikintisindeki bakteri, milyarlarca yıl yaşamını sürdürebiliyorsa, sizin ondan üstün olduğunuzu gösteren nedir?”

 

Bu yaşadığım hayat sadece bana mı ait diye düşünürüm. Mesela eski sevgililerimin hiç mi hakkı yoktur. Annemin, babamın, kutup ayılarının, kedim Osman'ın, oğlumun, hiç tanımadığım Afrikalı çocukların... Benim hayatım üzerinde hiç mi hakkı yoktur? Ben bunu söyleyemem, çünkü vardır. Ve ben bu bilinçle yaşamak zorundayım, bu sorumluluğu da hissetmek zorundayım. Bu benim kendimi insanlığa adayacağım, insanlığı kurtaracağım anlamında değil. Tabi ki ben insanlığı kurtarmayacağım, kendimi ancak kurtarabilirim. Ama şu bilince de sahip olmak zorundayım. sokaktaki aç kediler, bir darı tanesi peşinde koşan kuşlar, kuyruğu kesilmiş köpekler... Bunlara karşı bir sorumluluğum var. Bilimde, astronomide çok önemli bir şey vardır. Astronomlar uzaydan gelme olasılığı olan gelişmiş canlıların, kötü olacağına ihtimal vermezler. Çünkü bilinç düzeyi geliştikçe, canlıların daha fazla sorumluluk sahibi olacaklarını düşünürüz. Onların bize zarar vermeyeceğini düşünür astronomların büyük kısmı. Biz eskiden uzay aracı yolladığımızda 900 derecede fırınlanıyordu. Üzerinde bir bakteri ya da virüs kalırsa ve herhangi bir şekilde oraya taşınırsa, orada bazı yaşam formları varsa onları yok edebilir diye. Darwin der ki; pis bir su birikintisindeki bakteri milyarlarca yıl yaşamını sürdürebiliyorsa, sizin ondan üstün olduğunuzu gösteren nedir? İşte bu bilinçle fırınlıyorduk cihazlarımızı. Şimdi ise büyük bir sorunumuz var. Cihazlar çok gelişkin olduğu için fırınlayamıyoruz. Işınlara tabi tutuyoruz ama yüzde yüz arındıramıyoruz. O yüzden gönderilen robotları, Mars'a gönderilen Merak Robotu gibi, su olmadığını düşündüğümüz yerlere yolluyoruz. Ondan 1,5-2yıl sonra su olduğunu düşündüğümüz yerlere yolluyoruz. Eğer hala üstünde dünya  kökenli virüs ve bakteriler kaldıysa, ölmesini ümit ediyoruz. Bunu neden anlattım. İnsanoğlu bu kadar gelişkinse gelişkin olmayanlara karşı hiçbir sorumluluğu yok mu? Var. Kapitalizmin ta kendisini görüyorsunuz ekonomide. Fakirlerin zenginlere karşı, güçlülerin zayıflara karşı hiç mi sorumluluğu yoktur? Vardır ve olmalıdır da. O zaman bilenlerin de bilmeyenlere karşı sorumluluğu vardır ve olmalıdır. Paylaşımcı olmamın bir nedeni de budur benim. Bunu da bazıları Polyanna gibi yorumluyorlar. Hayır hiç de öyle bir tarafım yok. Gayet de akıl ve mantık tarafından bakıyorum. Bu bir sorumluluktur ve olmalıdır. Çünkü ben bilgisayar yazılımı ve robot değilim...

 

Milyonlarca yıldır hiçbir canlı Homo Sapiens Sapiens canlısı kadar yaşadığımız dünyaya zarar vermemiştir. İnsan canlısı olmasaydı dünyanın geleceği daha mı parlak olurdu?

 

Bilmiyorum, o kadar emin değilim. İnsan hem dünyadaki en iyi canlı, hem de en kötü canlı. Çok iyi ve güzel insanlar da var, çok vahşi ve kötü insanlar da var. Ama insan olmasaydı daha mı iyi olurdu, bilmiyorum. Dünyada bizden önce de yaşam vardı, bizden sonra da olacak. Dünyadaki bütün canlıları yok etsek, bir süre sonra yine orman dolar. Şu anda dünyaya gelmiş bütün türlerin sadece %4'ü var, %96'sı yok olmuş... İnsan olmasaydı düşünsenize Kral Lear da yazılmayabilirdi, İlyada da yazılmayabilirdi. Ya da Marlowe olmayabilirdi. Yaşar Kemal olmayabilirdi. Özetle insan olmasaydı, güzellikler de olmayacaktı. Ama dünya da bunun farkına varmayacaktı tabi. İnsan en harika, en güzel canlı değil. Ama tabi en akıllı canlı şu an için...

 

Bilinç? Hayvan bilinci insan bilincinden çok mu farklı? Bizler neden kendi bilinç düzeyimizi diğer tüm canlıların üzerinde görürüz?

 

Ben vejeteryanım, ahlaki vejeteryanım. Yani beğenmediğim için vs. gibi sebeplerden değil. Ama kimseye de dayatmıyorum. Bilinç dediğimiz şey acaba ne? Farkında olmak. Bence bilinç büyük oranda kendinin farkında olmak. Acaba evrimsel olarak zeka bir üstünlük mü? İnsan açısından evet. Çünkü pençeleri yok, koşamıyor vs. Biz zekayı bir silaha dönüştürmüşüz ve üstünlük kurmuşuz. Zeka bugün geldiğimiz noktada, aynı zamanda evrimsel bir felaket de olabilir. Aslında biliyor musunuz küresel ısınma dünyayı tehdit etmiyor. Küresel ısınma hayatı vs etkiliyor ama insan kendi türünü yok etme tehditi oluşturuyor. Küresel ısınma ile canlıların bir kısmı yok olacak ama onun yerine yeni canlılar çıkacak. Dinazorların soyları tükenmeseydi, biz memeliler “dünyanın hakimi” olamayacaktık.  İnsan zekası şu anda insan türüne karşı bir silaha döndü. Biz bundan ancak bilinçle ki ben buna vicdan diyorum kurtulabiliriz. Kim olduğunun farkına varmak, kendini konumlandırmak ve büyük bir alçakgönüllülükle yerini ve haddini bilmek, beraber yaşama bilinci geliştirmek olarak tanımlıyorum vicdanı ben. O zaman siz köpeklerin, kedilerin, kargaların sizden daha geri olduğunu sizden daha aşağıda olduğunu söyleyemezsiniz. Yaşam kutsaldır. Tüm canlıların yaşamı kutsaldır. Bu soru bu kadar kolay yanıtlanacak bir soru da değil.

E-mail: drsevdasarikaya@gmail.com
Twitter: @drsevdasarikaya
Facebook: Yrd Doç Dr Sevda Sarıkaya
Instagram: @dr_sevda_sarıkaya

 

 

 

 
Toplam blog
: 50
: 295
Kayıt tarihi
: 28.05.15
 
 

Nöroloji uzmanı Yrd. Doç. Dr. Sevda Sarıkaya 1977 yılında İstanbul'da doğmuştur. İlk, Orta ve Lis..