Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Emin Çölaşan hakkında aykırı bir görüş

Emin Çölaşan hakkında aykırı bir görüş
 

20 yıl kadar bir süre Hürriyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapan Emin Çölaşan’ın –kibar bir tabir ile- gazetedeki görevine son verildi. AKP hükümetinin en sert muhaliflerinden birisi olan Çölaşan’a yönelik bu operasyon, basın ve fikir özgürlüğü kapsamında, muhalif bir sesin susturulması olarak değerlendirildi.

Eğer bu, perde arkasında iktidar partisinden medya grubuna yönelik bir baskı ve bu baskı sonucu oluşan bir operasyonsa gerçek anlamda bir basın özgürlüğü problemi ile karşı karşıya kaldığımız doğrudur. Ancak olaya iki açıdan bakma eğilimindeyim; Birincisi olayın geçtiği günden bu yana, olayın içyüzüne ait muhtelif yerlerden edindiğim bilgiler, bir diğeri ise Emin Çölaşan’ın muhalif kimliğinin niteliği, düzeyi ve içeriği.

AKP’de Emin Çölaşan’a ait bir rahatsızlığın olmadığı elbette söylenemez. Ancak onun kovulmasına doğrudan bir etki, komut ve yönlendirme olduğuna dair bir işaret yok. Aksi yönde Fatih Altaylı’nın, -zannedersem kendi haber portalında- yazdığı yazıda, Aydın Doğan’ın (ki Hürriyet'te beraber çalışmışlardı) iktidar partisinin isteği doğrultusunda bir yazarı görevden almayacağını şu sözlerle ifade etti; “Komplo teorisyenleri bu kovulma ile AKP arasında bir bağ kurmaya çalışacaklardır. Bence böyle bir bağ yok. AKP elbette Çölaşan’ın kovulmasına memnun olmuştur, ama Aydın Doğan bir siyasi parti lideri istedi diye yazar kovmaz. Tam aksine o yazarın varlığını bir denge unsuru olarak kullanır. Aydın Bey, bir yazarı artık işine yaramadığına inandığı zaman kovar.”

Açıkçası bünyesinde, Bekir Coşkun, Oktay Ekşi, Özdemir İnce, gibi sert muhalif yazarlar barındıran, üstüne üstlük, Yılmaz Özdil gibi bir başka sivri (şimdi "kalem" diyeceğimi zannediyorsunuz ama ben burada sıfatı yazarın zihin yapısındaki köşelerin şekli babında kullanmak istiyorum) görüşlü yazarı işbaşına getiren bir gazetenin, Emin Çölaşan’ı iktidar partisi istedi diye görevden uzaklaştırması çokta akla yatkın değil zaten. Bu noktada, AKP’de bir memnuniyetten bahsedilse bile kişisel görüşüm, bu olayda iktidarla medya arasında bir dayatmanın gerçekleşmediğidir.

Ancak bu ne AKP’nin bu yönde bir baskı yapmayacağı, ne de medya patronlarının bu yönde bir baskıya direnebilecekleri anlamına gelmez. Bunun birçok örneği de yaşanmıştır zaten. Son Sabah Gazetesi operasyonunda bu etki kısmende gözüktü.

Bu olayı daha çok medyada sahip-kurum-çalışan ilişkileri ve gazetelerin yayın ilkeleri açısından değerlendirmek gerekir bence. Örneğin her gazetenin her fikre açık olması gibi bir ilke var mıdır? Ve bu ilke doğrultusunda gazete sahibi beğenmese de her yazara yer açmalı mıdır? Bu konu elbette tartışmalı bir nokta. Şu soru sorulabilir; Cumhuriyet Gazetesi'nde dindar, kürt kimliğini ön plana alan, Cumhuriyet felsefesini yeni baştan ele almak isteyen, AB süreci taraftarı ya da statüko karşıtı özgürlükçü solcu bir veya birden çok yazar neden yer almıyor? (Gerçi haksızlık yapmayayım Oral Çalışlar'ın özgürlükçü solcu niteliği diğerleri arasında fark ediliyor) Örneğin Aydın Engin, fikirleri ulusalcı görüşle farklılaşmaya başlayınca neden Cumhuriyet’ten ayrılmak zorunda kaldı. Bu da bir basın özgürlüğüne müdahale midir, yoksa basın kurumunun kendi ilkeleri doğrultusunda tasarrufta bulunması mıdır?

Ben bu noktada Emin Çölaşan ve Hürriyet arasında yaşanan bu ayrılık işleminin basın özgürlüğü edebiyatı ile dillendirilmesini anlamlı bulmuyorum. Yalnızca ulusalcıların her zaman ki gibi, olayı komplo teorisi kıvamına getirmesi ve olayları kendi zihinlerinin kavrayabileceği basit düz formüllere indirgenmesi olarak yorumluyorum.

Gelelim olayın diğer yönüne, yani Çölaşan’ın muhalif kimliğinin niteliği, düzeyi ve içeriği konusuna. Çölaşan’ı ilk olarak 1989 yılında yayınlanan “Turgut Nereden Koşuyor” kitabı ile tanıdım ve itiraf etmem gerekir ki, lise yıllarımı yaşadığım o dönemde sıkı bir Özal muhalifi olarak kitabı bayılarak okudum. Tarzı mı komikti, yoksa anlattıkları mı hatırlamıyorum ama kitabın beni kahkahalara boğduğunu anımsıyorum. Özellikle de Turgut Özal’ın, ithalatın sınırlı ve gümrük vergilerinin çok yüksek olduğu yıllarda, DPT’de görev aldığı dönemde, bir yurtdışı gezisinden dönerken, eşine aldığı iç çamaşırları, sırf vergi vermemek için kendi üzerine giymesini anlatan hikâye oldukça ilginçti.

Ancak o zamanlarda bile, bir gazetecinin bu bilgilere nasıl ulaşmış olabileceği hep merak konusu oldu benim için. Yazarlığa başladığı yıllarda da Uğur Mumcu’nun veliahttı olarak görülmüş ve araştırmacı gazetecilik unvanı edinmişti. Ancak garip bir şekilde hiçbir zaman şeffaf kaynaklara sahip olmadı ve bu yöndeki eleştirilere kendisi de kaynağının “minik kuş” olduğu esprisi (veya pişkinliği) ile yanıt verdi.

Ortaya çıkardığı şeylerin, ciddi anlamda skandal yaratma potansiyelleri olsa da, büyük olasılıkla bürokrasi içindeki güç çatışmalarında, karşılıklı dosyaların pazarlanması işinin son adımına hizmet ettiğinden olsa gerek, ortaya atılan iddiaların üzeri kısa bir süre sonra kapanırdı. Bilgi edinme, bunları piyasaya sunma konusunda başarılı olsa da, kendi görüşüm, mesleğini ülkenin demokratikleşmesi yönünde değil de, otoriter bir yapı içinde kalması için icra ettiği yönündedir.

Ayrıca bu işlemi yaparken, gazeteciliğin temel ilkelerini ihlal ettiğine, hakaret etmekten çekinmediğine, olayları fazlası ile kişiselleştirdiğine her yazısında tanık olmak mümkündür. Ayrıca, basın özgürlüğüne çok inanan bir kişi olduğunu da hiçbir zaman düşünmedim. 28 Şubat döneminde, sahte andıçlar ve gazete patronlarına doğrudan yapılan baskılarla görevden alınan Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın ardından çıtını çıkarmayan, aksine memnuniyetini dile getiren insanların, basın ve fikir özgürlüğüne de inanmak çokta mümkün değil zaten.

Ancak ben Emin Çölaşan’ın kendi fikrine uygun bir basın organında, “korumalara gerek duymadan” mesleğine devam etmesini gönülden dilerim.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..