Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '07

 
Kategori
Tarih
 

En baba blogcu

En baba blogcu
 

Bugünkü Hindistan, Pakistan ve Afganistan’ı kapsayan topraklarda üç yüz otuz iki yıl hüküm sürmüş Babürlü devletinin kurucusu olan Zahireddin Muhammed Babür, otuz altı yıllık hükümdarlığında devletini küçük bir emirlikten büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Timurlenk’in beşinci göbekten torunu olan Babür, devlet adamlığının yanı sıra seçkin bir asker ve büyük bir şairdi. Ama zengin kişiliğinin en önemli ve bugün bizi ilgilendiren yanı onun aynı zamanda iyi bir günlük yazarı olmasıdır. Ayrıca, Çağatay Türkçesinin Ali Şir Nevai’yle birlikte en önemli iki şairinden biri olan Babür’ü beş yüzyıl öncesinin önemli bir blogcusu olarak nitelendirmek de mümkün.

Babür’ün bizzat kaleme aldığı, kendisinin “Vekayi” olarak adlandırdığı ancak bugün, “Baburname” olarak bilinen eseri, “İslam edebiyatında hatırat türünün ilk örneği” olarak kabul edilir. Baburname güçlü ve despot bir hükümdarın kaleminden çıkmıştır ama bir tarih kitabından çok gündelik yaşamı kaydetme çabasının ürünüdür. Onbeşinci yüzyıl sonu Onaltıncı yüzyıl başında yaşadığı coğrafyada, ele geçirdiği ülkelerde hayatın ayrıntılarına dair canlı ve keyifli bir eser meydana getirmiştir.

Babür, günlüğüne “Salı günü beş Ramazan 899’da (1494) Fergana vilayetinde on iki yaşında padişah oldum” diye başlar. Orijinali Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan Vekayi, Reşit Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesine çevrilmiştir.

Baburname, bir padişahın dikte ettirdiği kibirli bir vekayinameden çok gerçekçi ve alçak gönüllü bir vakanüvisin kaleminden çıkan samimi bir dille yazılmış bir günlüktür. Yıl esasına göre ayırdığı bölümler “.... senesinin vekai” diye başlar ve yıl içinde yaşanmış önemli olayları, savaşlarını, yenilgilerini, zaferlerini zengin ayrıntılarla ve objektif bir bakışla anlatır. Amacı kendi ifadesiyle şudur: “Bunları yazmaktaki amacım şikayet değil, gerçekleri söylemektir; bu söylenenlerdeki amaç kendimi tarif değil, gerçekleşmiş olanları beyan etmektir. Burada böylece her sözün doğrusunun ve her işin olduğu gibi yazılması gerekli sayıldığı için şüphesiz ki, baba ve büyük kardeşten iyi ve kötü ne duyulup görülmüşse onları söyledim, akraba ve yabancıdan da ne kusur veya meziyet görülmüşse onları yazdım. Okuyan mazur görsün, işitenler de kınamasın.”

Eğer bugün aramızda yaşayıp da blog yazsaydı daha çok gündelik yaşam ve askerlik kategorisini seçerdi. Ama onun için, savaş, fetih gibi özel kategoriler de oluşturmak zorunda kalırdı Milliyet Blog yönetimi. Konuları zengindir ama o bizler gibi, aşk/evlilik konularında yazmazdı pek. O, savaşları kazanmak için ne planlar yaptığını, kimlerle ittifak kurduğunu, düşman ordusuna hangi yanından saldırdığını falan anlatırdı. Babür’ün “blog”u kendisini zehirleyen aşçılarını parçalatması, kestirdiği düşman kellelerinden kuleler yaptırması gibi ayrıntılarla doludur. Yenildiği ya da başarısız olduğu zaman da bunu sebepleriyle birlikte dürüstçe itiraf eder. Tüm Hindistan’ı, Afganistan’ı fethetmiş büyük bir hükümdardır ama o aynı zamanda düzenlediği dost meclislerinde arkadaşlarıyla birlikte içki içen, afyon çiğneyen, eğlenen ehli keyf birisidir.

İyi bir gözlemcidir. Hindistan’da gördüğü doğal çevreyi, meyveleri, bitkileri ve hayvanları tek tek inceleyip Babürname’de tasvir eder. Arkadaşlarıyla sohbetlerini, planlarını, hedeflerini bir bir yazar. Etrafındaki kişilerin, dostlarının, düşmanlarının karakterlerini not eder. Tanıkların deyişiyle, “kafirleri hunharca katleden” Babür'ün en sevdiği savaş ritüellerinden biri zafer kazandığı muharebelerde öldürülen düşman askerlerinin kellelerini kestirip üst üste dizdirerek kendi deyimiyle “minare” diktirmektir. Bu minareleri zevkle seyreder ama aynı zamanda yeri geldiğinde en azılı düşmanının bile canını bağışlamasını da bilir.

Savaş alanında bu kadar acımasız bir hükümdar olan Babür, bunun yanı sıra çok cömert, alçakgönüllü ve bağışlayıcı, bir insandır. Kendisine ihanet eden, tuzak kuran hasımlarını bile yakalattığında suçunu itiraf edip pişmanlığıın belirttiği sürece kolaylıkla bağışlayıp hediyelerle geri gönderir: “O kadar uğursuzluk etmiş olan Muhammed Şerif Müneccim derhal tebrik için geldi. Ağzıma geleni sövüp saydım içimi boşalttım. Kafir uğursuz, kendini beğenmiş, serkeş bir adamdı fakat eski hizmetleri vardı. O yüzden biraz hediye verdim. Memleketimi terk edip gitmesine müsaade ettim.”

Çevresindekilere göre, Babür, “fazilet babında eksiği olmayan, Türkçe ve Farsça nesir ve nazım söylemekte emsalsiz, bilhassa Türkçe divanında taze manzumlar bulup söyleyen” biridir. Ve zamanında “...dil bilen okumuş halk arasında onun kadar latifi yoktur.”

Bu renkli, yüce gönüllü, kültürlü, esprili ve şen hükümdarın ölümü de hayatı kadar ilginçtir: Sıtmaya tutulan oğlu Humayun’u mahir doktorlara gösterip hastalığını tedavi ettirmeye çalışır. Ancak bütün çabalara rağmen Humayun iyileşmez. Çevresindeki ileri gelenlerden biri, şehzadenin iyileşmesi için ona değerli bir şey adamak gerektiğini söyler. Koca hükümdar bunun üzerine, “Humayun’un benden daha değerli bir şeyi yoktur. Ben kendimi nezredeyim. Tanrı kabul etsin” der. Çevresindekiler her ne kadar maddeten değerli bir şey, örneğin çok kıymetli bir elması adamasını tavsiye ederlerse de Babür bunları dinlemez. “Ona mukabil dünya malı nasıl olur? Onun hali müşkül olduğu için ben kendimi ona feda ediyorum. İş o derece vahimdir ki ben oğlumun mecalsizliğine dayanamıyorum” deyip, hasta yatan oğlunun yatağının etrafında “Ne derdin varsa ben üzerime aldım” dileğiyle üç defa döner. Bunun üzerine oğlu iyileşir, kendisi ise hastalanır.

Günlüğüne son olarak, “O sıhhat bulup kalktı, ben ise hasta olup yıkıldım” diye yazdıktan kısa bir süre sonra ölür.
...........

NOT 1: Baburname’nin Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser dizisinde baskısı mevcuttur. Fiyatı ucuzdur ancak biraz eski Sümerbank mallarına benzer. Okuyucuya özensiz bir baskıyla ve hiçbir açıklayıcı not eklenmeden sunulmuştur. Kabalcı Yayınları geçen yıl büyük ebatta, resimli 885 sayfalık şık bir basımını yayımladı.

NOT 2. Bugünkü Hindistan’ın simgesi olan Tac Mahal’i yaptıran da Babür’ün torunlarından Şah Cihan’dır. Şah Cihan, Tac Mahal’i, on dördüncü çocuğuna hamileyken ölen çok sevdiği karısı Mümtaz Mahal’in hatırasına yaptırmıştır. Beyaz mermerden inşa edilen anıt, aşk adına yapılan en büyük ve en güzel yapı olarak nitelendirilir.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..