Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

En derinlerdeyim...

En derinlerdeyim...
 

İçimdeki ben

Yaşamımızın çeşitli dönemlerinde kendimizi tanımaya daha fazla ihtiyaç duyup (özellikle ergenlik ile diğer yaş geçiş dönemleri ve sorunlarımızla başa çıkamaz duruma geldiğimiz, çıkış ve çözüm yolları aradığımız bazı kriz durumlarında) “Ben kimim?” “Neden böyle davranıyorum?” “Beni ben yapanlar neler?” gibi sorular zihnimizi tırmalar ama cevabını bulmak hiç de kolay olmaz.

Çoğunlukla diğerlerini tanımlamakta zorlanmaz, rahatlıkla onların kişiliği üzerine yorumlar, eleştiriler, öngörüler sıralayabilirken; kendimizi tanımlamakta oldukça zorlanırız. Başkalarını tanımak akıllı olmayı yani doğru gözlem, değerlendirme ve yorum yapabilmeyi gerektirir. Ancak kişinin kendini tanıması için daha büyük meziyetlere sahip olması gerekir.
Başkalarının düşüncesini, gizlerini, sorunlarını bilme arzumuz aslında kendimizi bilmeyişimizden ya da bilmek istemeyip, kendimizden kaçmamızdan kaynaklanır. Çevremizdeki sorunları çözümlemek, daha yaşanılır bir dünya yaratmak için hep diğerlerini değiştirmeyi düşünür ve bunu savunuruz ama çoğumuz değişime önce kendimizden başlamamız gerektiğini düşünmeyiz. Çünkü diğerlerinin değişmesini istemek; savunma mekanizmalarımızı kırıp, kendimizle yüzleşmekten, eksiklerimizin ve hatalarımızın farkına varmaktan daha kolaydır.

Savunma mekanizmalarımızın desteğiyle oluşturduğumuz suni benliğimize sarılıp, ona sığınarak ve kendimizi diğerlerine bu benlik çerçevesinden tanıtarak; zayıflık, ihtiyaç ve çatışmalarımızı bastırıp yok farz ederek mutlu olmaya çalışır ya da mutluluğu uzaklarda, hiç ulaşamayacağımız farklı şeylerde arayıp dururuz. Oysa ki gerçek mutluluk; ne çok uzaklarda aranacak, ne de büyük savaşlar sonucunda ulaşılabilecek bir şey değildir. Başkalarının davranışlarına değil, sadece bize bağlı olup, ilk adımı kendini tanıma ve bilme isteğinden oluşan bir sürecin sonucudur.
Yaşamın temel amacına ulaşmak için kendimizden, içimizin derinliklerinden yola çıkmalıyız. Kendimizi tanımaya çalışırken belirli durum ve olgular karşısındaki duygu, düşünce, davranışlarımızla diğerlerinden aldığımız geribildirimleri dayanak alırız. Ancak bilinç düzeyindeki bu değerlendirme ve yorumlarımız; içinde bulunduğumuz duygu durumunu ve davranışlarımızın nedenlerini çözümlemekte her zaman yeterli olmaz. Çünkü kendimizle ilgili herşey sadece bilincimizde değildir. Beyin hücrelerimizin ancak %28’lik bir kısmını oluşturan, üst beyin ya da korteks dediğimiz kısmı bilincimizi oluşturur. Bu sayede düşünür, felsefe yapar, diğer insanlarla iletişime geçer, okur, meslek edinip para kazanırız. Zekamızın ölçülebildiği, IQ dediğimiz bölümüdür. Oysa beyin hücrelerinin %72’lik kısmını oluşturan alt beyin dediğimiz çok daha büyük bir hazinemiz var. Burası tüm duygularımızın ve içgüdülerimizin kaynağı olup refleksif olarak iç organlarımızın çalışmasını sağlar. RNA yoluyla atalarımızdan gelen bilgi şifrelerini depolar. Beynimizin EQ (duygusal zeka) diye tanımlanan bölgesidir. İnsanlık tarihinin ne kadar eskilere dayandığı ve tek bir RNA molekülünün 20 milyon bilgi çipi taşıdığını düşünürsek alt beynimizin nasıl bir hazine olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz. Bu hazineye ulaşabilmemiz, gerçek kendimize ulaşmamızdır.

Bilinçaltı, bilincimizdeki her şeyin kaynağı ve kökeni, geri planda daima bizim için düşünen içimizdeki sesimiz, gerçek kişiliğimizdir. Unutmak istediklerimizi, yok farzetmeye çalıştıklarımızı attığımız bir çöp kutusu değil gerçek özümüzdür.
Bilinçaltını tanımak için yapabileceğimiz en iyi şey bilinçlenmek, bilinçlenmek için yapabileceğimiz en iyi şey ise bilinçaltını tanımak yani karakutuyu açmak, incelemeye almaktır.

Bilinçaltı yalnızca unutmak üzere gömdüğümüz içsel kötülüklerimizin, zayıflıklarımızın bulunduğu yer değil, tüm hatıralarımızın ve duygularımızın ikamet ettiği, özlerimizin bulunduğu yerdir. Gerçek bize ulaşmak için bilinçaltını araştırmak zorundayız. Kendimizi ve diğerlerini kısaca insanoğlunu anlamanın en önemli ve temel yolu budur.
Bilinçaltı olmasaydı yaşamın anlamı sadece gözle gördüğümüz şeylerle sınırlı kalır, herşeyi sadece beş duyumuzun olanakları kadar algılardık. Takıntılarımız, içsel çatışmalarımız, bir türlü anlamlandıramadığımız sıkıntı ve sorunlarımız da olmazdı tabii. Psikolojik sorunlarımız olmadığı için psikolog ve psikiyatristlere de ihtiyaç duyulmaz, bu bilim dalları da varolmazdı. İçgüdülerimiz ve dürtülerimizle hareket eder, sığ ve yalın bir yaşam sürerdik. Tıpkı dünyamızdaki diğer canlı varlıklar gibi. Kısıtlar ve sınırlar içinde hareket edip, sadece mevcut olanakları kullanan, yaratmadan, üretmeden ve gelişmeden; doğar, yaşar sonra da ardımızda hiçbir eser, iz bırakmadan ölüp giderdik....

Henüz ana rahminde bulunduğumuz günlerden itibaren beynimiz bilgiyi algılar, işler ve kayıt eder. Bir anlamda bir bilgisayar gibi. Ancak üretilmiş mevcut bilgisayarların hepsinden çok daha kapsamlı, çapraşık, hızlı ve işlevsel. Bilgisayara bir bilgi girip, sonra bunu kullanmak istediğimizde kayıt ettiğimiz dosya ve klasörü açmamız yeterlidir. Artık bu bilgiye ihtiyaç duymayacağımızı düşünüp sildiğimiz zaman da bir daha ona ulaşamayız. Ancak bilgiler beynimize henüz çözümleyemediğimiz farklı kod ve şifrelerle kayıt edilir. İhtiyaç duyduğumuzda hızlı bir şekilde açılır ve işleme konur. Beyin müthiş bir bilgi yöneticisidir ve mükemmel bir dosyalama sistemine sahiptir. Sık kullandığımız bilgiler kolay ulaşılabilir bölgelerde muhafaza edilirken; sık kullanmadığımız, unutmak istediğimiz şeyler ise bilinçli düşünme ve çabayla hatırlanamayacak kadar derinlerde arşivlenir.

Tüm bu kayıtların arasına bir sınır çizip çizginin bir tarafına bilinç diğer tarafına bilinçaltı diyemiyoruz. Çünkü bilinç ve bilinçaltı çoğu yerde iç içe geçmiştir ve sürekli olarak birbirlerini etkilerler. Bu etkileşim sonucunda duygu, düşünce ve davranışlarımız oluşur. Her ikisi birlikte yaşantımızı etkileyip, yönlendirmekle birlikte bilinçaltının gücü ve etkinliği sahip olduğu hücre sayısıyla orantılı olarak daha fazladır. Yani çoğu zaman yaşamımızın kontrolünde ipler içimizdeki benin elindedir. Bilinçaltımızdaki duygular davranışa dönüşerek yaşamımızı etkilerken, önemli yaşam olayları da bilinçaltımızda yer edinir. Önemli olan tüm kontrolün bilinçaltının eline geçmesine fırsat vermemek, yaşamımızın kontrolünde bilinç düzeyinin etkisini artırabilmek, yaşamdaki olayların bizi nasıl ve ne derece etkilediğinin farkında olabilmektir. Çünkü yaşamın kontrolünün tamamıyla bilinçaltının eline geçmesi, psikozların yani psikotik hastalık durumlarının oluşması demektir.

Doğduğumuzda sadece içgüdülerimiz ve bilinçaltımız vardır. Yaşamın ilk aylarında tüm tutum ve davranışlarımızı bunlar yönlendirir. Bebek için evrenin merkezi sadece kendisidir, kendi ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasından daha önemli bir şey yoktur. Zamanla dış dünyayı ve çevresindekileri algılamaya başlayarak yeni bilgiler kaydetmeye, diğerlerinin (anne, baba ve yakın çevrenin) kendinden farklı varlıklar olduğunu farketmeye, deneme ve taklit yoluyla öğrenmeye başladıkça beynin korteks dediğimiz bölümü yani bilinç oluşmaya ve gelişmeye başlar. İnsanoğlunun her anlamdaki değişim ve gelişimi doğumdan ölüme kesintisiz olarak devam etmesine karşın en az değişen şey bilinçaltının yapısal özellikleridir.
Bebek doğduktan sonra belirli bir süre boyunca istek ve ihtiyaçlarının karşılanması için içgüdüsel olarak ağlamaktan ve çoğu zaman anlamlandıramadığımız sesler çıkarmaktan başka bir dil bilmez. Tıpkı dilin keşfinden önceki devirlerde ilk insanlar gibi. Zamanla korteksin gelişmesiyle bu sembolik dilin yerini sözel dil alır. İlişkilerimizi bu sözel dille kurar, yaşamımızı bununla yapılandırırız. Ancak bilinçaltı insanlığın en eski dili olan bu sembolik dili kullanmaya devam eder, rüyalarımızda bize resimler çizerek bizimle iletişim kurmaya çalışır. Tıpkı ilkel mağara adamının duvarlara resimler çizerek mesaj vermeye çalışması gibi. Psikolojik sorun ve hastalıklarda ortaya çıkan semptomlar da bilinçaltının sembolik dille ifadeleridir. Tüm psikolojik sorunlar zihnin bilinçaltı tabakasında oluşur veya ilk kaynakları bilinçaltıdır. Bu durumlarda kişinin kendi kendine yaptığı bilinçli çabalar ve çevresinin yardıma yönelik iyiniyetli tutumları genellikle sorunları çözmekte yetersiz kaldığı gibi daha da kötüye götürebilir. İşte bu nedenle uzman desteği almak önemlidir.

 
Toplam blog
: 86
: 8215
Kayıt tarihi
: 07.10.07
 
 

Çocuk yetiştiriyorum dünyanın en zor, en güzel, en önemli işi değil mi? İşim bu. Vizyonum, Eğ..