Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '12

 
Kategori
Güncel
 

En iyi “din”, iktidarın öğrettiği “din”dir!

En iyi “din”, iktidarın öğrettiği “din”dir!
 

Sosyalist devrimleri yapan ülkelerle, Latin Amerika ülkelerinde anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadeleyi sürdüren sol/sosyalist kesimlerin ittifakları arasında pek çok kilise ve din adamı da yer almıştır.

Hatta Latin Amerika’da bu din adamlarının bazıları, dağdaki gerilla ordusunda savaşacak kadar inançlarında ve siyasi mücadelelerinde kararlı duruş göstermişlerdir.

Egemen sınıflar ve onların temsilcileri olan diktatör yönetimleri, din adamlarıyla sosyalistlerin bağını koparabilmek adına yıllarca kara propaganda yürüttüler.

Solcularla din adamları arasında kurulan ittifakı bozmak adına dillendirilen gerekçe şöyleydi:

“Sosyalistler ve komünistler ateist” bir kültürü temsil etmektedirler; dini ve Tanrı’yı inkâr eden bu ‘imansızlar’la bir araya gelmek büyük günahtır.”

İnternet ortamında da gezinen bir gerçek öykü vardır:

Latin Amerika’da direnişçi bir papaza işkence yapan polisler, “Ateist komünistlerle ne işin var?” diye sormuşlar.

Papaz “İnsanlar ateistler ve müminler diye ikiye ayrılmaz; insanlar ezenler ve ezilenler diye ikiye ayrılır,” demiş.

İşkenceciler “Ama onlar dinin afyon olduğunu söylüyor” diye karşılık vermişler.

Papaz net bir şekilde itiraz etmiş: “Bu dünyanın zenginliğini kendilerine alıp, yoksullara ise öbür dünyanın nimetlerini bırakan zenginler, gerçekte dini afyon olarak kullananlardır.”

Tarih boyunca siyasi iktidarlar ve egemen sınıflar, insanlar arasında eşitlik, adalet, huzur ve düzen getirme iddiasındaki dinleri ve kurumlarını hiçbir zaman “kendi başlarına” bırakmadılar.

Bu amaçla bir kısım din adamını mevcut iktidar imkânlarının, varlığın ve bolluğun saltanatına ortak ederek, bir dini hiyerarşi yarattılar.

Bu din adamlarının fetvalarıyla, sadece Tanrı’ya yönelmesi gereken “mutlak itaat”in arasına kendi hükümranlıklarını yerleştirdiler.

Krallar, padişahlar ve emirler bu din bezirgânlarının katkılarıyla “Tanrı’nın özel yetkili dünyevi varlığı” olarak insanları yönetmek ve sömürmek için gerekli meşruiyeti ele geçirmiş oldular.

Bu din adamları eliyle “dindarlaştırılan” halk yığınları, “öbür dünyadaki zenginlikleri elde edecekleri inancıyla”,  kâh asker kâh üretici olarak bu dünyanın efendilerinin değirmenlerine tarih boyunca su taşıyıp durdular.

Dine karşıt bir ideolojik kültürden gelen “pozitivist” kapitalizm ve yönetici sınıfları ise, önceleri dinsel yapılarla ve dinsel zihniyetlerle mücadeleye giriştiler.

Ancak kitlelerdeki “din büyüsü”nün bozulması halinde iktidarda kalmanın zor olacağını fark edince, yeni sisteme uygun olarak dini kurumları ve zihniyetleri yeniden yapılandırmaya yöneldiler.

İktidar kudretini elinde bulunduran burjuvazi, hiçbir zaman “Tanrı”, “din”, “melek”, “ibadet”, “hac”, “günah”, “sevap” gibi kutsallara inanmadığı halde, alt sınıfları dizginlemek ve korkutmak adına dini tepe tepe kullandı.

İşgalci emperyalistlerin öncüleri olan misyonerler de “ilkel, çok tanrılı dine sahip zavallıları”, Hz. İsa’nın müjdeleriyle baştan sona “kutsarken“, onların dünya mallarını “emanete” almayı ihmal etmemişlerdi.

Kenya’nın ilk devlet başkanı olan Jomo Kenyatta, bu süreci şu güzel ve özlü sözlerle özetlemişti:

"Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı."

Muazzam ordularıyla Afrika’yı, İran’ı, Asya’yı, İspanya’yı istila eden Müslüman Arapların amacı da aslında farklı değildi.

Her ne kadar yapılan fetihlere  “başka kavimleri doğru yola davet”, “adalet getirmek”  elbisesi giydirilse de, esas amacın bütün imparatorluklarda olduğu üzere diğer halkların yarattığı mal ve zenginliklere el koymak olduğu gün gibi aşikârdı.

Siyaset kurumlarının ve egemen sınıfların “dindarlığa” yatırım yapmasının, “dindarlığa” övgüler düzmesinin amacı, asla “samimi, kusursuz, hatasız insan” yetiştirmek değildir.

Çünkü sıklıkla denendiği üzere, çeşitli müdahalelerle içini boşalttıkları, yeniden tanımladıkları “iyi huylu din” yoluyla yetiştirilen “itaatkâr” kuşakların sayesinde toplumu yönlendirmek, sömürmek, nemalanmak çok daha kolaydır.

Ancak Türkiye için söyleyelim, 21. Yüzyılın başlarında tekrar oynanan bu oyunun meydanı hepten boş değildir.

Bir yandan laikliği önemseyen demokratik toplumsal güçler, diğer yandan dinin varlık nedenini “toplumsal eşitlik, paylaşım ve adalet” olarak tanımlayan ve ciddi bir tabana sahip dini düşüncenin varlığı oynanacak oyunu zora sokabilecektir.

 
Toplam blog
: 152
: 700
Kayıt tarihi
: 17.07.08
 
 

Trabzonluyum ve bu kentte yaşıyorum. Kamuda inşaat mühendisi olarak çalışıyorum. Resmi görevimin..