Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '08

 
Kategori
Deneme
 

En mavi sözcüğü seslendik kulağına

En mavi sözcüğü seslendik kulağına
 

Dağşakayığı Aydıncık/Mersin


Şubat ortalarıydı. Kahvaltı için geçmiştim balkon odama. Birkaç gündür esen deli poyraz hız kesmiş, deniz de dinginleşmişti. Ta uzaklarda, gökyüzü ile koca mavinin birleştiği yerde de Kıbrıs’ın dağları. Balkon odamda değil de sanki bir seradaydım. Güneş, sıcak elleriyle okşuyordu bağrımı. Kahvaltı masasında keçi peyniri, yeşil zeytin, soyulmuş yumurta ve taze soğandan tutun da ta tereye, marula, su otu gerdemeye değin çeşit çeşit yeşillik vardı. Kahvaltı sonrası Adonis’in kanının damladığı yerlerden çıkan kıpkırmızı dağlalerinin, adamotlarının çiçek açtığı Yörük Tepe’ye Sarıkeçili kardeşleri görmeye gidecektim ve oğlak melemelerini dinleyecektim.

Tavşankanı çayımı yudumlarken kapı çalındı. Postacıydı. Sarı bir zarf tutuyordu. Korkmadan aldım sarı zarfı ne de olsa yıllardır devlet memuru değildim. Bir kitaptı gelen. Gönderene baktım: Bakanlıkça yurtdışına gönderilmesine karar verildiği için kursa çağrılan ama pasaport verilmeyen, emekli olduğundaysa aldığı yeşil pasaportuyla uçağa binen ama kalkışa on beş dakika kala indirilen, Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde yeşermeye başlayan koca çınar Mehmet Başaran’dı. Tonguç’un “ Rüzgâr ne kadar sert eserse essin, dağ başlarında dimdik durur meşeler” dediği türden dik durmaya çalışmış, eğitimci, şair ve yazar büyüğümüz Mehmet Başaran yollamıştı kitabı. Postacıya teşekkür edip onu uğurladıktan sonra geçtim masama.

Trakya Rüzgârı esiyordu şimdi “Akdeniz güzeli mor yamaçlı Toroslar’da. Köpüklerinden Afrodit’in doğduğu Akdeniz’e vurgun, dalgın bakışlı Toroslar’da.” Hemen okumaya başladım, 196 sayfalık, İleri yayınlarından çıkan kitabı. Keyifli bir edebiyat gezisine çıkmıştım. Mehmet Hocam, akıcı üslubuyla alıp götürdü beni Trakya’ya. Konuk oldum evlerine, “Acıyı bal eylemeye çalıştıkları” evlerine. Çeşitli bahanelerle basılıp aranan evlerine. Her ikisi de şimdi Ceylanköy gömütlüğünde yatan, ceylan gözlü, devrimci Deniz ile “dağ başındaki meşeler gibi dimdik duran” ama kızının ölümünden sonra “gövdesine balta yemiş gibi olan”, Köy Enstitülerinin yetiştirdiği değerli bir eğitim emekçisi Hatun Hanımı tanıdım. Mehmet Hocam için Aralık 1993’te 40. sanat yılı dolayısıyla yapılan toplantıya katılmış gibi oldum. Sorgulanmalara, kıyımlara, sürgünlere uğrayan Mehmet Başaran’a “Türk Kültür yaşamına katkılarından dolayı” plaket verildiğini gördüm.

Nerelere götürmedi ki beni Hocam! Edremit’i, Kırklareli’ni, Sabahattin Ali Kültür ve Sanat Günlerini yaşattı bana. Öğrencilik yıllarıma gittim bir ara. 1968 yılında İstanbul Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nde öğrenciydim. Edebiyat dersinde, Kuyucaklı Yusuf’u tanıtmıştım sınıf arkadaşlarıma. Sabahattin Ali’yi hiç kimse tanımıyordu. Buna çok üzülmüştüm. Sabahattin Ali sınıftaydı sanki ve “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma” diyen yanık türküsünü söylüyordu. Mehmet Hocam, o günlerimi anımsattı bana. Oğlunun ölüsünü kağnıya yükleyip yollara düşen anayı bir kez daha getirdi usuma. “Meşeli yamacın eteğindeki düzlükte <ı>Sabahattin Ali Çeşmesi, tüm kıyıcılara inat sessiz sessiz akıyordu, büyük yazarın yapıtlarındaki gibi susuzlukları gideren, yürekleri serinleten bir aydınlıkla…” diye yazan değerli eğitim emekçisi Başaran Öğretmenim, su içirtti bana o çeşmeden. Sadece oradan mı? Hayır. “Kıyısında duman duman söğütler” bulunan Kaynarca Deresi’nden de su içtim.

Öylesine dalmıştım ki kitaba önümdeki çay buz gibi olmuştu. Olsun! Kırklareli’nde Sabahattin Ali’ye sahip çıkıldığını öğrenmiş olmak her şeye değerdi. Trakya tarihinin bazı sayfaları arasında gezinmek, yaşanmışları içimde duyumsamak, Trakya Rüzgârı’ndaki şiirleri okumak her şeye değerdi. Varsın buz olsun çayım! Ertelensin varsın Yörüklere yapacağım gezi!

Elinize, yüreğinize sağlık Sevgili Öğretmenim.

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..