Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '11

 
Kategori
Felsefe
 

En mavisinden felsefeye yolculuk

En mavisinden felsefeye yolculuk
 

"Felsefeye yolculuk" bir gelenek olma yolunda ilerliyor


13/07/2006, Bursa

Mavi gezi bir ağaçtır... dalları deniz…
Mavi gezi bir bahçedir... gülleri deniz...
Mavi gezi bir gelindir... telleri deniz…
Mavi gezi bir beşiktir... bebeği deniz... (Bedri Rahmi)


Bedri Rahmi Koyu’na üç tekne yan yana demirlediğinde oturumun başlamasına epey vardı. Önce deniz yapmak lazım. Zaten üzerimizden hiç çıkmayan mayolarla kaptanın motorun istop etme sesini duyar duymaz onlarca kişi turkuaz sulara atladık. Balıkların yumurtlama zamanıymış, suyun tenimizi ufak ufak ısırarak yakması bundanmış. Çan sesi yemek zamanını müjdeledi, herkes kendi teknesine atlayıp sıçradı ve deniz açı karınlar doydu. Artık felsefe zamanı…


Bir önceki tematik felsefeye yolculuğa katılanlar ve web sitesinden yapılan oturumların deşifresini okuyanlar, geçen yılın katılımcı hocalarından İstanbul Üniversitesi öğretim görevlisi Doç.Dr. Cengiz Çakmak’ın deniz, kıyı insanı ve felsefe üzerine söylediklerini anımsıyorlar : “İlk filozoflar dediğimiz kişiler, bu topraklarda ortaya çıktılar. Özellikle kıyı kenti, bunu özellikle vurguluyorum bir kıyı kenti olan Miletos’da ortaya çıktılar. M.Ö. 600’lü yıllarda bu topraklarda, özellikle İonya’da insanlar farklı bir düşünme tarzına girdiler. Farklı diyorum, neye göre farklı, göbeğe göre farklı. Göbekte gelenek vardı. Mutlaka başlangıçta belirli kültürel dogmalar vardı, dogmalar her zaman olumsuz anlama gelmez. Belli çerçeveler vardır, bu çerçeveler insanların kendileri, tanrı, doğa gibi belli sınırlarını çizer. Doğayı ve tanrıyı nasıl yorumlaması gerektiğini söyler. Başlangıçta bu çerçeveyi belirleyen bir gelenek, Homeros ile Hesiodes gibi yunanlı şairlerin çizdiği bir gelenek vardı.


Felsefe insanın kendisini rahatsız hissetmesiyle başlayan bir durumdur. Rahatsızlık nerede başlar? İkincisi, felsefe insanın kendisini eksik bulmasıyla başlar. İşte bu eksiklik ve rahatsızlık, insanda bir takım dürtüleri uyandırır. Bir hareket başlar ve bu hareketin sonucunda da insan yola çıkmak ister. Yol sadece fiziki anlamda bir yol değildir, yani bir arayış başlar. Yunan dünyasında filozof kelimesi kullanılmadan önce kullanılan kelime history kelimesiydi. History bugünkü tarih anlamına gelmiyor, öğrenmek amacıyla yola çıkmak anlamına geliyordu. Kimdi bu öğrenmek amacıyla yola çıkanlar? İşte bu ilk filozoflardı, Thales’ti, Anaximandros’tu, Anaximenes’ti. Bu anlamda felsefeye yolculuk, tam anlamıyla oturmuş bir ifade oldu. Yola çıkan insanlar… Yola nasıl çıkılır? Neden yola çıkılır? Yola çıkmak nedir?

….

Kıyı dediğimizde, kıyıya baktığımızda ne görürüz kıyıda? Kıyıda bir kere deniz var. Deniz farklı görüşleri çağrıştırır. Kara insanı hep sabit olmak ister. İçerdeki insanlar, belli görüşlerle kendilerini çerçevelendirmişlerdir ve bu görüşleri pek aşmak istemezler ama kıyı insanı, sınır insanı görüşleri aşmak ister.”



Varlık bir başıboşluk denizinde kendi oyununu oynuyor, yıkıyor, yapıyor. Bu adildir. Ancak bu denizin içinde önemli bir varlık olarak insan vardır. Günümüz açısından baktığımızda biz sıradan ilgiler içerisinde gitmiş, yok olmuş varlıklarız. Çünkü varlığın derinliğini, yunan bağlamındaki o yönünü kaybettiğimizden dolayı bizim kendimizin de bir değeri yok. Hayatının anlamını arayan önce kendisinin değerini ortaya koymalıdır ama kendisini varlığın merkezine koyarak değil, insanın merkezinde varlık vardır. Şöyle diyebilirim, ilk filozoflarda insan merkezdedir ama insanın bilgelik yönü merkezdedir.”


Geçen yılın teması “VARLIK” idi. Bu yılın teması ise “BİLGİ”… Çok değerli katılımcı hocalarımız var: Uludağ Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Sn. Prof.Dr.Abdülkadir ÇÜÇEN, Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Sn. Harun TEPE, Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Sn. Hamdi BRAVO, Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkan Yardımcısı Sn. Işıl BAYAR BRAVO, Uludağ Üniversitesi öğretim görevlisi Sn. Dr.Ogün ÜREK


Toplam 48 kişiyiz. Bursa’dan Kamil Koç otobüsüyle 37 kişi birlikte geldik Fethiye’ye. Bir kısmımız otobüse terminalden binerken önemli bir çoğunluk da Nilüfer Belediyesi’nin yeni çevre yolu açıldıktan sonra eski işlevini yitiren otobüs terminal kulübesinden bindi. Özel araçlarıyla gelenler de vardı ki, onlar da tam zamanında başlangıç noktasındaydılar. Seyahat acentasıyla gezinin içeriği konuşulmuş, üç teknenin gidilen her yerde birinden diğerine geçişe izin verecek şekilde demirlemesi konusunda anlaşılmış. Katılımcı listesi aylar önceden belli olmuş ve kaporalar toplanmış. Gerekli rezervasyonlar yapılmakla kalmamış, katılımcıların iletişimi için www.felsefeyeyolculuk.com adında bir site de oluşturulmuş. Oturum konuları ve saatleri belirlenmiş, kayıt ve sunum teçhizatı hazırlanmış. Ön toplantılar yapılmış, program, içerik, tekne kuralları herkese anlatılmış. Özel tişörtler ve not defterleri basılmış. Bunca emek dört kısa gün için… Peki kim bu organizasyonun fikir ebeveynleri? Deli mi bunlar? Denizde de felsefe mi olurmuş? Olsa ne olurmuş?


Organizatörler Mehmet ASKIN ve Münir BÜYÜKYAZICI geçen yılın açılış konuşmasında demişler diyeceklerini : “Bundan beş yıl kadar önce Atatürkçü Düşünce Derneği’nin salonunda felsefe söyleşileri yapmaya başladık. Beş yıldan bu yana bu söyleşiler kesintisiz sürdü. Ayrıca her yıl Şafak (URAL) hocam ile Feza (GÜNGÖREN) hocalarımızın Assos’ta düzenledikleri felsefe etkinliklerine katıldık. Bursa grubu olarak biz niye böyle bir etkinlik yapmayalım diye düşündük. Doğduğu topraklarda felsefenin konuşulup tartışılmasına ortam hazırlamak, Thales'in, Anaximandros'un, Herakleitos'un ve Aristoteles'in seyrettiği aynı gökyüzünün ve aynı yıldızların altında felsefe konuşmak çok cazip göründü. Böylece mavi yolculuk şeklinde, bir Felsefeye Yolculuk etkinliği doğmuş oldu. Eğer başarabilirsek felsefeye yolculuğumuzu farklı konularla her yıl yaparak gelenekselleştirmek istiyoruz. Umarız bunu hep birlikte başarırız.”


Kadir Hoca’nın geçen yılki açılış konuşmasındaki ifadeleri de fikrin doğuş sonrası gelişimini ortaya koyuyor : “Felsefeye yolculuk düşüncesini yaklaşık 7-8 ay önce Felsefe bölümünde Münir ve Mehmet arkadaşlarımızla yaptığımız konuşmalar sonucunda değerlendirdik. Münir ve Mehmet arkadaşlarım bir felsefe yolculuğu düşünceleri olduğundan söz ettiler ve biz de bunu olumlu karşıladık. Bir felsefe yolculuğu yapalım ama sadece felsefe etkinliği değil biraz da gezi yolculuğu olsun ve bunu da mümkünse Haziran ayının sonu gibi yapıp bir şekilde felsefe ve tatil bir araya gelsin diye teklif ettiler. Bu düşünce olgunlaştı. İki arkadaş çok çalıştılar, web sayfasından tutun birçok işleri hallettikten sonra organizasyon işini de yaparak bugün burada buluştuk.”


Azra Erhat ilk Mavi Yolculuk kitabında ‘Bu işin hazırlığı bir yıl sürer’ demiş ya, Mehmet ve Münir de geçen yılki yolculuktan bu yana ikincisi için uğraşıyorlar.


İkinci felsefeye yolculuk gezisinin ilk oturumun konusu BİLGİ ve BİLGİ FELSEFESİNE GİRİŞ’ti. Bursa Fen Lisesi Felsefe Öğretmeni Sn. Caner ÇİÇEKDAĞI’nın yaptığı sunum sonunda, Eflatun’un “Bilgi gerekçelendirilmiş gerçek inançtır” (knowledge is justified true belief) tanımlaması üzerine ciddi tartışmalar oldu. Özellikle Sn. Harun Tepe ‘inanç’ sözcüğünün kullanılmaması gerektiğini, zira Eflatun’un sözcüğü bugün anladığımız anlamda kullanmadığını vurgulayarak, Amerikalıların her konuda olduğu gibi bu sözü de çarpıttığını belirtti.


İkinci oturum “ONTOLOJİ IŞIĞINDA BİLGİ” başlığını taşıyordu. Prof.Dr.Harun Tepe’nin yaptığı sunum felsefenin en zorlu konularından olan fenomenoloji ağırlıklıydı. Doğru ve yanlış sıfatlarının bilginin özellikleri olduğu, sadece doğru olanın bilgi olmadığı, yanlış bilgi de olabileceği konuşuldu.


Yrd. Doç.Dr. Hamdi Bravo’nun yaptığı üçüncü oturum sunumunun konusu “ARISTOTELES'in METAFİZİK'inde MANTIK İLKELERİNİN KÖKENİ ve İŞLEVİ” olmasına karşın, oturum sonunda ‘köken’ kısmında yer alan sofistlerin önemli temsilcilerinden doğru bilginin imkansızlığını savunan Protogoras ve Gorgias’ın düşünceleri üzerine daha çok konuşuldu. Sonradan baktığım Ekşi Sözlük’teki Protogoras için yazılan “nihilizmin anafikrini ortaya atmış adam... neden atmış madem düşüncelerini o anlatsa bile kimse tam olarak ne olduğunu kendi gibi anlayamıcaksa. … hede diye bişii yoktur olsa da bilemezdik bilsek de anlatamazdık deyip gönüllerde taht kurmuş adam” maddesinden de neden ilgi çektiği anlaşılmış oldu kısmen. Gorgias için de “ ‘hiçbir şey yoktur, varsa bile kavranılamaz, kavranılır olsa da öteki insanlara bildirilemez ve anlatılamaz’ diyen sofist filozof” diye yazıyor Ekşi’de. Nitekim Hamdi Hoca da ile şeklinde altı kademeden oluşan bir bilgi iletişiminden bahsetmişti. İç içe geçmiş deşifre anahtarlarına ihtiyaç duyan bir sistemden yani… Günümüzde iletişim kazası olarak adlandırılan kavramın köklerini sofistlerin saptamalarında mı aramalıyız acaba?


Dördüncü oturumun konusu ise “BİLGİNİN OLANAĞI SORUNU” idi. Yrd.Doç.Dr.Işıl Bayar BRAVO’nun yaptığı sunumda Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesinin kendisinin bizatihi bir bilgi olduğundan bulanık mantığın kesin olmayan bilgisine kadar değişik konulardan bahsedildi.


Beşinci oturum meşhur NITZSCHE üzerineydi. Dr. Ogün ÜREK’in “NIETZSCHE'nin BİLGİ ANLAYIŞI: BİLGİ-YAŞAM İLİŞKİSİ” konulu sunumunda nihilistler ve halis filozofların yol ayrımının öyküsü anlatıldı. Bir ara kendimizi de filozof hissetmemize neden olan öykü, varoluşçuluğun köklerini görmemize yardımcı oldu. ‘Üst insan’ kavramının mimarı ile Hitler arasındaki ilişki bile sorgulandı.


Son oturum Prof.Dr.Abdülkadir ÇÜÇEN’in DOĞRULUK KURAMLARI konulu sunumunu içeriyordu. Kendimi üniversite amfisinde hissettiğim sunumda Kadir Hoca felsefede doğruluğun bir uygunluk mu, tutarlılık mı, uylaşım mı, yoksa işlerlik mi olduğu üzerine ileri sürülen kuramlar ve bu kuramlara yöneltilen eleştirileri hakkında bilgi verdi.


Oturum aralarında felsefeyle doğrudan ilgisi yokmuş gibi görünen, ancak her konuşmacının seçtiği konunun felsefe ile olan bağlantısını başta ya da sonda bir şekilde belirttiği sunum ve söyleşiler de yapıldı: Anadolu Üniversitesi Fizik master öğrencisi Sn.Selçuk Birdoğan “Kozmosdan Quantuma” adlı söyleşiyi, Dt.Alper Can “Kısrağın Başından Çizmeye: Tarih Boyunca Anadolu ve İtalya İlişkileri” adlı sunumu, Ecz. Gürsel Selçuk “Kişisel Gelişim” konulu söyleşiyi gerçekleştirdi.


Kapanışta, katılımcıları bir sürpriz bekliyordu. Her biri için sertifika hazırlanmıştı. Sertifikalar, katılımcı akademisyenler ve konuşmacılar tarafından takdim edildi. Gezinin özetini ise Sn.Prof.Dr.Harun Tepe yaptı : “Akademik ciddiyetle eğlence bir aradaydı”…






İLK MAVİ YOLCULUK


Cevat Şakir, 1925 yılında bir dergide çıkan 'Hapishanede idama mahkum olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler' adlı öyküsünden dolayı İstiklal Mahkemesi tarafından Bodrum'a sürgüne gönderilir. Sürgün hayatı kısa sürede keyfe dönüşür. 25 yılını Bodrum'da geçiren ve Halikarnas Balıkçısı lakabını alan yazar, küçük balıkçı veya sünger tekneleriyle birkaç günlük kısa mavi turlar yapmaya başlar.


1945 yılında, hem belli başlı yabancı klasiklerin Türkçe’ye kazandırılması konusundaki başarıları hem ikinci dünya savaşının bitişi adına Halikarnas Balıkçısı'nın çağrısıyla Sabahattin Ali, Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi, Necati Cumalı, Fuat Ömer Keskinoğlu, Erol Güney ve bacanağı Benya ile Halikarnas Balıkçısı’nın arkadaşı deniz adamı Paluka tatile çıkar. Sekiz kişi "Macera" adlı bir tekneyle denize açılırlar.


Halen Telaviv’de yaşayan ilk mavi yolculardan Erol Güney ile 3 Nisan 2005’te Hürriyet’te yayınlanan röportajdan ilginç bir alıntı:

“1945 ilkbaharında İkinci Dünya Savaşı bitmişti. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Sabahattin Eyuboğlu’na ısrarla ‘Arkadaşlarını topla gel’ diyordu. Para topladık, herkesin bir arada olacağı tarihi kararlaştırdık. Kardeşi Bedri Rahmi ve ben hemen ‘olur’ dedik. Bacanağım Benya, Sabahattin Ali, Fuat Ömer Keskinoğlu ve Cevat Şakir’in arkadaşı Paluka bir de son anda katılan Necati Cumalı ile Macera adlı tekneye bindik. Cevat Şakir’e para göndermiştik gezide lazım olacak her şeyi alsın diye. Bir iki günde yiyecek bitti. Cevat neredeyse bütün parayla rakı almıştı çünkü. Üç öğün tuttuğumuz balıkları yedik. Bu yüzden yıllarca balık yemedim. Balıkçı Paluka çok güzel şarkılar söylerdi. Manzara müthişti. Bir gün denizde seyrederken sandala rastladık. İçinde Yunan komünist partizanlar vardı. Biraz konuştuk. Sabahattin Ali, tabanca istedi, verdiler. Bu tesadüfi karşılaşma, Ankara’da duyuldu. Komünistlerle randevulaştığımız iddia edildi. Bu ilk mavi yolculuka katılanlara ‘solcu’ dendi.”


Daha sonraki gezilere sıkça katılan Azra Erhat ise bu konfordan uzak ilk zaman yolculuklarını ve daha fazlasını Mavi Anadolu, Mavi Yolculuk 1, Mavi Yolculuk 2 adlı kitaplarda anlattı. İşte Erhat’ın anlatımıyla ufak bir mavi yolculuk anısı : “İskeleye bağlı Macera'yı görünce gözlerimize inanamadık. Ne büyük! Tıpkı bir korsan gemisi. Çoktandır boya görmediği için teknesi aşınmış gümüşi renkte (...) Güvertenin iki yanında dolap gibi birer kamaracık. Sancaktaki mutfak, iskeledeki hela imiş meğer: (Sabahattin) Eyüboğlu iki balık resmi çizdi sonradan, birinin üstüne 'gelir' yazıp mutfağın, ötekine 'gider' deyip helanın duvarına yapıştırdı.”
 

 
Toplam blog
: 16
: 688
Kayıt tarihi
: 03.07.11
 
 

Kırkaltı yaşındayım ama hala yirmilerimde sorduğum sorulara yanıt bulamadım. Mühendislik mezunuyu..