- Kategori
- Ekolojik Yaşam
En son ne zaman domates tadında domates yedinz?
-Zamanın birinde, İstanbul’da çocukluk arkadaşlarımdan birisi ile birlikte Yenikapı sahilindeyiz.
-Karnımız açtı.
-Bir manav bulduk ve domates, yeşil biber ve iki tanede ekmek aldık.
-Sahilde bir ağacın dibine oturduk ve bir güzel bunları yedik.
-Halen hatırlarımda, bu kadar güzel bir domates ve biber yememiştim.
-Ne güzel bir anı olarak kalmıştı o gün.
-Halen unutamam.
-Ve hiçbir zamanda unutamayacağım güzel bir anı oldu.
* * * * *
-Ve sonrasında, sanırım 1990 yılıydı.
-Antalya’ya tatile gelmiştim.
-Bir arkadaşım, beni, limanda bulunan yine ortak bir arkadaşımızın aldığı küçük tekneye götürdü.
-Teknenin bir takım tamiratları vardı.
-Yine o gün domates, yeşil biber ve ekmek almıştık.
-Domates ve biberler o kadar güzeldi ki; anlatamam.
-Sanırım ancak bu kadar güzel olurdu domates ve biberler.
-Müthiş bir tadı vardı domates ve biberlerin.
-Deniz havasımıydı, neydi, bilemiyorum?
-Nede iştahla yemiştik.
* * * * *
-Yıllar sonra Antalya’ya yerleştim.
-Ve yıllardır Antalya’da şöyle ağız tadı ile bir domates ve biber yediğimi hatırlamam.
-Neden mi?
-Kapitalizmin o illet kâr mantığı yokmu!
-İşte o mantık bu gün için insanları zehirlemekle meşgul.
* * * * *
-Antalya turizmin yanında, aynı zamanda bir tarım kenti.
-Sahil kenarının dışında kalan tüm bölgelerde, yoğun bir tarımsal üretim söz konusudur.
-Domates, biber, salatalık, patlıcan, kabak, brokoly, karnıbahar, kereviz ve envayi çeşit sebze.
-Yeşillikler derseniz müthiştir.
-Tere, roka, kıvırcık, marul, yeşil soğan, maydanoz, reyhan, nane.
-Ama bizim gibi saf İstanbul’lular, gelmişiz Antalya’ya, beton binaların arasından.
-Öyle tarım falan bilmeyiz.
-Doğru dürüst ağaç bile görmemişiz ki.
-Işıklı caddelerin ve ışıl ışıl mağzaların alabildiğine çok olduğu mekânlarda olmayı, sosyallik addeden bir kültürle yetişmişiz.
-Ve Antalya’da semt pazarlarını görünce, pazarın ne olduğunu anladık.
-Ama kazın ayağı hiçde öyle değil.
* * * * *
-Semt pazarları; ilk önceleri, her büyük kentten göç edip gelenlerin ilgi gösterdiği yerler oluyor.
-Hele birde köylü kadınların açtığı tezgâhlar yokmu!
-Tiril tiril tazecik sebzeler istifleniyor.
-Bizim gibi saflar “aha işte köylü kadınların tezgâhları” deyip saldırıyoruz sebzelere.
-Tabi yıllar sonra öğrendim.
-Ve tecrübe kazandım.
-Meğerse o köylü kadınları ve teyzeleri yokmu.
-Ne anasının gözü onlar.
-Kendi yedikleri sebzeleri ayrı bir yerde yetiştiriyorlar.
-Hormonu ve ilacı alabildiğine bastıkları sebzeleri pazara çıkarıyorlar.
-İşin kötü yanıda, ellerinin ayarı yok.
-Hormonu ve ilacı ne ölçüde takviye edeceklerinide bilmiyorlar.
-Maksat para kazanmak değimli.
-Her yol mübah.
* * * * *
-Yani anlayacağınız, her büyük kentten gelenlerin düştüğü saflıktır.
-Güya köylü kadınlar ve teyzelerin tezgâhları daha güzel olur!
-Ve daha doğal olur!
-Sakın ha.
-Antalya’ya gelenler kesinlikle böyle bir saflık yapmayın.
-Ve asla Antalya’nın köylülerinden alış veriş yapmayın.
-Hani bunu yok yere iddia etmiyorum.
-Bire bir tanıklık ettiğimi bir çok olay yaşadım.
-Ve ben, prensip olarak, asla köylülerin açtıkları tezgâhlardan alış veriş yapmam.
-Hâlden mal alıp, pazara getiren satıcılarınki daha güvenlidir.
-Neden derseniz?
-En azından hâle gelen meyve ve sebzelerin üretimleri, mühendis denetiminde yapılıyor.
-Ve mühendisler en azından ölçüyü kaçırmıyorlar.
* * * * *
-Martın 16’sından sonra yaşadık aslında.
-Cam piramitte her Pazar günü organik ürünler pazarı kurulacakmış.
-Belki daha pahalı olacak ama.
-Olsun.
-Hiç önemli değil.
-En azından sağlıklı besleniriz.
-En azından yediğimiz sebze ve meyvenin tadına varırız.
-Yıllardır doğru dürüst ağız tadı ile bir domates yemedim.
-Domateslerde tad diye bir şey yok.
-Diğer ürünlerdede aynı şey söz konusu.
* * * * *
-Sanırım böyle oluyor.
-Bir kent düşünün.
-Köylülükten kentliliğe geçerken kasaba sürecini yaşamayan.
-İşte Antalya’nın tarifi bu.
-Bir kente kültürden önce para girerse böyle oluyor.
-Ne yalan söyleyeyim.
-Tümü ile rezalet bir durum.