Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '13

 
Kategori
Dostluk
 

En yakın arkadaşı kaybetmek...

En yakın arkadaşı kaybetmek...
 

fanpop.com


Size kaç tane arkadaşınız var diye sorsam, eminim bu soruma bir anda cevap veremezsiniz. Yıllar içinde yüzlerce insan tanıdık ama bu tanıdığımız kişilerden kaç tanesiyle devamlı bir arkadaşlık kurabildik? Bir işyerinden ayrıldıktan sonra o işyerinde tanıştığınız kişilerden kaç tanesiyle arkadaşlığınızı sürdürdünüz? Arkadaş dediysem sıradan arkadaşlıktan bahsetmiyorum. İyi günde, kötü günde yanınızda olabilecek kişilerden söz ediyorum. 
 
Benim bu anlamda iki tane arkadaşım vardı. Birini iki gün önce kaybettim. Yarım asıra yaklaşan çocukluk arkadaşımı. Dün gece geç saatlerde vefat haberini alınca geçmiş gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başladı ve gece boyu da uyuyamadım. 
 
İlkokul son sınıftayken aynı tarihlerde karşılıklı evlere taşınmıştık. Evlerimiz bahçe içindeydi. Çocukluğumuz boş arsalarda, ağaç tepelerinde geçti. Nejat küçük yaştan bateri çalmaya meraklıydı. O yaşlarda annesinin dikiş kutularından sözde davul yapar, elindeki kalemlerle de tempo tutardı. Ben de bir tarağın üstüne kağıt yapıştırarak o zamanki parçaları çalmaya çalışırdım. Zaman içersinde o bir bateri zili ile bir davul alırken ben de bir İspanyol gitar almıştım. Birlikte nota dersi almış, öğrencilik yıllarımızda ise  bir düğün salonundaki orkestra içersinde o bateri çalarken, ben de elektrogitarla bir dönem o toplulukta yer almıştım. 
 
İkimiziin de evlilik tarihi gün ay ve yıl olarak aynıydı. Onlar gündüz nikahlanmışlar, biz de aynı günün akşamı düğün yapmıştık. Evlilik yıldönümlerimizi de hep beraber kutlardık. Evlendikten yaklaşık bir yıl sonra ikimizin de birer ay arayla bir oğlumuz olmuştu. Çocuklar da akran olduklarından aralarında bizim gibi iyi bir arkadaşlık oluşmuştu. 
 
Evlendikten beş yıl sonra kader onları İsveç'e sürükledi. Türkiye'de ekonomik kriz olduğu dönemlerde çalıştığı işyeri grevdeyken, eşinin ağabeyleri İsveç'de dahi iyi şartlarda çalışma olanağı olduğunu söyleyince ailesiyle birlikte İsveç'e yerleşmişti. Birkaç yıl Türkiye'ye gelememişlerdi ama o birkaç yıldan sonra her yıl altı haftalığına Türkiye'ye tatile geliyorlardı. Bu tatillerde birlikte Ege, Akdeniz kıyılarını boydan boya birlikte gezer, ufak molalarla benim izin dönemimde tatilimizi birlikte geçirirdik. O zamandan beri kamera merakım olduğu için bütün tatillerimizi de kameraya alırdım. 
 
Nejat 7 yıl önce pankreas kanserine yakalanmıştı. Aslında hastalığı erken teşhis edilmiş, İsveç'deki hastanede hemen ameliyata almışlar ve tümörü, etrafındaki geniş bir bölgeyle birlikte temizlemişlerdi. 5 yıl içersinde de her yıl yapılan kontrollerde başka bir tümöre rastlanmamıştı. Ancak geçen yıl o bölgeye yakın bir yerde yine bir tümör ortaya çıkmıştı. Doktorlar bu defa ameliyat yapamayacaklarını ancak radyoterapi uygulayarak büyümeyi önleyeceklerini söylemişlerdi. 
 
Geçen yıl izin döneminde radyoterapiye ara vererek bir aylığına Türkiye'ye gelmişlerdi. Bize uğradıklarında birlikte 20 yıl önce yaptığımız gezilerdeki görüntüleri birlikte izlemiştik. Onları izlerken ben yine onları kameraya almıştım. Ancak İsveç'e döndüklerinde kanayan tümörlerden bir pıhtı beyindeki bir damarı tıkamış ve Nejatın sağ tarafına felç gelmişti. Konuşma yeteneği ise kaybolmuştu. O olaydan iki gün önce kendisiyle telefonda konuşmuş ve gayet sıhhatte olduğunu söylemişti.
 
Bu yıl Haziran ayında Türkiye'yi çok görmek istediğinden, Silivri'deki yazlıklarına gelmişlerdi. Onu görmek için çocuklarla birlikte ailece onları ziyarete gittiğimizde, Nejat'ın oldukça çökmüş olduğunu gördüm. Nejat çok inançlı biriydi. Onu gördüğümde ağzından sadece iki kelime çıkıyordu. Yarabbi, ya Resulullah....Bir de eşinin ismini söyleyebiliyordu. Ama işaretle her konuda anlaşabiliyorduk. Kendisinin kısa zamanda iyileşeceğine inandığımızı, kendinisini bırakmamasını telkin ederken, o hastalığının ağırlığını biliyor ve son ana kadar mücadele ediyordu. Hepsi birlikte bahçeye bizi uğramaya çıktıklarında ona son bir defa daha baktım. Çünkü bir daha göremeyeceğim sanki içime doğmuştu. Eşime de bu duygularımı anlatmıştım.
 
Haziran sonunda İsveç'e dönmüşlerdi. 22 Temmuz ikimizin de evlenme yıldönümünde telefonla aradığımda, eşiyle konuştuktan sonra ona da evlilik yıldönümlerini kutlamak için telefona çağırdığımda, benim ve eşimin adını söyleyebildiğini duydum. Emine ve Erol diyordu. Kelime haznesini 10 kelimeye yükseltmiş ve iki kelime bizim adlarımızdan oluşuyordu. 
 
Telefonla sık sık arayıp, durumunu soruyordum. En son bayram için aramış ve durumunun iyiye gitmekte olduğunu öğrenmiştim.
 
Ancak dün akşam eşi telefonla bizi aradığında, kendisini kaybettiğimi öğrenince şoke oldum. Bu kadar uzun zaman içersinde arkadaşlık dönemimizde hiçbir zaman birbirimizi kırmamıştık. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.
 
İnsanları kırmamak deyince Doğan Cüceloğlu'nun bir eğitimindeki katılımcılarla yaptığı bir konuşmayı burada paylaşmak istiyorum.
 
 
EMİN OLUN Kİ OKUMAYAN ÇOK ŞEY KAYBEDER !
 
 
Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, 
aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
 
Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.
 
Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, 
yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
 
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm!
 
Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
 
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...
 
Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
 
Katılımcılar: Hayır
 
Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
 
Bir katılımcı: Var.
 
Cüceloğlu: Yarın?
 
Bir katılımcı: Evet.
 
Cüceloğlu: 30 yıl sonra?
 
Bir katılımcı: Olabilir.
 
Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
 
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
 
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
 
Bir katılımcı: Yoktur Hocam.
 
Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
 
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.
 
Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?
 
Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
 
Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
 
Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
 
Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
 
Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?
 
BUNA ZAMANIMIZ GERÇEKTEN KALDI MI?
 
 
 
 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..