Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

02 Şubat '13

 
Kategori
Aile
 

Ender Kıvanç Kaynak'a

Ender Kıvanç Kaynak'a
 

Totişim...

Bu defaki mektubuma bir kıssayla başlamak istiyorum. Neden gerek duyduğumu merak edeceğini de bildiğimden, kendi yaşadığım pişmanlığı ve hâlâ süregelen üzüntümü sen de yaşamayasın istediğim için seni bu konuda da uyarmak istedim. Bil istedim…

Keşke bana da, iş işten geçmeden anlatan biri olsaydı. Keşke ben de, anne olmayı beklemeksizin, henüz iş işten geçmeden, daha o yaşlarda yapabilseydim bu gün yapmayı bütün kalbimle ve özlemle istediklerimi. O nedenle şimdiden uyarayım, o nedenle şimdiden bil istedim.

Annem kardeşimle beni kucaklayarak, sarılıp öperek sevmezdi. Hissederdim, her vesile kendi ölçülerinde ve bizleri öncel tutarak, hatta kendisini hiçe sayarak gösterirdi sevgisini. Belki de pek çok anneden daha çok severdi ama dedim ya, öpmezdi sıklıkla, bir kez bile, seni seviyorum dediğini duymadım. Oysa istiyordum ki sıklıkla sözleriyle de dile getirsin sevgisini, sıklıkla sarılıp öperek göstersin. Ama hayır, yapmadı hiçbirini. Ben istiyordum bunları yapmayı… Ben sıklıkla “Seni çok seviyorum anneciğim” demek isterdim. İçimden taşar, dilimin ucuna gelir ama söyleyemezdim, boğazımda düğümlenir, yumruk olup tıkar kalırdı beni. Çekinirdim, o bunları yapmadığı için, benim yapmamı da hoş karşılamaz da, ters davranırsa, çekinik ve soğuk durursa kuşkusuyla vazgeçerdim. Oysa kaç kez içimden gelmişti sarılmak, sarılıp da doyasıya öpmek ama…

Bir gün bir arkadaşımla annesini ziyarete gitmiştik. Arkadaşımın annesi, sevgisini sıklıkla dile getirir, daha da sıklıkla sarılıp öperdi kızını. Konukluğumuz süresince de, arkadaşım, her ayağa kalkışında, mutfağa gidip gelirken, sürekli annesine, sarılıyor, sürekli yanağına bir öpücük kondurarak gelip geçiyordu yanından. İçim gidiyordu onların karşılıklı sevgi tezahürlerine, gıptayla izliyordum…

Dönüş yolunda da annem derin bir iç çekerek başlayıp buruk bir ses tonuyla özlemini dile getirdi: Gördün mü arkadaşını, nasıl da özendim, sen bir kez bile bana öyle sarılmadın, bir kez öpmedin beni öyle, bir kez söylemedin sevdiğini. Oysa, o yakınlığı, o sıcaklığı öyle özlüyorum ki!..

“Bana göstereceğine, önce kendin görmeliydin, önce sen örnek alıp kendini sorgulamalıydın. Sen onun annesinin davranışlarından hangisini sergiledin, sen bir kez onun annesinin sarıldığı gibi sarıldın mı bana, öyle ve sıklıkla, bırak bir kez öptün mü beni, bir kez söyledin mi sevdiğini. Sanma ki istemiyorum, sanma ki içimden gelmiyor, sanma ki sevmiyorum seni ama insan ektiğini biçer, insan gördüğünü yapar, at sahibine göre kişner anne unutma” dedim.

“Ne yapayım kızım, yapım bu, yapamıyorum, biz böyle görmüş, böyle alışmışız ve ben hep sevginin öperek, söyleyerek değil de, emek verip hissettirilerek gösterilmesinden yanaydım ama…”

Sesi ağlamaklıydı…

Kim bilir nasıl acıttı sözlerim onu, kim bilir nasıl incinip üzüldü ve neler düşündü ama o yaşımla düşünemedim hiçbir mal oluşu!

Hatta yoğun bakımda, kendini bilmez bir halde yatarken de kaç kez geldi içimden ama sanki yapmacık gibi, ısmarlama gibi olacak diye ve daha birçok tuhaf duyguyla yine sarılamadım, yine öpemedim sadece saçlarını okşamakla yetindim. Bir kez öpemedim, öldükten sonra da öpemedim nedense, oysa babamı öpmüştüm tabut içerisinde ama annemi öpmekten çekinmiştim, ürkmüştüm de galiba, bilemiyorum…

Ama bildiğim tek şey son derece pişman olduğum bugün, günde belki kırk kez keşke deyişim, acı çektiğim, üzüldüğüm ama ne fayda, artık ne pişmanlığın, ne de keşkelerin faydası var. Zamanı geri almak ise hiç mümkün değil.

Evet, anladım, anladım ama büyük bir gecikmeyle, iş işten geçtikten çok sonra ve kendim anne olup o yaşa geldiğimde aynı beklentiye girince, aynı şekilde karşılık göremeyişle anlayabildim ne yazık ki!..

Rivayet bu ya… Adı üzerinde rivayet ama rivayet de olsa, ibretli ve de pek çoğumuzca yaşanıp hissedilmekte en derin gerçeğiyle… Henüz yaşamayanlar için ise ibretli mi ibretli bir öykü…

Hz. İbrahim oğlu İsmail’i çok sevmektedir, o nedenledir zaten Allah tarafından da sınanışı, o nedenle kendisine olan sevgisini sınamıştır, o çok sevdiği oğlunu bana kurban edebilecek mi diye!

Belki de bir yandan da babalara, sevgilerini şeklen de göstermelerine örnek adına böylesi bir sevmeyi nasip etmiştir kendisine.

Diğer bir yanıyla da, beşeri sevgilere çok fazla kaptırıp da kendisine olan sevgiyi unutmasınlar, hatırlasınlar ve beşeri sevgilerin fırtınasında kaybolup kendisine gelen yolları şaşırmasınlar…

Gerçek nedeni bilmemiz mümkün değil tabii ki bu sınanışın, bunlar benim kendimce belki de dediğim olasılıklar.

Hz. İbrahim; sıklıkla oğlu İsmail’i kucağına alır, sever, saçlarını okşar, sarar ve öper, aynı zamanda da, “Oğlum seni çok seviyorum” dermiş.

Gel zaman, git zaman İsmail büyümüş, evlenmiş, bir de çocuğu olmuştur. Hz. İbrahim, oğluna sevgisi azalmadığı gibi, torununu da oğlu gibi çok sevmektedir. E zaten sınavdan da başarıyla geçmiş, Allah’ı daha çok sevdiğini de kanıtlamıştır…

Artık eskisi gibi kucağına alıp sevemese de, yine yanına oturur, saçlarını okşar, gözlerinin içine sevgiyle bakarak sarılır ve öpermiş…

Bir gün yine aynını yaparak, “Oğlum, seni öyle çok seviyorum ki…” demiş sesinde de avaz avaz sevgi tonlamasıyla…

Oğlu İsmail’den aldığı yanıt,“Ben de seni çok seviyorum babacığım” olacak diye beklerken, o da kendisine dönüp sarılarak, gözlerinin içine sevgiyle bakacak, saçlarını okşayıp yanaklarını öpecek diye bekler ve umarken, “Haklısın, evlatlar çok seviliyor, ben de oğlumu çok seviyorum sevgili babam” olmuş.

Yıkılmış Hz. İbrahim, yüreği burkulmuş ve tam ortasına sızılı bir acı yerleşip oturmuş beklentisine, umuntusuna yanıt alamayışın hayal kırıklığıyla.

“Haklısın oğul, haklısın, evlatlar çok seviliyor” diyebilmiş ancak ve tekrar sarılıp bağrına basmış İsmail’i, saçlarını okşayıp yanaklarını öperek kalkmış yanından.

Anlayamamış İsmail babasını, yüreğinde acıyla dolu ne fırtınalar estirdiğini, sevgisini göstermesini arzuladığını, beklediğini, baba olarak, onun da sevilmeye, ilgiye, sarmalanmaya ve sevildiğini duymaya ne denli ihtiyacı olduğunu…

Babasının yanından kalkarken, içinden söylediklerini de duyamamış tabii ki,  “Dilerim bir gün, senin de oğlun sana böylesi bir an yaşatmaz, dilerim sevgine aynıyla karşılık bulursun. Dilerim oğlun açılan kollarını boş bırakmaz da sana şu an duyduğum acıyı yaşatmaz”  

Gerçi anlayacakmış bir gün İsmail, anlayacakmış ama çok geç olacak ve artık yapacak bir şey olmayacak, keşkelerle kıvranarak geriye dönmenin, o günlere dönmenin imkânsızlığıyla gözyaşı dökecek, pişmanlık alazı yakacakmış her bir hücresini. Belki de babası hayatta olmayacakmış anladığında!..

İnsan, kendisi o yaşa gelmedikçe, kendisi anne ya da baba olmadıkça anlayamıyor bazı şeyleri. O nedenle ki anne babalar, çocukları her ne yaparsa, yapsın, her ne kadar kırarsa, üzerse üzsün, içleri burulsa da hoş görüp affedebilmekteler evlatlarını!

Sen sen ol yavrucuğum, hayattayken onlar, beklerler, umarlarken anla ve ver beklentilerini.

Bu sadece onlara kendilerini iyi hissettirmekle kalmayıp seni de mutlu ve huzurlu kılacak…

Çünkü gün geldiğinde, üzülüp kahrolmayacak, pişmanlık ve keşkelerle kıvranmayacaksın!..

Hele de hayatta değillerse!..

Babaannen p.r.alkan 

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..