Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '11

 
Kategori
Tarih
 

Endülüs'e Ağıt ya da medeniyetler çatışması ne olacak beyler?

Endülüs'e Ağıt ya da medeniyetler çatışması ne olacak beyler?
 

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ ya da KURTUBA HİLÂFETİ(756-1492)


Aşağıda 1492 yılında ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ'nin görgü tanıklarından Ebu'l-Bekâ Er-Rindi'nin ENDÜLÜS'E AĞIT adlı ölümsüz şiirini bulacaksınız. Çok acı da olsa, bir görgü tanığı olarak nice gerçekleri yazmış rahmetli RİNDİ şiir dili ile. 

I. Dünya Savaşı ile birlikte ABD'nin küreselleşme yolunda oluşturduğu ve adım adım, şehir şehir, ülke ülke uygulamaya koymakta olduğu MEDENİYETLER ÇATIŞMASI pek çok yansıması ile 519 yıl önceki olaylara ne kadar da benziyor, değil mi? Gördüklerimizi gerektiği gibi yorumlayabilir, gerçekçi olduğu kadar dosdoğru bir yaklaşım ile doğrulabilir isek bizde de ateş bacayı sarmış bulunmaktadır.

30 Ekim 1918'de OSMANLI DEVLETİMİZ'e dayatılan MONDROS MÜTAREKESİ'nden sonra TÜRKİYEMİZ'de de yerli işbirlikçilerin üstün gayretleri ile uygulanmaya konulan İŞGAL UYGULAMALARI ile nice karşılaştırmalar için tarihçi olmaya gerek yok. Siyasetçi olmaya ise hiç gerek yok.

İşte o çatışma bugün de devam etmektedir. Bu konuda kim ya da kimler;hiçbir şey olmaz, diyor ise bana göre yalan söylüyordur. İşte o çatışma süreci sinsi demokratik emeller ile Batı’da olduğundan farklı sonuçlara gebe.
Boz bulanık kimi konuları dayatarak yola çıkan o çatışma bugün zevkten dört köşe. 

O çatışma için üstün silah üreticileri ve pazarlamacıları özellikle son kırk yıldan bu yana bu ülkenin çocuklarını bilediler birbirlerine karşı. 

Onların yer yer saklandıklarını, yer yer saf değiştirdiklerini, yer yer de çatışmaları körüklemek için, yeraltında olduğu kadar yerüstünde de çalıştıklarını bilenler bilir. 

Onlar içimizden biridir ya da değildir bilemem. Bana göre onlar kendilerinden olmayan kültür ve medeniyetleri büyük bir iştiha ile yiyip bitirmek için her yolu mübah görmekten bir an bile geri durmamaktadırlar! 

İşte o çatışma, dün olduğu gibi bugün de ülkemize ekilen nifak tohumlarını yeşertmek için var gücü ile çalışmaktadır. Benzeri durum yüzyıllarca Endülüs’te de sinsi sinsi yaşanmış: Eğer yerli yerinde yaşanmaz ise hoşgörü, bir süre sonra boşgörü olur çıkar!

Burada vurgulamak istediğim kimse kimseye zulüm yapmasın, haince, sinsice kimse kimseyi arkadan vurmasın, ortak değerler çerçevesinde dostça, kardeşçe yaşanılsın istiyorum. İnanıyorum ki RİND de böyle istemiştir; kızılca kıyamet kopmadan önce yıllarca. 

Biliyoruz ki TARİH çoğu çatışmaların sonunun çoğu zaman BATI'nın MADDİ ve MANEVİ gelişmesine hizmet ettiğini göstermektedir. Çıkarı yok ise Batı boş yere yola çıkmaz. Orta Doğu'ya da Doğu'ya da Amerika'ya da öz çıkarları için yelken açtı Batı tarih boyunca. Bu açıdan pek çok karanlıkları ve sırları da içinde barındıran TARİH nice derslerle doludur demek zorundayız.

İşte bu çerçevede TARİH BİLİNCİ için, insan hakları için, demokrasi için kendimize özgü olmak zorundayız. Bir hay huy içerisinde, bize sürekli olarak unutturulmak istenen İslâmi uygarlık değerlerimizi aşağıdaki şiiri okuyunca daha bir savunmak gerektiğine inanıyorum. Bu yaklaşımım her yönü ile bulandırılmaya çalışılan TÜRKİYE için olduğu kadar İSLAM için de geçerlidir!

Bu konularda Batı'nın yüzyıllardır kendisinden görmediği Doğu’ya da Batı’ya da nice savaşlar açmış olduğunu hatırlamamak için ya aptal ya da sarhoş olmak gerek. 

Batı’nın büyük bir iştiha ile ‘Medeniyetler Çatışması’ yolunda bütün gücü ile ilerlemekte olduğu günümüzde, bize de bütüncül bir yaklaşım çerçevesinde bakılması gerekiyor. Açıkça görülüyor ki çok öncden tasarlanmış olan o çatışma, dün olduğu gibi bugün de çevremizi sarmış bulunuyor. Son aylarda gördük Orta Doğu da Kuzey Afrika da karıştı. Tarihin tekerrürünün ne kadar acı olduğunu atalarımız yüzlerce cephede yaşamış. Bütün unutturulma çabalarına rağmen o çatışmalı karanlık günler unutulmaz bana göre. 

Bugün özellikle Orta Doğu’da var olan yönetim biçimlerinin çoğu yönleri ile çok da tutarlı olduğunu; insan haysiyetine ve adaletin hassas dengelerine uyumlu olduğunu söylemek ise ahmakça bir yaklaşımdır bence. Onları ne demokrasi, ne liberalizm, ne insan hakları ne de sözde olup da özde olmayan kimi cafcaflı yaftalar kurtarabilir. Tarih, bu türden nice tiranlar, krallar, sezarlar, sultanlar gördü. Dün görüldü, bugün de görüyor duyuyoruz onların ne kadar tantanalı yaşadığını. Ne ki görüldüğü, bilindiği ya da sanıldığı gibi var olan sözde ‘devlet düzenleri’ ise nice ‘maddi çıkarlar’ peşinde koşarak; ‘benim adamlarım iyidir’, ‘en iyisini, en doğrusunu ben bilirim’ dayatmaları ile tutunmaktadırlar dünyaya. Bu nitelikteki yıkıntıları gördük, yıkılacak olanları da göreceğiz kısmet olur ise. 

Kısaca çoğu siyasi gelişmelere ya da kendinden menkul dayatmalara bütün insanlık maceralarını da kapsayacak bir biçimde TARİH ve UYGARLIK BİLİNCİ ile bakılmalıdır.


ENDÜLÜS'E AĞIT

Ebu'l - Bekâ Er - RİNDİ

Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
Niçin bunca gurur maldan, mülkten, adtan sandan insanoğlu.
Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.

Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
Zaman değişmek bilmez kesin ölçülü ve hükümlüdür:
Geri döner, paralar sahibinin zırhını, kılıçlar ve kargılar iIeri doğru işlemez oldu mu.

Zaman bu, ona ne kılınç kını dayanır, ne meşhur kaleleri sultanların.
Kınlar eskir, kaleler çürür, o kaleler dünyanın en sarp yurdu
Gımdan olsa da; Gımdan, şahin bakışlı ve kartal duruşlu.
Nerede, de bana, o taçlı hükümdarları Yemen'in?
De bana, onların taçlar içinde bile taç olan taçları ne oldu?

Şeddad'ın cennet diyerek kurduğu saraylar ülkesi İrem,
Sâsaniler'in ebedî sanılan devleti ne oldu?
Altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı Kârun, hani o dağ?
Hani Âd, hani Adnan, hani Kahtan, dünya nimetlerinin köpüren yurdu?
Reddi mümkün olmayan bir hâle uğradılar.

Bir masal oldu onlar, bir varmış bir yokmuş, bir toz toprak bulutu
O taçlar, o devletler, o mülkler saltanatlar, bir rüyadır artık
Her biri, hayalden geçen gölge gibi, zamandan geçip durdu.
Gün oldu, zaman denen yaman er, sağa döndü
Dara'yı uçurdu bir vuruşta; Sola döndü Kisra'yı.

Kisra'yı ne takı, ne sarayı kurtarabildi, korudu.
Saltanatının yeller esti yerinde yellere hükmeden
Süleyman'ın; Şiddetinden ötürü Sâb denen münzirse, don vurmuş ağaçlayın kurudu
Zamanın fâciaları çeşit çeşit türlü türlüdür:
O ne zengin fâcia bezirgânı!
İki burçlu bir kaleyse o, sevinç bir burcu, hüzün bir burcu.

Her fâciayı unutmak mümkün, olup biten bütün bunları unutmak olabilir
Ama İslâm'ın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir, ne unutturacak bir korku.
Endülüs'e öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi.
Dehşetinden Medine'de Uhud, Necid'deki Şehlan dağları yerinden oynadı,
Bir deprem ki, yer yarıldı arz boyu.

Ah! Yarımadada İslâm'a göz değdi, yağdı belâ yağmur gibi.
Şimdi o canım Endülüs şehirlerinde, İslâm'ın ne namı var ne nişanı;
Sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.

Belensiye'ye bir sor, Mürsiye'nin hali nicedir?
Şâtibe'nin başına gelenler? Ceyyan ne oldu?
Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba.

Bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan Kurtuba'ya ne oldu?
Nerede Hıms'ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen bahçeleri.
Tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?
Endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar
Bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak boşun boşu,
İnsan yaşamaya ne borçlu?

Yüce İslam, yârinden ayrılmış bir genç gibi.
Güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu.
İslâm'dan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan Endülüs için,
Ulu İslam, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu
Cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı
Nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu...

Mihraplar ki taştandır, minberler ki ağaçtan,
Canlı cansız ne varsa bu hâle inledi durdu.
Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere dedikodulara batmış kişi!
Sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!
Ey göğsünü gererek "benim ülkem, saltanatım" diyen, kurumundan geçilmiyenler!

Siz Hıms'ı gördünüz mü?
Hıms'tan sonra hangi vatan verir insana vatan fikrini, duygusunu?
Endülüsün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini unutturdu;
Ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!
Ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan,
Yay gibi gergin Arap atlarının üstüne kurulu Süvariler!
Ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde
Pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
Ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
Saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!

Endülüs'ten, Endülüs'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
Her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalpleriniz mefluç mu?
Ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden İmdat ummuş beklemişti, son ana dek.
Hiç düşündünüz mü bunu?

Onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,
Siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız, halinden memnun ve haz maymunu!
Yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse kalmadı mı yeryüzünde?

Hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?
Dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.
Neler çekiyorlar?
Yüzleri bile tanınmaz hâle geldi.
Yarabbi ne kaderdir bu!
Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfr ülkesinde uşak.

Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?
Alçalışın örtüsü kalın bir gece gibi sarmış dört yanlarını.
Başsız, şaşkın, olup bitene hayrette, gözleri büyümüş, bakışları korkulu.
Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.
O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
Kirli yataklarına.
Haykırışları yırttı gökleri.

Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!

Ebu'l-Bekâ Er-Rindi (Tercüme: Sezai Karakoç, İslam'ın Şiir Anıtlarından- Diriliş Yayınları. İst. 1985, s. 85)


Alıntı Yeri: KARAKUTU http://www.karakutu.com/frmt2589/endulus-e-agit 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..