Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Ensimismarse/ Düşüncelere dalmak...

Ensimismarse/ Düşüncelere dalmak...
 

Birbirlerini bir daha hiç görmediler; bu nedenle sözkonusu yaşanmış masala "bir varmış, bir yokmuş"la başlamak tuhaf kaçmamalı. Ne kadar zaman önce yaşanmış olduğunun fazla önemi yok, çünkü aslında zaman yok ama şimdi bu derin konuya girmeden nerede yaşanmış olduğu ile başlayabiliriz anlatmaya. Adam Diyarbakır'daydı, görevi öyle gerektirdiği için oradaydı. Orada olmaktan çok da hoşnut olduğu söylenemezdi. Oldukça sıcak geçen bir günün akşamında Ulu Camii tarafına doğru yürümüş, "bir çay içer, sağa sola bakar, oyalanırım" diye düşünmüştü. Sırtını tarihî duvarların şaşırtıcı serinliğine dayayıp oturmuş, çayını henüz söylemişti ki bacağının yanındaki varlığını farketti. Eğilip baktığında onun zaten serin taşlar üzerinde yatmakta olduğunu gördü, yani bu hikâyeye yeni katılan aslında adamın kendisiydi...

Bütün gün Diyarbakır'ın amansız sıcağı ile köşe kapmaca oynamış, ancak akşam vakti bu serin cami avlusunda biraz nefeslenebilmiş olan kedi uykusunu bölen davetsiz misafire hafif kuşkuyla baktı. Zararsız biri olduğunu anlaması çok sürmedi, bu sebeple yerini değiştirmeye gerek görmedi. Adam yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ile "n'aber?" dedi ona, anlaşılan uykuya kalınan yerden devam etmek pek mümkün olmayacaktı, kedi doğrulup kalktı. "Şimdi ben sana cevap versem, iyidir birader, sen nasılsın diye sorsam muhtemelen arkana bile bakmadan kaçarsın buradan. Sizi anlamadığımızı düşünür ama gene de bizimle konuşursunuz, kovarken, çağırırken, severken, döverken kullandığınız dili madem anlamıyoruz, niye konuşuyorsunuz o zaman diyeceğim, konu iyice çetrefilleşecek. İyisi mi her zamanki numarayı kullanalım gene" diye düşündü kedi ve sırtını kamburlaştırarak adamın bacağına şöyle bir süründü. Kedinin yeterince temiz olmadığını düşünse de başını okşamaktan kendini alamadı adam, "çıkarken şadırvanda yıkarım elimi nasılsa" diye geçirdi içinden. Çayından bir yudum aldı ve karşıya bakarak "çok sıkılıyorum, biliyor musun?" dedi yüksek sesle. Sonra telâşla etrafına baktı, hani duyan falan olmuş mudur acaba diye, ortalıkta kimseler yoktu, rahatladı...

"Çünkü buraya sıkılmak üzere geldin sen" diye cevapladı içinden kedi, "O yüzden sıkılıyor olman hiç te şaşırtıcı değil. Henüz eşyanı valize yerleştirirken ne kadar sıkılacağını düşünmeye başlamıştın zaten. Burayı kavurucu sıcak, huzursuz ve arka sokakları sidik, çarşıları ciğer tava kokan bir şehir olarak görmek istediğinden farklı tarafları da olabileceğini düşünmedin hiç. Kaldı ki; zamanı kolluyorsun sürekli, günleri sayıyorsun. Böyle yaptığın sürece bir türlü geçmek bilmeyecek hâlbuki, farkında değilsin. Zamanla birlikte akmayı seçmelisin ama kime diyorum ki?.." Sonra çeneleri ayrılacakmış gibi kocaman esnedi, bıyıklarını titretti ve tekrar yerleşti yerine...

"Tuhaf" diye düşündü adam, "sanki söylediklerimi anlıyormuş gibi bakıyor bana, oysa o sadece bir kedi, düşünüp anlayamaz ki..." Kedi başını adama doğru çevirdi, safran rengi gözlerini birkaç kez kırptı, kuyruğunu üç defa yere vurdu ve tekrar bıyıklarını titretti. "Sadece bir kedi tabii" dedi düşünceleri, "eğer kıçıma doğru bakacak olursan güldüğümü farkedeceksin, zira biz bunlara ağzımızla gülmeyiz beyefendi! Siz zavallı insancıkların iletişimi konuşabilmeyle sınırlayışınız varlığımız boyunca hep güldürmüştür ya zaten bizi, neyse deyip geçelim bunu da. Sen bizim insanlık tarihi içindeki yerimizden pek haberdar değilsin anlaşılan; Baudelaire, Charles Perrault, Domenico Balistrieri, Rudyard Kipling, Mark Twain, Chateaubriand, Edgar Allan Poe, Lewis Carroll, Ernest Hemingway okunmamış besbelli. Peyami Safa, Sait Faik Abasıyanık, Hüseyin Rahmi dersem oradan tutturabilirsin belki, hayır bu en üstün varlık olma teranesi bazen çok komik duruma düşürüyor da sizi, ondan diyorum yani. Bu durumda Antik Mısır'dan falan hiç söz etmeyelim en iyisi!.." Adam önce saatine, sonra cep telefonunun ekranına baktı, kimse aramamıştı. Sıkıntıyla sigara paketine uzandı, "Zaman ne kadar yavaş geçiyor bu anlamsız şehirde, oysa bitse de gitsek bir an önce" diye mırıldandı, bir çay daha söyledi ve neden sonra kediyi yeniden hatırladı. "Cinsi ne acaba bunun" diye düşündü, "Dişi midir, erkek mi? Hiç te anlamam ki. Kaç yaşındadır peki, ne yer, ne içer, sahibi olduğunu sanmam, sokak kedisine benziyor. Cami avlusunda bakan birileri vardır belki." Uzanıp çenesinin altını gıdıkladı kedinin, "Seni gidi seniiii" diye gülümsedi, "Nasıl da seversiniz bunu, değil mi?"


"Hah" dedi içinden kedi, "Şöyle bir işe yara bari, sana ne benim cinsiyetimden, yaşımdan, başımdan? Biraz da şu taraftan..." Başını mırıldayarak öte yana çevirdi, arada bir insan denen bu acaip varlıkla yakınlaşmak doğrusu hiç te fena değildi. Gerçi daha bu sabah arka mahallenin o donsuz piçleri gene taşa tutmuştu kendisini ama olsun, akşam vakti bu kafası karışık yabancı kediye iyi gelmişti. Hoşnutluğunu guruldayarak ifade eden kedi adamın bacağına kuvvetle süründü bu kez. "Ben senin anlamsız bulduğun bu şehirde doğdum" diye düşündü, "Babam, onun babası, onun da babası, dedelerim, atalarım, soyum sopum hep buralı, isminin Amid olduğu zamanlardan beri buradayız biz, her küçesini, her eyvanını ezbere bilir, cümle akrebini, güvercinini, sıçanını daha görmeden, kokusundan belleriz. Bu kadîm şehrin 5000 yıllık tarihi boyunca yaşananları merak etseydin eğer hiç canın sıkılmazdı. Eyvanda yatan oğlan, gömleği keten oğlan, nişanlın eller almış, habersiz yatan oğlan türküsünü dinlemeye gönlün olsaydı ya da Fincanın Etrafı Yeşil'e verseydin kulağını belki o kadar anlam peşine de düşmezdin. İyi adamsın, belli ama hayata baktığın yer yanlış, birkaç adım öteye geçip bir de oradan bakmalısın. Yoksa gittiğin her yere taşıyacaksın bu iç sıkıntısını, kendini çarpıp böldüğün hiçkimsede ve hiçbir yerde bulamayacaksın aradığını. Eğer beni anlayabilseydin olmayanı arama derdim sana, bittiğine üzüldüğün o imkânsız aşka da artık boşuna yanma. Çünkü imkânsız olmayan aşk yoktur iki insan arasında..."

Kedi ayağa kalktı, vücudunu önce öne, sonra arkaya doğru uzatarak gerindi. Adam kimbilir kaçıncı sigarasını içerken etekleri bu çok eski şehrin minarelerine takılıp duran akşamı seyrediyordu. Gitmek üzere arkasını dönen kedi birşey hatırlamış gibi durdu, adama doğru döndü, "Haa, unutmadan" dedi iç sesiyle, "Herşeyi bildiğinden, gördüğünden ibaret sanma, aşka inandığın kadar masallara da inan..." Basamaklardan sakin adımlarla inen kedi avluyu hızla geçti ve sarı bir ok gibi koşarak karıştı Diyarbakır akşamına. "Ne çabuk gözden kayboldu yahu" diye düşündü adam şaşkınlıkla, "Aşka inandığın kadar masallara da inan, masallara da inan..." diye mırıldandığını farketti sonra. "Amma da tuhaf şey" diye söylendi kalkmak üzere sigara paketiyle cep telefonuna uzanırken, "Bu da nereden geldi şimdi durup dururken aklıma?.."

(Diyarbakır geçici görevlerinden birinde, bir akşam Ulu Camii avlusunda çay içerken rastgeldiği ve cep telefonuyla fotoğrafını çektiği gizemli kedinin hikâyesini yazmamı isteyerek aylardır kafamı didikleyen sevgili arkadaşım Halûk Ertem'e ve bana bu yarı gerçek masalı yazdırdığı için o meçhûl sarman kediye bakî teşekkür ile...)

 
Toplam blog
: 23
: 772
Kayıt tarihi
: 24.02.07
 
 

Kendimi olduğum gibi seviyor ve onaylıyorum. "Gibi olmak" bana göre değil. Sevmeye evvelâ kendisinde..