Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '21

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Enstitüler ve Dine Bakış

Enstitülerde çevreyi/toplumu değiştirme iddiası vardı. Oysa çevrede ve toplumda en güçlü ve diri olan öğe din idi. Bu öğeye yönelik bir etkinin olması ise ancak bilgiyle söz konusu olabilirdi. Bilinmeyen bir değerin değiştirilmesine çalışılması mümkün değildir. Din konusundaki bu ilgisizlik ve bilgisizlik toplum nezdinde de sahiplenilmeyi güçleştirdi. Toplum bir yönüyle güç odakları arasındaki mücadelede adeta angaryadan kurtulduğuna baktı. Dini/Kur’anı doğru anlama konulu bir ders konabilirdi.

 

Cumhuriyet öncesi/Osmanlı döneminde sadece imamlar ve medreseliler köylere gidiyor denilerek köylüler bağnaz dindarın esiri olarak görülürken bu esaretten kurtulmanın/ kurtarmanın yolunu bulmak yerine din duygusunu yok sayarak esaretten kurtulacakları zannediliyordu.

 

Toplumun ihtiyaç ve gerçekleri değil sistemi kuranların zihnindeki ihtiyaçlar ve gerçeklerden hareket edildi. Bu da Cumhuriyet döneminin tipik elit/yönetici hastalığı idi. Enstitülerde eğitim bizzat hayata yönelik idiyse din kavramına neden hiç yer verilmedi? Yeni hayatın içinde dine yer yoktu. Sistemi kuranlara göre, Din konusunda bin yıla dayanan bir kültür olmasına rağmen görmezden gelinmesi eksiklik.

 

Topluma liderlik yapacak öğretmenler gittikleri köylerde yaşayan insanların, toplumun dini ihtiyaçlarını karşılaması hiç düşünülmüyor, dikkate alınmıyordu. Asırlardır yoğun bir şekilde maruz kaldıkları dini kültürü tamamen unutmaları bekleniyor. Doğru din anlayışını kazandırma endişesi taşınmıyordu. Atatürk’ün tercüme ettirdiği hadis kitabı, tefsir kitabı dahi eğitimin bir parçası olamıyordu.

 

Ulusal oyunlar, folklorik oyunlar, marşlar her sabah tekrar ettirilirken bir tane dahi cami, mescit, ibadet yeri, ibadet şekline yer verildiğinden söz edilmez. Gerekçe din, Allah ile kul arasındadır, karışılmaz iddiası. Asırlarca tüm dini hizmetleri devletin yönlendirmesi/desteği ve yönetimi ile yapmaya alışmış bir toplumda bu dini unutun demek anlamına geliyor. Cumhuriyet döneminde din Allah ile kul arasında bir olgudur nitelemesiyle dine dair algı, anlayış ve uygulama tamamen şahısların kendilerine bırakılır gibi davranılarak sanki din kişisel özgürlük alanına terk edilmiş gibi yapıldı. Oysa tarih boyunca hiçbir dönemde kişiler dini anlayışlarını kendi özel çabaları ile yaşamaya, örgütlemeye alışmamışlardı. Hemen her dönemde devletin güdümünde, devlet adamlarının kontrollerinde yürütülen din hizmetlerinin örgütlenmesi bireylerin vicdanlarına bırakılmakla aslında sahipsiz bir duruma getiriliyordu. Din hizmetlerinin yönetimi konusunda hiçbir tecrübeye sahip olmayan bir toplumda din hizmetlerini kişilerin vicdanlarına bırakmak demek zaten yüzyılların getirdiği cehalet bataklığında boğulma durumuna gelmiş insanlara dolaylı yönden dinini bırak demenin bir başka şekilde dile getirilmesi idi.

 

Ulusal bilincin en önemli değeri olan dinin eğitimin bir parçası olamaması enstitü sisteminin en büyük handikabıdır.

 

Din toplumsal bilgi ve kültürün en güçlü öğesi iken enstitülerde görmezden gelindi. O dönemde dinin karşıtı olarak komünizm algısı vardı. Bu nedenle bu şekilde suçlandılar.

 

Bilimsel anlayışta dine yer yok denebilir mi?

 

En büyük toplumsal birikim din idi,

 

Cumhuriyet döneminin en önemli fikir tartışma konusu imparatorluk neden yıkıldı konusu idi. Bu ise dinden bağımsız ele alınamaz. Osmanlıdan bağımsız ele alınamaz.

 

Enstitülerde serbest okuma denilince sadece batı klasikleri anlaşılmıştı. Bu da bir yönüyle enstitü hareketinin batılılaşma sürecinin bir devamı olduğunu göstermektedir.

 

Eğitimde karma eğitim uygulamasının dini bir alt yapıya dayandığı kesin. Kadın ve erkeklerin bir arada bulunması din konusunda görüş üreten mezhepler tarafından farklı şekillerde ele alınmış. Genel olarak kadın ile erkek arasına mesafe koyma düşüncesi hemen tüm mezheplerde var. Konunun dinin temel kaynaklarına dayanarak ele alınması durumunda kitap olarak ilk kaynak olan Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde kadınla erkek arasında kesin hatlarıyla bir ayrılmadan söz edilmemekle birlikte günaha giden yolları kolaylaştırmama amacıyla mesafeli davranılması gerektiğine dair öğütlerin, tavsiyelerin, uygulama ve değerlendirmelerin bulunduğu görülmektedir. Tarihi anlamda yani geleneksel din uygulamasında ise kadınlar genel olarak eviyle sınırlı bir hayata yönlendirilmiş. Haremlik-Selamlık adı verilen uygulamalar bugün dahi pek çok ev ortamında devam ediyor. Özel hayatta haremlik-selamlık uygulaması tamamen aile üyelerinin inisiyatifine dayanan bir durum. Bu uygulamanın yararı veya zararına ilişkin her bireyin kendine özgü düşünceleri ve tecrübeleri olabilir.

 

Enstitülerde karma eğitim konusu ele alınırken geleneksel din anlayışının getirdiği sınırlamaların toplumda oluşturduğu olumsuzlukları giderme amacıyla uygulama ve değerlendirmeler yapıldığı görülüyor. Karma eğitim uygulamasının dini alt yapısının topluma doğru bir şekilde anlatılması adına dini kültüre ilişkin bilgi ve anlayış kazandırma amaçlı bir uygulama yapılabilirdi.

Kültür toplumun yaşama biçimi ise yaşamın içindeki her faaliyet önemlidir. Eğitime konu edilmelidir.

Bu kadar enstitü hatırası içinde dini bayramlara ilişkin hiçbir şey bulunmuyor.

Toplumun yaşama biçimini, sağlıklı değerlerini yok sayarak, atlayarak yeni bir eğitim ve kültür yaratılamaz ise Cumhuriyet de enstitülerde din değeri neden yok sayıldı, atlandı? Sorusu üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyor.

Yeni insan yetiştirilirken din kavramına hiç yer verilmedi, yok sayıldı.

Din eğitimi temelli medrese sisteminde zamana uygun gelişme, iyileşme ve yenileşme sağlanamadığı için verimsizleşti, bozuldu.

Din eğitimi sadece dini alandaki bilgiye ulaşma ile sınırlanınca din adamlığı gibi ayrı bir grup, sınıf oluştu. Oysa din kişinin hayatının bir parçası, bir değeri olarak olması gerekiyordu. İnsan bu hayatın içinde ekonomi, politika, hukuk, teknoloji gibi her alanda faaliyette bulunurken dinin sunduğu ilkeleri hayata geçirmenin yollarını bulması gerekiyordu.

Toplumun sosyal yaşamında var olan sağlıklı alışkanlıkların eğitime dahil edilmesi sürecinde din göz ardı ediliyordu.

Programların parçaları içinde, enstitü yaşamının içinde veya etkinliklerde dahi dinle ilgili olumlu bir tutum kazandırma düşüncesi, endişesi yoktu. Tersine geri kalmanın bir gerekçesi olarak sunuluyordu.

Din eğitimini devlet yapmıyor, yaptırmıyordu. Bu görevi aile ve cami üslenmişti. Cami de köydeki kurumlardan birisi olarak işbirliği yapılacak bir kurum olarak görülüp kabul edilmiyor. Tersine mücadele edilecek bir rakip görülüyordu.(Pakize Türkoğlu.kitabı).

Dinle uzlaşma, yakınlaşma tutumu yoktu. Tersine çatışmacı bir tutum benimseniyordu.

İslam’da din adamlığı gibi bir sınıf olmadığı bilincini verme adına doğru din anlayışını kazandırma amaçlı dersler, etkinlikler konularak alternatif, doğru, uzlaşmacı bir din anlayışı kazandırma çabasına girilebilseydi –ki bu yapılabilirdi-dinsizlikle de suçlanmazlardı.

 

                                                                               

 

                                                                                 Ali Hikmet Demir

                                                                              ahdemir35@gmail.com                     

 

 
Toplam blog
: 147
: 1198
Kayıt tarihi
: 26.09.08
 
 

Öğretmen olarak başladığım meslek hayatıma yönetim ve denetim konusunda aldığım yeni eğitimler sonr..