Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Entelektüel: Devletinin değil, hakikatin vatandaşı

Entelektüel: Devletinin değil, hakikatin vatandaşı
 

Edward Said: hem entelektüelin hem de adam olmanın kitabını yazdı.


Fikir üretmek için zihinsel çalışma, bilinen, öğrenilen şeyleri yorumlama ve sorgulamayı beraberinde getirir. Düşünen kişi klişeleri, bilinenleri, kabulleri kendi merceğinden geçirir. Gördüğü çarpıklık ve aksaklıkları, bunların sebeplerini sorgular. Sorgulamak, entelektüelin bir başka ayırt edici özelliğidir. “Aydın” diye anılan ve kendisine toplumu “aydınlatma” misyonu yüklenmiş kişiden sorgulamaktan ziyade sahip olduğu bilgiyi topluma yayması beklenir. Gerçi bu bile kolay bir şey değildir. Bir Cumhuriyet aydını olan Yakup Kadri Kararosmanoğlu’nun, “Yaban” romanının kahramanı Ahmet Celal’in yerleştiği Anadolu köyünde yaşadığı yabancılık aydının bu durumunu iyi anlatır.

Sorgulamak da yetmez. Entelektüel düşünme ve sorgulama süreci sonunda ortaya çıkan fikrini duyurur. Fikrin gerçek bir “fikir” olarak kabul edilmesi için yeni ve var olanlardan farklı şeyler içermesi gerektiğini belirtmiştik. İşte bu yenilik ve farklılık halihazırda var olan, genel kabul görmüş fikir sistemleriyle çatışır, onların statükosunu sarsar. Bunun karşılığında da statükodan hemen tepkiler yükselir. Entelektüel bu tepkilere meydan okumak zorundadır. Yoksa yapmaya çalıştığı işin hiçbir anlamı kalmaz. Bu meydan okumanın bedeli çok ağır olabilir. Sokrates gibi zehirlenerek kendi canına kıymaya zorlanabilir; Giordano Bruno gibi yakılarak, Nesimi gibi derisi yüzülerek, Şeyh Bedrettin gibi asılarak öldürülebilir. Ama o bir kez hakikati bulmanın ve duyurmanın iğvasına kapılmıştır. Öldürüleceğini bilse de kendini bu çabadan alıkoyamaz. Entelektüel meydan okur, aydın böyle tehlikeli işlere pek girişmez.

Bu noktada yine Yakup Kadri örneğini verebiliriz. Kadro dergisini çıkaran Yakup Kadri, o dergide Atatürk’e eleştiri anlamına gelebilecek bazı yazıların yayınlanması üzerine Tiran’a "ikinci derece ortaelçi" olarak gönderilir. Bu görev bir ödüllendirme değil sürgündür aslında... Zaten Yakup Kadri’nin diplomatlıkla en ufak bir ilişkisi yoktur. Amaç Kadro dergisinin dolaylı yoldan kapatılmasıdır. Yakup Kadri bunu anlamasına rağmen itiraz etmek aklına bile gelmez. Hatta Atatürk’e isterse dergiyi kapatabileceğini söyler. Yakup Kadri “Zoraki Diplomat” kitabında bu olayı anlatmıştır. İşte aydınla entelektüel arasındaki tipik fark budur. Eğer Yakup Kadri entelektüel olsaydı, dergisinin kapatılması ve hapse atılması pahasına direnirdi.

Entelektüel, zihinsel sorgulama, yargılama, değerlendirme işlemleri sonucunda idrak edip ortaya attığı fikre karşı yükselen tepkilere meydan okur ve tavır alır. Örneğin bu ülkede bazı entelektüeller genel olarak Ermeni sorunu, özel anlamda da 1915 Ermeni Tehciri gibi bir konuda okumuş, araştırmış, tarafların tezlerini dinlemiş, bütün bunları değerlendirip bir kanaate ulaşmış, ulaştığı kanaati de başkalarına duyurmuştur. Ancak duyurmakla da yetinmemiş kamuoyuna açık bir ortamda “Özür Diliyoruz” başlıklı bir bildiri yayımlayarak imza atmıştır. Bu bir tavır alıştır. Bu Ermeni sorunu değil, başka her hangi bir konu da olabilirdi. Örneğin entelektüeller ABD’nin Irak’ı işgaline de karşı çıkmışlar bu kapsamda çeşitli etkinlikler gerçekleştirmişlerdi.

Irak'ın işgaline itiraz sadece ABD dışındaki ülkelerin entelektüellerinden değil, bizzat ABD’li entelektüellerden de gelmişti. İşte burada da entelektüelin tipik özelliklerinden biri daha ortaya çıkar. Entelektüel gördüğü, duyurduğu ve tavır aldığı yanlışı kimin yaptığına bakmaz. Yanlışı yapanın kendi ülkesi, kendi toplumu veya kendi devleti olması entelektüelin tavır alması açısından hiçbir şeyi değiştirmez. O hakikatin vatandaşıdır; ilkelerin dilini konuşur; dürüstlük dinine inanır. Milli olana değil, evrensel olana önem verir. Bu aşamada da yaşadığı toplumdan çoğu zaman ayrı düşer.

Bu noktada da entelektüel tavır olarak akla hemen Fransız romancı Emile Zola, İngiliz filozof Bertrand Russel ve Fransız filozof Jean Paul Sartre gelir. Zola, “Dreyfuss davası” diye bilinen davadaki ırkçılığa karşı çıkarak hükümeti ve Fransız adaletini suçlayan “İtham Ediyorum” başlıklı ağır bir bildiri yayınlamıştır. Russel, ülkesi İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşına katılmasına karşı çıkmış ve üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmıştır. Sartre, ülkesi Fransa’nın Cezayir’i işgaline ve oradaki katliamlarına şiddetle karşı çıkmış ve çeşitli protesto eylemlerine katılmıştır. Bunlara Irak’ı işgaline karşı çıkan ABD’li Noam Chomsky, İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğunu açıkladıktan sonra hapiste çürütülen İsrailli bilimisanı ve gerçek bir entelektüel olan Mordehay Vanunu örneklerini ekleyebiliriz.

Kısaca entelektüel “aydın”dan hem çok farklı hem de çok daha fazla bir şeydir. Entelektüel, ülkesinin, (aslında daha doğrusu iktidar sahiplerinin) ulusal çıkarlarını gözetme kaygısı taşımaz. Eğer öyle yapacak olsa, Sartre’ın Cezayir işgalinde kendi ülkesi olan Fransa’yı, Chomsky’nin vatandaşı olduğu ABD’yi Irak’ta desteklemesi, Russel’ın da tüfeğini kapıp İngiliz ordusuna katılması gerekirdi.

Entelektüellerin bu şekilde hakikatin safında tavır alma zorunluluğu, onları her zaman statükonun ve iktidarların düşmanı haline getirir. İktidar tüm gücüyle, her türlü propaganda aracıyla entelektüele karşı sürekli bir savaş verir. Susturur, görevinden alır, işsiz bırakır, hapse atar, “entel”, “züppe”, "sözde aydın" vs gibi pejoratif yaftalarla karikatürize eder, sürgüne gönderir, hiçbiri çare olmazsa da öldürür. Buna “anti-entelektüalizm denir.

Anti-entelektüalizm ise faşizm denen lanetin en tipik belirtilerinden biridir. Faşizm tek seslilik ister. Her şey iktidarın belirlediği bir politika ve hedef doğrultusunda seferber edilmelidir. En küçük bir itiraza tahammül edemez. İnsanın bir birey olarak hiçbir önemi yoktur. Faşizmin gözünde birey bir araçtır; bir kışlanın silah deposundaki bir süngü kadar bile değer taşımaz. Bu yüzden insana insan olduğunu hatırlatacak fikirlere ve o fikirlerin sahiplerine düşmandır. Hitler, Yahudileri gaz odalarında yakmadan önce meydanlarda kitapları yaktırmıştır.

Entelektüel, ulusunun, devletinin anlık çıkarını düşünmez. Sadece kendi vicdanının işaret ettiği şeyleri söyler/yapar. Zaten işi sorun çözmekten ziyade sorun yaratmaktır. Bundan dolayı da çoğu zaman kolaylıkla “vatan haini” damgasını yer. Aslına bakılırsa öyleymiş gibi de görünür. Öyle ya, ülkesinin savaşa girmesine karşı çıkan Russel, Cezayir soykırımını protesto eden Sartre, İsrail’in nükleer sırlarını açıklayan Vanunu iktidar sahiplerince kolaylıkla "vatan haini" olarak gösterilebilir. Bizde olsa damgalanmakla da kurtulamazlardı.

Ancak, entelektüel ülkesinin ve ait olduğu toplumun yüzünü o kendisini hainlikle suçlayanlardan bin kat daha fazla ağartır. Entelektüelin karşı çıktığı şeylerin yanlışlığı eninde sonunda bir şekilde kanıtlanır. Bugün Fransa’nın onurunu Dreyfuss’u mahkum eden hakimler değil, onları adaletsizlik ve ırkçılıkla itham eden Zola, Cezayir’de soykırım yapanlar değil, onları protesto eden Sartre yükseltmektedir. Aynı şekilde İngiltere’nin onurunu da savaş çığırtkanları ya da tüfeğini kapıp cepheye koşan yüz binlerce gönüllü değil o haksız emperyalist savaşa yiğitçe karşı çıkan Russel temsil etmektedir.

Ve yarın da Türkiye’nin onurunu “Özür Diliyorum” kampanyasına ağız dolusu küfür eden elit ya da sıradan faşistler değil, o bildiriye imza atanların arttırdığı görülecektir.

“Aydın”larının entelektüel olabilme çabası içinde olduğu bir Türkiye dileğiyle...
..........

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..