Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '08

 
Kategori
Felsefe
 

Erasmus

Erasmus
 

Erasmus’un Hans Holbein tarafından yapılan portresi


Yaklaşık beş asır önce yazılmış olmasına rağmen kalıcılığını günümüze kadar sürdürmüş önemli bir eser olan “ Deliliğe Övgü ” isimli kitap hakkında bir yazı yazmıştım. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=87679 . Bu kitabın yazarı, 1465 – 1536 yılları arasında yaşamış, hümanist idealin yaratıcısı, en büyük temsilcisi ve en güçlü savunucusu olan Erasmus’ tur. Bu yazı onun eserleri, değer yargıları, düşünce sistemi ve yaşam felsefesi üzerine.

Erasmus, sayısız esere sahip büyük bir düşünür, yaşadığı yüzyılının en ünlü ve eserleri en yaygın biçimde okunan kişisi iken bugün, büyük ölçüde, sadece ismi ve birkaç eseri biliniyor. Bunda aforoz edilmesinin ve kitaplarının yasaklı kitaplar listesine alınmasının etkisi büyük kuşkusuz.

Erasmus, Avrupa’nın bütün kalem sahipleri ve yaratıcıları arasında ilk bilinçli Avrupalı, barış uğruna savaşma yürekliliğini de gösterebilen bir barış dostu, dünyaya ve düşünceye yandaş hümanist idealin en güçlü savunucusu, çağının en bilge kişisiydi. Bu şekilde tanımlıyor Erasmus’u Stefan Zweig.

Erasmus, yeni başlayan on altıncı yüzyıl için bilgeliğin temsilcisi, bilim ve edebiyat alanında, din ve devlet işlerinde çürütülemez bir otoritedir. “ Dünyayı Aydınlatan Işık ” diye adlandırılmaktadır. Yaşadığı çağ, Erasmus’u aklın simgesi olarak görmüştür. Onunla, düşünce evreninde yeni bir kavram ortaya çıkmıştır: Uluslar üstü. Erasmus tüm dünyayı ortak vatan olarak ilan etmiştir. Erasmus’la birlikte, bir ideal, yani ortak bir kültürün ve uygarlığın çatısı altında birleşik Avrupa devletleri ideali ilk kez belirginleşmiştir.

Edebiyatı, felsefeyi, kitabı, sanat yapıtlarını, dilleri, halkları, ayrım yapmaksızın bütün insanlığı seven Erasmus ölümüne dek, tüm anlaşma olasılıklarının öncesiz ve amansız yıkıcısı saydığı bağnazlığın her türlüsüne karşı çıkıp onunla savaşmıştır. Erasmus’a göre bağnazlık, aklın ve mantığın gerçek düşmanıdır. Kışkırtıcılar ve aşırı uçların yandaşları gerginlikleri sürekli körüklemese, hemen bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla sona erdirilebilir.

Özgürlüğe yönelik bu kararlı irade, hiç kimseye sürekli hizmet etmeme tutkusu, Erasmus’un ömrünün sonuna dek bir gezginci bir yaşam sürmesine yol açmıştır. Çağının bilginleri arasında en çok gezmiş olanıdır. Doğduğu yer olan Hollanda’dan uzakta yaşamış, kitabın ve sözün egemen olduğu her yer, onun vatanı olmuştur.

Eğitim üzerine, ahlak üzerine, dilbilim üzerine, din ve dini edebiyat üzerine, güzel ve etkili Latince ve Yunanca konuşmak üzerine birçok kitap kaleme aldı, sayısız denebilecek sayıda mektup yazdı. Erasmus mektuplarında, açıklayıcı notlarında ve hemen hemen yazdığı her şeyde, olayları yorumlayan, adaletsizliğe karşı çıkan, saçmalıkları alaya alan hararetle öğütleyen, metheden, ikna eden, muziplik yapan, azarlayan, yas tutan, lanetleyen köklü bir ahlakçıydı. Erasmus, okurlarını, kabul edilmiş fikirleri sorgulamaya iterken, onlara doğrudan meydan okumak yerine, çeşitli çelişki ve saçmalıkları öne çıkarır ve onların üstün yargıları ile kişisel düşünceleri arasındaki farazi uyumu güç fark edilir bir dalkavuklukla överdi. Kaba dindarlık, yoğun bir kendini beğenmişlik, haşmetli bir kibirlik, her şeye karşı açgözlülük, tembellik, sahtekârlık ve düzenbazlık, tüm bunlar usta bir nüktedanlıkla masaya yatırılırdı. O nedenle Erasmus, çağının ışık getireniydi; gücünü ise ötekiler oluşturdular. O, yolu aydınlattı, ötekiler bu yoldan gitmesini bildiler. Erasmus’un kendisi ise, tıpkı ışığın kaynağında olduğu gibi, gölgede kaldı.

İlk önemli çalışması, adeta genç Erasmus’un manifestosu olan, klasikleri savunmak üzere bir söylev biçiminde tasarlanmış, Antibarbari’dir. Bu eserin ana teması, Hıristiyan köktendincilerin saldırılarına maruz kalan klasik öğretinin, pagan öğretisinin savunusudur. Erasmus unutulmuş bir dünya öğretisini, geçmişin bilgeliğini meşru hale getirmek çabasındadır bu eserinde.

Yeniden canlanan klasik Avrupa kültürünün gelecekte kilometre taşı olacak diğer bir eseri olan Adagia, Yunanca ve Latince özdeyişler üzerine olup 4.151 adet özdeyişi içeriyordu. Erasmus bu çalışmasını; her biri farklı renkten çiçeğe benzeyen en antik ve en ünlü özdeyişlerle örülen bir çelenk, olarak tanımlamıştır.

Erasmus’un diğer bir eseri, Hıristiyan Askerin El Kitabı’dır. Bu kitap Erasmus’un dindarlık, teolojinin doğası ve hatta Hıristiyan Kilisesi’nin yapısı hakkındaki en etkili eserlerinden birisidir. Erasmus teologları, sırları aydınlatmaktan ziyade, harflere yapışıp tüm dikkatleri saçma sapan ayrıntılar üzerine yoğunlaşmak için büyük çaba harcamakla suçlamaktadır bu eserde.

Erasmus’un en ünlü ve tartışmalı eseri ise Deliliğe övgüdür. Yayınlandığında büyük tartışma yaratan kitap teologlarca kınanmış, ölümünden sonra sakıncalı kitaplar listesine alınmıştır. Erasmus, bu eleştiriler karşısında kendisini; amacım yergi değil, kılavuzluk yapmaktı; incitmeyi değil yardım etmeyi amaçlıyor ve insanlara, önündeki yolları kapatmadan nasıl daha iyi insanlara dönüşebileceklerini göstermek istiyordum, diyerek savunur ve ekler “ gerçeğin gülümseyerek söylenmesini yasaklayan bir şey var mı? ” Erasmus’un en sevdiğim eserim dediği “ Deliliğe Övgü” , aynı zamanda, kendi yaratılışının en derinde yatan noktalarına yönelik ruhsal bir öz hesaplaşma niteliğindedir. Kitap, Almanya’daki reform engelleri temizleyen, en etkili taşlamalardan birisidir. Erasmus, kitabıyla papalığın günahlar listesini açıkça çağın duvarına asmıştır. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=87679 .

Erasmus, aydınlanma yoluyla insanlığın ilerlemesini olanaklı görüyor, bireyin ve toplumun yazılar, araştırmalar ve kitapların yaygınlaştırılmasıyla eğitilebileceğine inanıyordu. Zaman, onun hümanizm anlamında bir Avrupa birliği düşüncesinin filizlenebilmesi için alabildiğince uygundu.

On beşinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla geçiş, Avrupa tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Yeni bir yüzyılın ilk dönemlerinde keşifler ve buluşlar birbirini izler. Yeni bir kıta bulunur. Matbaanın keşfi ile yeni bilgiler, eşi görülmemiş çabuklukla her köşeye ulaşmaktadır. Dış dünyanın böylesine beklenmedik biçimde genişlemesi, doğal olarak düşünce dünyasında da aynı yoğunlukta dönüşümlere yol açar. O güne kadar bilinen doğrular geçerliliğini yitirir. Toplum düzeninin bütün alanlarını sarsan büyük dalga dinsel alana da ulaşır, reform düşüncesi seslendirilmeye başlar.

Erasmus’un eserlerinde bulunan taşlamalar, sonradan Protestan Hıristiyanlığa dönüşecek olan o köklü inanç değişikliğine giden yolu açmıştır. Onun eserlerini okuyarak yetişen Luther’de bir bakıma onun öğrencisidir. Halk adamı Luther, dâhice bir sezgiyle Alman halkının Vatikan’ın baskısının en acı biçimde duyduğu nazik noktaya, günahların para karşılığında bağışlanması konusuna değinir. Papanın verdiği cezalar, yalnız kendi adına verilmiştir, şeklindeki ilkelerini kısa ve açık bir şekilde dile getirdiğinde kısa sürede Almanya’nın simgesi ve Roma’ya başkaldıran ulusal direnişin odak noktası olur.

Erasmus Lutherin bu girişimini memnuniyetle karşılar, Luther’in pek çok yergisi, gerçekten yerinde derken, ama keşke bütün bunları yaparken biraz daha ölçülü davransa demeyi de ihmal etmez. Bu tür nazik konular halkın önünde tartışılmaz, bu tartışmanın düzeyini düşürür, kargaşa ortamı yaratır diye eleştirir. Düşünce adamının yapması gereken, gerçekleri saptamak ve sözcüklerin kalıbına dökmektir, yoksa onlar uğruna savaşmak değil.

Yaşadığı yüzyılın en büyük eleştirmeni, eğitimcisi ve öğreticisi olan, öğreticilik çabaları sadece onun kuşağını değil daha sonra gelenleri de olumlu etkileyen Erasmus için en doğal nitelik, düşüncede bağımsızlıktır, bu yüzden bir düşünceyi benimsetme zorlamalarına sonuna dek direnir. Onun askerleri kitaplarıdır. Bundan dolayı Erasmus anlayışı doğrultusunda düşünmek bağımsız düşünmek demektir. Hümanist düşüncenin belirleyici özelliği, karşıtları düşmanlık olarak değerlendirmemek, görünüşte bağdaşmaz olan her şey için onların üstündeki bir birliği, insanlığı aramaktır.

Luther ve Erasmus, sayısız kez aynı düşünceleri dile getirmişlerdir, ama bir düşünce Erasmus’tan çıktığında düşünenler üzerinde salt tinsel bir çekicilik yaratırken, Luther’in ağzından çıktığında, sürükleyici kişiliği sayesinde, hemen parolaya, savaş çığlığına, maddeleşmiş isteme dönüşmüştür. Erasmus ağır tempolu bir iyileştirme yöntemi ve kilise hanının mantıkla, ince alaylarla temizlenmesini önerirken, Luther neşter kullanmıştır. Luther bir savaşçıdır, savaşmak için doğmuştur, Erasmus ise düşünce adamıdır, düşünce dünyasında, adalet alanında yaşamaktadır.

Böyle bir savaşta Erasmus’un tinsel desteğini sağlamak Luther’in davası için önemlidir ancak Luther’in her girişimine verdiği karşılıkta açık bir evet ya da hayır demekten dikkatle kaçınır Erasmus. Bu tartışmaların dışında kalmak istediğini, hiçbir safta yer almayacağını belirterek işbirliği önerisi geri çevirir. Ancak siyasi açıdan hareketli zamanlarda yansız kalma yan tutmaktan daha zordur ve iki tarafında tepkisini çeker.

Erasmus’a yöneltilen en büyük eleştiri olan savaşma yürekliliğinden yoksun olduğu şeklindedir ve buna şöyle cevap verir: İsviçreli paralı askerlerden biri olsaydım, bu suçlama ağır sayılabilirdi. Ama ben bir bilginim ve huzur, çalışmam için gereklidir. Sanatçının ve düşüncenin yeri cephelerde olamaz; ona düşen, tüm özgür düşüncenin düşmanına, bağnazlığın her türlüsüne karşı çıkmaktır. Erasmus’ a göre savaş, tüm iyi şeylerin sonudur. Bağnazlık, düşünce ve zorbanın birleşmesinden doğan bir piçtir.

Erasmus’un tarafları uzlaştırma çabaları başarılı olmaz. Luther Erasmus’a yakınmayı ve bağırmayı bırak, bu ateşi artık hiçbir ilaç düşüremez diye seslenir ve böylece Almanya’daki reform hareketi ile Hümanizm birbirinden kesinlikle ayrılır. Luther Roma ile bağlarını koparır ve Hıristiyan dünyası ikiye bölünür. Din uğruna kan akıtılmaktadır. Reformcu Almanya, Erasmus’u aşırı ılımlı bir Luther yanlısı olmakla suçlarken, Katolikler onu Luther denilen vebanın kışkırtıcısı diye nitelendirir. Böyle bir ortamda, kavganın dışında kalmak isteyene, özgür ve bağımsız olana yer yoktur, bizden olmayan bize karşıdır sözü duyulmaktadır iki yandan da. Ama o direnir, huzur ve barış içinde olmak istemektedir, iki taraftan biri yanında açık tavır koymaz, bu tavrı özellikle Luther yandaşlarınca şiddetle eleştirilir. Protestan Luther onun adını lanetler. Katolik kilise ise bütün kitaplarını okunması yasak kitaplar listesine alır. Ama ne korkutmalar ne de sövmeler Erasmus’un yansızlığını bozamaz. Erasmus’un, bilinçli olarak kararsız kalışı, gerek çağdaşlarınca, gerekse sonradan gelenlerce hemen korkaklık olarak nitelendirilip alaylara hedef olmuştur. Ama o hep yalnız, fakat bağımsız ve özgür kalmayı başarmıştır. Ne var ki tarih, yenik düşünlere karşı acımasızdır ve adil davranmaz. Görmemezlikten gelir. Reform girişimin görkemli tablosunda, Erasmus’un yeri en arkadadır. Bu yüzden Erasmus’a, “Reform döneminin öksüz çocuğu” demektedir McConica. Ön plana çıkarılanlar inançları uğruna yaptıklarını sonuna kadar savunanlardır.

Erasmus, düşünceleriyle kilise reformu için en önemli hazırlıkları gerçekleştirmiş olmakla birlikte, uzlaştırıcı, barıştan yana kişiliğinden ötürü kiliseyi de açıkça bölmek istememiştir. Açıklık getirmiş, hazırlayıcı olmuş ama hep gölgede kalmıştır. O nedenle reform hareketinde adı çok gerilere itilmiştir. İnsancı yanın eğitim ve kitaplar aracılığıyla güçlendirilebileceğine ve eğitimli insanın kendini körü körüne tutkulara kaptırmayacağına inanan Erasmus yanılmıştır. Hümanizm, simge olarak kitabı seçen bu tinsel tarikat, dünyayı birleştirmeye yönelik çabalarına daha tam anlamıyla başlayamadan, Luther’in yarattığı halk devrimi ile yıkılmıştır. Tarihte ilk kez ulus ayrımı gözetilmeyen bir dönemde, tarihin gördüğü en çılgın, dinsel ve ulusal kökenli kitle patlamalarından birinin dalgaları arasında kaynamıştır. Tarih, bu ileri görüşlü düşünürün karşısına bir eylem insanını, bir devrimciyi Luther’i çıkarmıştır. Luther Erasmus’un mirasçısı ve zaferi kazanan hasmı oldu.

Yeryüzünde düşünce yoluyla bir yeniden doğuşun gerçekleşeceğine, insanlığın kendini salt insana yaraşır davranışlarla yenileyeceğine inanan büyük düşünür yenilmiştir. Somut olan, elle tutulup gözle görülebilen şeylerin, her zaman kitleye soyuttan daha kolaylıkla gireceği bir kez daha kanıtlanmış ve bir ideal yerine somut nitelik taşıyan, yöneltilebilen, başka bir sınıfa, ırka ya da dine dönük düşmanlığı dile getiren slogan daha çabuk benimsenmiştir. Çünkü bağnazlığın öldürücü ateşini körükleyebilecek en büyük güç, her zaman, nefret olmuştur. Dostları giderek azalırken düşmanları çoğalmış ve büyük hümanist yalnız başına ölmüştür.

“ Kimsenin önünde eğilmem.” Konuşan Ölüm’dür. Aynı zamanda Erasmus.

Erasmus’un, uygar ve anlayışlı bir dünya yaratmak üzere oluşturduğu değerli ve barışçıl yenilenme projesi başarısızlığa uğradı, ama yine de bu proje, geride, onun hayal ettiğinden çok daha uzun ömürlü olan bir ortak ideal ve sadakat mirası bıraktı. “ Akıl ve hoşgörü ” meşalesi elden ele sonraki kuşaklara taşındı ve uluslar arası barış ve uyum davasına hayranlık duyulan her yerde, Erasmus adı hala anımsanmaktadır.

B. Sıtkı GÜRLER 22.02.2008

Kaynaklar :

Stefan Zweig, Yarının Tarihi, Can Yayınları, 1998, 2. basım, sayfa 186 – 322

James McConica, Erasmus, Düşüncenin Ustaları, Altın Kitaplar, Mayıs 2002, 1. baskı

Fotoğraf : http://www.wga.hu/art/h/holbein/hans_y/1525/08erasmu.jpg

 
Toplam blog
: 27
: 12794
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

1960 Tefenni doğumluyum.Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü 1..