Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '11

 
Kategori
Öykü
 

Erdem'in zamansız ve haksız iflası...

Erdem'in zamansız ve haksız iflası...
 

Erdem ve bazı değerler; "düşen son yapraklar gibiler" Görsel:www.keklikoluk.org


Yalnız yaşayan, 47 yaşının ortalarındaki Erdem, doktor bir anne babanın tek çocuğuydu. Onları da üniversite mezuniyetini takip eden beş yıl içinde ardı ardına kaybetmişti. Uzaklarda, yurtdışında yaşayan teyzesi ve halasından başka da hiçbir akrabası yoktu.

Erdem, özellikle son 30 yılda yüzeysellik, muhafazakârlık, sanallık, belirsizlik, süreksizlik ve tüketim çılgınlığı ekseninde süratle yeni mevziler kazanan, kimilerinin post-modern dedikleri sistemle pek de barışık olmayan bir insandı. İyi eğitimi sayesinde üniversite son sınıfta keşfedilerek rica minnet girdiği finans sektöründeki fiyakalı, hızlı ve tantanalı iş yaşamına ancak iki buçuk yıl dayanabilmişti. Çalışkandı. Fakat dürüst çalışkanlığını kırışmalı-kapışmalı iş dünyasında layıkıyla sergileme şansı bulamamıştı. Daha sonra girdiği bir sendikadaki sosyal güvenlik uzmanlığı alanında sahip olduğu değerlere biraz daha yakın bir çalışma ortamında idare edip gitmekteydi. Kendini daha çok doğa gezilerine, okumaya ve yazmaya vermişti.

Tutumlu yaşamı sayesinde, şansının da yaver gittiği 12 yıllık bir kooperatif üyeliği sonucu bir ev sahibi de olabilmişti. Tutumluluğu, aşırı tasarrufçuluktan çok bazı içgüdüsel ya da moda istekler adına kolay harca(n)maları gerektiren sızıntıları kolayca tıkayabilen iradesinin de bir sonucuydu. Erdem daha sonra bu kooperatif evini de satarak daha mutena bir semtte hiç de fena olmayan yeni bir daire sahibi de olmuştu. Ahirete yönelik ciddi bir imanı pek olmasa da dünyada ele avuç açtırmayacak, başını dikçe tutup sokabileceği bir mekân sahibi olabilmişti. Aylık düzenli kazancına kuvvetli kalemiyle dergilere yazıp çizdiklerinden, şiir, öykü ve deneme alanlarında ödül kazanmış kitaplarının telifleriyle elde ettiklerini de katık ediyordu. Öyle içkisi, kumarı, barı, pavyonu olmayınca sade ve nitelikli yaşamını mali açıdan başı sıkışmadan sürdürüp gidebiliyordu. Gıda, ulaşım ve geziler dışında en önemli gider kalemi kitap ve dergilere yönelikti.(*)

Sade bir yaşamı, kişisel ve toplumsal sorumluluklarıyla dengelediği özgürlük anlayışı, anne babasının görevi gereği bulunduğu taşralı çocukluk yıllarında tadına vardığı, o yıllara ait imece yaşamın iz değeri halinde süren bir dayanışma duygusu vardı.

Başından üç yıllık kısa ve çocuksuz bir evlilik de geçmişti. Eşinin de -hemen her kadın gibi- içinde; eş, anne, çocuk, sevilmeyi bekleyen duygusal masum kadın, beğenilmeyi ve arzulanmayı isteyen dişi ve kaprisli kadın gibi birçok kadın yaşadığını görmüş ve bilmişdi. Sevip de aşık olmadan, boş bulunup arkadaş telkinleriyle evlendiğinden olsa gerek bunların tümüne birden hitap edebilecek bir orkestranın tek ve uyumlu sesini -sürekli- çıkartabilmeyi başaramamıştı. Sonrasında birçok kadın daha tanıdı. Çoğu, onları önce insan tarlası, sonra haz aracı, kimisi de tüketim düzeninin en büyük dişlisi olarak düşünen erkek egemen dünyanın bakış açısını içselleştirmiş kadınlardı. Bu durum karşısında daha sonra şansını fazla zorlamadı. İkinci evliliğini yapmadı. Dolayısıyla çocuk sahibi de olamadı. Ama zaman, zaman sahip olduğu değerlerini aktarabileceği doğmamış çocuğuna içinden mektuplar yazmayı da engelleyemedi. Ornella Fallaci’ye nazire yaparcasına… Hem de bir erkek olarak!

Yazgı denen şeyi efendinin sözünde değil, bezelyenin özünde, hatta çekirdeğinde aramak gerektiğini gösteren bilime olan sağlam inancı, onu, yaratıcıyı da göklerde değil menekşenin hücrelerinde, hücrenin çekirdeğinde aramak gerektiği düşüncesine sevk ediyordu (**). Yaşamın gerçeklerini doğaüstü bir etkilenimle anlama kavuşturan sanatı ise her yönüyle seviyor ve bir varoluş gerçeği olarak benimsiyordu.

Erdem'in yazıp çizerken de ilginç bir özelliği vardı; hissettiği bir duygunun (örneğin 'hayata bırakılıvermek','kaygı, korku'vb.) ya da gözlemlediği bir olayın yarattığı çağrışımların peşine takılarak yazıp çiziyor sonrasında da tesadüfen rastladığında "Aaa! bu Heidegger'in felsefesiymiş", "Aaa! Şunu yazarken Kierkegaard'la aynı şeyi düşünmüşüm" diyordu. İşte böyle anlarında bilineni kendi kendine keşfettiğine mi sevinse yoksa onca uğraşısına rağmen gideremediği kısmi cehalatine mi üzülse biemiyordu! Ama yine de bu durum onun kendiliğinden oluşan ve artık kanıksadığı bulmaca tarzı olmuştu.

Efendiydi. İnsanı doğaya ve ilkel içgüdülerine tutsaklıktan evrenin efendiliğine yükselten şeylerin neler olduğunu iyi tahlil etmiş, kendi kişiliğinde bu yöndeki mikro dönüşümleri sürekli gerçekleştirerek bu sıfatı hak etmişti. Efendiliği, arkadaşlarının dar çıkarcılık ekseninde, özellikle de hovardalık yönündeki taleplerini sürekli geri çevirerek dizginlemesine neden oluyor, bu durumda arkadaş çevresinin iyice daralması sonucunu doğuruyordu.

Mutluluk ise sanki bir tür seraptı onun için. Bunun, insanın yaşamda kendi amacını yaratıp uygulama şansı bulabilirse gerçekleşebileceğine inanıyordu. Ama iyi bir insanın mutlu olabilmesi için yaşadığı şartların, çağın geçerli değerlerinin de ona uygun olması gerektiğini de biliyordu (***). Bu açıdan şansızdı. Pek de ait olmadığı bir dünyada, büyük ölçüde ona ait olmayan bir hayatı yaşamak insana ne kadar mutluluk verirse o kadar mutluydu işte… Fakat Erdem’in yine de ruhunun ait olduğunu düşündüğü dünyaya dair içten içe bir mutluluğu vardı! Pek ait olmadığını düşündüğü dünyada yaşayan bedenine sürekli akıttığı, onu dirençli kılan türden bir mutluluktu bu!

Özenli, sade, şık ve temiz giyinirdi. Ama nedense bedenine giysi gibi giyindiği bir hüznü de vardı hep… En çok da gözlerinden okunan…

50’sine çeyrek kala, içinde sinsi, sinsi ve hızla gelişen amansız hastalığa direnemeyerek genç denilebilecek bir yaşta hayata veda etti. Pankreas kanseri teşhisi konulmasıyla geçici yeryüzü misafirliğinin sona erdiği an arasında sadece iki buçuk ay geçti.

Öldüğünde bir hafta süreyle evinin kapısı çalınmadı. Oluşan kokudan rahatsız olan komşularının polise haber vermesiyle ulaşılabilen cansız bedeni belediye tarafından kimsesizler kabristanında toprağa verildi.

Öldüğünde bir kuruş borcu yoktu. Eş dost sandıklarından senetsiz, sepetsiz alacakları ise çoktu. Defin sonrası kimse bankalara ve otomatik ödeme talimatlarının bulunduğu kurumlara haber verip gerekli işlemleri yaptırmamıştı. Gerek bu talimatların gerekse cüzi kredi kartı borçlarının tam iki buçuk yıl süreyle işlemesi sonucu katlanarak büyüyen önemli bir borç meblağı oluşmuştu! Evine hacze gelenler kırdırarak girdikleri kapıdan, bomboş bir evde, muhatap olabilecekleri kimseyi bulamadılar.

Sistem, ait olmadığını düşündüğü bir dünyada, kendi işleyiş çarklarına teslim olmaksızın yaşayan bir kişiden adeta öcünü alıyordu. Bu öç duygusu, hacze gelen kurum avukatlarının gözlerine yansıyan ve olay karşısındaki şaşkınlıklarını bile geri plana iten acil tahsilât hırsından da okunuyordu.Erdem'in 12 yıllık bekleyişinin, birikiminin, azminin ürünü olan kooperatif evinden türettiği evi de icrada satılmıştı. Neyse ki Erdem bunu görmedi...

Son sözü yine sistem söylemişti. Cari hayat tarzlarımıza maalesef hemen her yönüyle egemen olmaya çalışan sistem!

Erdemin yaşamı boyu kendi kendine verdiği tüm sözlerin, onurlu yaşam biçiminin aksine!

Devir Erdem’lerin devri değildi. Hem de hiç değildi.

İ.Ersin Kabaoğlu

1 Şubat 2011, Ankara

Not:

(*) Konfüçyüs'a göreyse erdemli insanların dokuz düşüncesi vardır; "...Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler, dinlediklerinde iyi duymayı düşünürler, görünüşleri bakımından cana yakın olmayı düşünürler, davranışlarında saygılı olmayı düşünürler, konuşmalarında doğru sözlü olmayı düşünürler, işlerinde ciddi olmayı düşünürler, kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler, öfkelendiklerinde sorunları düşünürler ve kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler..."

(**) Bu konuda ayrıntı için bkz. : http://blog.milliyet.com.tr/Bir_Adam__Bir_Kitap__Tarih_ve_Gelecek_Uzerine___/Blog/?BlogNo=202588

(***) Bu konuda ayrıntı için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/_Iyi_insan__mi_olmak__yoksa__kotu_insan__mi__Hangisi_/Blog/?BlogNo=107988

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..