Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '14

 
Kategori
Siyaset
 

Erdoğan, Atatürk'ün izinden giderek mi cumhurbaşkanlığı mitingini Samsun'dan başlattı?

Erdoğan, Atatürk'ün izinden giderek mi cumhurbaşkanlığı mitingini Samsun'dan başlattı?
 

ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NI SAMSUN’DAN BAŞLATTI. ERDOĞAN, ATATÜRK’ÜN İZİNDEN GİDEREK Mİ CUMHURBAŞKANLIĞI MİTİNGİNİ SAMSUN’DAN BAŞLATTI?

İstanbul teslim olmuş, Padişah onursuz bir barıştan yana

Bütün yurtta Türk ulusu ayakta, haykırıyor yana yakıla

İstanbul’daki hainler öyle seyreder, yüreğine iner milletin

Ne hain basın, ne de hain adamlar tokadını yememiş zilletin.(Erdal Ceyhan)

Erdal, o günleri bu dizelerde ne de güzel özetlemiş.

Mustafa Kemal,19 Mayıs 1919’da emperyalizmin ağlarını yırtarak Samsun’a çıkar. 19 Mayıs 1919’da Samsun’da bir kıvılcım çakar. Meşale olur, tüm Anadolu’yu aydınlatır. Bu meşalenin ışığında Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı başlatır. Anadolu aydınlanır. Anadolu insanı tutsaklıktan kurtulmanın yollarını arar. Kurtuluşa, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in izinden giderek ulaşacağına inanır; çünkü Mustafa Kemal’e güvenmektedir. Hamit Naci Selekler, bu durumu dizelere dökmüş; şöyle diyor:

19 Mayıs bugün tek parça yurdun günü,

O günden sonra yazdı takvim öbür günleri

O günden sonra İzmir, Lozan, Sivas... İleri,

Ve daima ileri, Gaziye varmak için!

Bu günlerden geçerek Gazi’ye erişirsin,

Gazi ki, bir hakikat, erişemez her insan,

Evreni anlarsın Gazi’yi anlıyorsan.

Gazi’yi anlayanlar, evreni, evrendeki gelişmeleri de onun açtığı aydınlık yoldan giderek anlamaya çalışmışlardır; ne var ki Erdoğan Atatürk’ün açtığı yoldan değil,ülkeyi İslamcı ve totaliter bir yapıya götürecek bir yolda ilerlemektedir.

Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığı günlerdeki durumunu söyle anlatıyor:

“19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım. Genel manzara şöyleydi: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ ında yenik düşmüş; Osmanlı Ordusu her tarafta ezilmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalanmış. Savaşlardan, ulus yorgun ve yoksul düşmüş. Ulusu ve ülkeyi, Birinci Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, ülkeden kaçmışlardır. Padişah Vahdettin, tahtını korumak için önlemler araştırmakta. Damat Ferit başkanlığındaki hükümet; güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişaha bağlı ve onunla birlikte kendilerini kurtaracak herhangi bir duruma razı.”(Nutuk, cilt:1,s.1,”Kısaltılmış ve sadeleştirilmiştir.”)

Mustafa Kemal Atatürk, bu koşullarda Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatır. Amacı, tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaktır. Cumhuriyet’in kuruluşunda yoksul, çaresiz Anadolu insanının kanı; alın teri vardır. Elif, kağnısıyla mermi taşımıştır cepheye. Mehmet, cephede Lozan’ın yolunu açmak için savaşmıştır; çünkü Sevr Antlaşması Anadolu’nun parçalanması, Türklüğün yok oluşudur.

Erdoğan, Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri’ni benimsememiş; onları, yıpratarak, aşındırarak, yok sayarak dış egemen güçlerle birlikte tasarladığı İslam Cumhuriyeti’nin temellerini atmaya hazırlanmaktadır. Bu amaçla Cumhurbaşkanlığı mitingine Samsun’dan başlamıştır.19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın devlet kurumlarınca kutlanması kaldırmış; aynı haftaya yılda başka gün yokmuş gibi “Kutlu Doğum Haftasını” koymuştur. Üstelik Muhammed’in doğum tarihi de kesin belli değildir. En önemlisi, Cumhuriyet Bayramı da devlet kurumlarınca kutlanmıyor; Cumhuriyeti’ne sahip çıkan halk kutluyor; ne var ki Atatürk anıtlarına çelenk koymak bile yasaklanıyor. Erdoğan, ulusal bayramlarda Anıtkabir’e hemen hemen hiç çıkmamıştır. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı için yaptığı konuşmasında" Halkın seçtiği cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği başbakan Türkiye'yi uçuracaktır," ifadesini kullandı. Erdoğan, Türkiye’yi nereye uçuracaktır? Arabistan’a mı, Irak’a mı, Katar’a mı, Filistin ‘e mi? Uçacağına Anadolu’da kalsak da ulusa, ulusun değerlerine sahip çıksa! Ülkenin bütünlüğüne sahip çıkar, der misiniz? Sanmıyorum. Erdoğan,Cumhurbaşkanı seçilirse yerel yönetimlerin yetki sınırları genişletilecek; bir tür eyalet sistemine geçilecek. Bu da ileride bölünmeyi parçalanmayı gündeme getirecek. Diyarbakır Belediye Başkanı Gülten Kışanak, Batman’da çıkan petroldan şimdiden pay istiyor.

Erdoğan, Arap hayranı. Kendi ülkesinde, PKK’nın şehit ettiği asker, , “Gezi Parkı eylemlerinde demokrasi adına verdikleri mücadeleyle halka mal olmuş direnişçiler Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Mehmet Ayvalıtaş ve komiser Mustafa Sarı için bir damla gözyaşı dökmeyen Erdoğan ; Mısır’daki İslamcı Rabia için gözyaşını tutamamıştır. Onun için ülkeyi, Arap ülkelerine doğru uçurur, diyorum.

Ortadoğu, bugün mezhep ve etnik çarpışmaların yoğunlaştığı bir alan durumuna gelmiştir; bu çarpışmaların temeli enerji kaynaklarına dayanmaktadır. Erdoğan, bu olaylara Sünni mezhebi açışından bakmaktadır. Bu nedenle ÖSO’ sunu desteklemiştir. Bu ordunun çoğunluğunu oluşturan İSID ‘in neler yaptığını dünya kamuoyu görüyor. Barzani de bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanıyor. Türkiye, dün PKK’yı destekleyen Kuzey Irak yönetimine, diğer yandan radikal İslamcı İSID’ a komşu oluyor. ABD’nin planladığı, Erdoğan’ın da eş başkanlığını yaptığı “Büyük Ortadoğu Projesi” adım gerçekleşiyor.

Cumhuriyet’in ilkeleri, çağdaşlaşma yönünü belirleyen ve Atatürk Devrimleri'ne temel teşkil eden fikir ve düşüncelerdir. 1937'de çıkarılan bir yasayla 1924 Anayasası'na eklenir.

Atatürk İlkeleri, çağdaşlaşma yönünü belirleyen ve Atatürk Devrimleri'ne temel oluşturan fikir ve düşüncelerdir. Bu düşüncede; tarikatlara, tekkelere yer yoktur. Atatürkçü Düşünce Sistemi içinde birbirine bağlı bir bütün oluşturan Atatürk İlke ve Devrimleri, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırabilmek için bilimsel düşünceyi esas alan aklın ve mantığın çizdiği yollardır. Bu nedenle Atatürk İlke ve Devrimleri’nin temelinde yapıcı olup doğruya ve yararlıya yönelmek vardır

Atatürk İlkeleri, başlangıcından beri Türk Devrimi içinden doğmuş ve onun uygulamalarına yön vermiştir. Bu ilkeler, Atatürk'ün devlet anlayışına egemen olan ulus devlet, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma hedefinden kaynaklanmaktadır.

. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini bilim adamları iki başlıkta toplarlar: Temel ilkeler ve bütünleyici ilkeler

 Temel ilkelerilaiklik, cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devrimcilik, devletçiliktir. Bunlardan en önemlileri kuşkusuz devrimcilik ve laikliktir.Devrimcilik ilkesiyle eskimiş, yıpranmış, çağdışı kalmış Osmanlı kurum ve kuruluşları atılmış; yerini Cumhuriyet kurumları almış, Türk toplumunun giyim kuşamı, özetle yaşam tarzı, düşünce yapısı çağın gereklerine uyarlanmıştır. En önemlisi tembellik yuvaları olan tekkeler kapatılmıştır.

Bu ilkeler, Atatürk'ün devlet anlayışına egemen olan ulus devlet, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma hedefinden kaynaklanmaktadır. Bu ilkelerden laiklik, özgür düşüncenin ve demokrasinin temel taşıdır.

Cumhuriyetin temeli laiklik ilkesidir.Atatürk devrimlerinin özünü, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine erişme hedefinde en önemli araç ve temeli oluşturan laikliktir. (Prof. Dr. Utkan Kocat ürk, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen panel“Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel İlkelerinden Laiklik”)

Laiklik, dinsizlik değildir. Laiklik karşıtları, laikliği yıpratmak için laikliği dinsizlik olarak görmekte, böyle olduğunu yaymaktadırlar. Oysa laiklik, devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olmasıdır.(TDK Türkçe Sözlük) “Laiklik Anayasal bir ilkedir. Yandaşı olmak değil, karşıtı olmak Anayasa’ya aykırılıktır, suçtur. Atamaların, sınavların, kadrolaşma ve partizanlığın laiklik karşıtlarınca yönlendirilip düzenlendiği yakınmaları düşündürücüdür. Laikliğin din ve mezhep karşıtlığı ayrımcılığı görülmemiştir.”(Özden,27 Eylül 2012)

Laiklik, devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Diğer bir tanımlamayla da devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan ilkedir ki devlet düzeninin, eğitim kurumlarının ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasını amaçlar. Ayrıca, din işlerini kişinin vicdanına bırakarak bireyin din özgürlüğünü koruyabilmesini sağlar.

Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü yaptırım, dine (kutsal kitaba) göre değil, anayasaya, yasalara ve kurallara göre yapılır. Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır. Laiklik ise din ve dünya işlerinin ayrılmasıdır.

Lâik devletten, lâik hukuktan, çağdaş eğitimden uzaklaşmanın nasıl bir felâket olacağını görmeliyiz. Bunu anlamak için, çevremizde olup bitenlere bakmamız yeter. Teokratik bir dikta rejiminin ve çağdışı bağnazlığın, eline geçirdiği ülkeyi, nasıl karanlığa sürüklediği gözler önündedir. Laikliğe ve çağdaşlaşmaya düşman teokratik bir dikta rejiminin, yalnız uygulandığı ülkeye değil, İslamiyet’e de ne büyük zararlar verdiğini görmemek için kör olmak gerekir.(Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen panel“Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel İlkelerinden Laiklik”)

Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin"lerin düşünceleri önemlidir. Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında, sadece din ve devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması ve yasaların dine göre değil, toplumun gereksinmelerine göre yapılması ilkelerine bağlamaktadır. Laikliğe kolay ulaşılmamıştır. Teokratik bir yapıdan demokratik yapıya birtakım aşamalardan geçilerek gelinmiştir.

Türkiye'de laikleşme aşamaları şunlardır:

Laiklik, sosyal düşüncede, açıkçası bilimde oluşan değişimin zorunlu bir sonucudur. Bundan ötürüdür ki, laiklik toplumsal düzenlerde, bilim, “nakli” değil, salt “akli” bir değer olarak algılanmıştır. Bunun sonucu olarak, eğitim tüm unsurlarıyla “dünyevi” kılınmış, dolayısıyla devletin “dini eğitim” yapması yasaklanmıştır. Gerçekten, laik bir hukuk düzeninde, Devlet, dini eğitim yapamaz, kamu hizmetinin gereği olarak, ancak “din eğitimi” yapabilir. Bu bağlamda olmak üzere, 3 Mart 1340 tarih ve 430 sayılı “Tevhidi Tedrisat Kanunu “dini eğitim” düzeni yerine “din eğitimi” düzenini getirmiş, dolayısıyla bu durum “eğitim reformunu” ,“üniversite reformunu” zorunlu kılmıştır.(Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları, Atatürk Araştırmaları Merkezi  Dergisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Temel İlkeleri, Sayı 42 )

Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan değerlerin temel taşıdır. Türkiye'nin sorunu, laiklik ilkesinin farklı tanımlanmak istenilmesinden kaynaklanmaktadır.Bu son derece doğru ve açık sözleri, tarihsel bir uyarı gibi algılamak gerekir.Bugün herkes biliyor ki Cumhuriyet'in laiklik ilkesini yıpratmak, bulandırmak ve kıyısından köşesinden delerek zaman içinde yok etmek için korkunç bir çaba sergileniyor.Yasalar elvermediği için çeşitli masum kisveler altına gizlenen bu amaç, Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri hızından hiçbir şey yitirmeden sürüp gitmekte.(Zülfü Livaneli,19.04.2004,zlivaneli@gazetevatan.com)

Ayrıca dine değil, cehalete ve din adına ileri sürülen safsatalara, dinle hiçbir ilgisi olmayan hurafelere ve dini siyasal amaçlara alet ederek egemenlik sürdürmek isteyenlere karşı yapılmış olan devrimlerin bir amacının da her yönden geri kalmış Türk toplumunu bağnazlıktan uzak ilerleme ve gelişme yolları açmak olduğunu hiç unutmayalım.

Benim bu konuda son olarak söyleyeceğim bir başka nokta, bu hassas sorunun çözümünde özellikle aydınlara düşen temel birtakım ödevlerin olduğudur. Aydınlar bilimsel tartışmaların ötesinde din ve devleti, din ve bilimi karşı karşıya maksatlı olarak getirmek isteyenlere alet olmamalıdırlar. Ayrıca din kisvesi altında gözüken fakat aslında Türk Devleti’ni çökertmeye yönelen hareketlere, iç ve dış kaynaklı propagandalara aydınlar kapılmamalıdırlar. Benim kanımca Türk vatandaşı aslında uyanık ve bilinçlidir. Bu zor sorunu, çapraşık düğümü, zorlamalarla ve biçimsel kanuncu yolların ötesinde, kafaları ve gönülleri aydınlatarak, onları bilgi ile doldurarak çağdaş eğitimi kitlelere yayarak dengeli bir sosyal ve ekonomi politikası izleyerek çözmek gerekir. Çağdaş Türk Cumhuriyeti’nde böylece laiklik ve din özgürlüğü birbirini tamamlayacak, bu yol devleti ve toplumu esenliğe çıkaracaktır.(Prof. Dr. Bülent Dâvar, , Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen panel“Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel İlkelerinden Lâiklik”)

Sonuç

Oysa özellikle bu ilke doğrultusunda ulus olma özelliğini kazanmış; teokratik yapıdan demokratik yapıya geçilmiş; böylece ekonomik ve politik bağımsızlığa erişilmiştir. Geniş anlamıyla Atatürk bağımsızlığı; siyasal, mali, ekonomik, adli, kültürel ve askeri bağımsızlıktır. Bu düşünceyle sömürülen yoksul Doğu insanına, yeni bir ruh, yeni bir biçim, yeni bir yön verilir. İmparatorlukla birlikte, medrese ve ulema düşüncesi de tarihe karışır. Ne yazık ki günümüzde medrese düşüncesi yeniden filizlenmiştir. Genç dimağları şeriatçılık suyuyla yıkayıp ümmetçiliğe doğru kaydırmak isteyenler vardır. Medrese düşüncesinin egemen olduğu kimi çevrelerde Atatürk ilkelerinin yerini tarikat, cemaat ilkeleri almaktadır. Böyle yetişen gençler, elbette ekonomik emperyalizmin bir ahtapot gibi ülkeyi sardığını algılayamayacak, dünyadaki gelişmelerden ve yeni sömürü sisteminden habersiz olarak yetişecek, ülkenin ilerlemesini, kalkınmasını bir Orta Çağ görüsü olan ümmetçilikte arayacaktır. Şeriatçı yapı ümmetçiliğe yol açar. Demokrasiyle şeriat bağdaşmaz; çünkü şeriatta farklı düşüncelere yer yoktur. Dogmatiktir. Ümmetçi toplum, belli çerçevenin dışına çıkamaz; araştırmaz, incelemez, irdelemez. Düşünceleri, aklın süzgecinden geçirmez. Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerinden ayıran Atatürk’ün açtığı aydınlık yoldur. Bu yoldan sapmak, ülkemizi çıkmaz sokaklara taşır.

Erdoğan, cumhurbaşkanlığı mitingini Samsun’dan başlatarak toplumun tüm kesimlerinden oy almayı planlamıştır. Aslında Erdoğan, Atatürk devrim ve ilkelerini değiştirmek için cumhurbaşkanlığı mitingine Samsun’dan başlamıştır Oysa Atatürk tüm ülkenin cumhurbaşkanıydı. Laik, sosyal, hukuk devletinin kurucusuydu. Dini kutsal bir kurum olarak gördüğü için dinle devlet işlerini birbirine karıştırıp amaçları için kullanmadı. Halk adamıydı Atatürk. İsteseydi, dünyanın en zengin insanı da olurdu, O ulusunun çağdaşlaşması, mutluluğu için çalıştı. Halkına güveniyordu. Bu güvenini” Ne mutlu Türküm diyene!”sözüyle pekiştirdi.

Son Söz

Erdoğan,”Gezi Olayları”nda % 50’yi zor tutuyorum diyerek ülkeyi kendinden olan olmayan olarak ayırmıştır. Bu nedenle cumhurbaşkanlığını kazansa bile % 50’nin cumhurbaşkanı olacaktır. Onun için bu cumhurbaşkanlığı seçimleri çok önemlidir; ülke Erdoğan’ın tükenmeyen hırs ve ihtiraslarına teslim edilmemesi için oy kullanırken iyi düşünümelidir.

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..