Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '14

 
Kategori
Siyaset
 

Erdoğan'a fırlatılan cemaat bumerangı dönüp Kılıçdaroğlu'nu vurabilir; Kılıçdaroğlu'nun başı belada!

Erdoğan'a fırlatılan cemaat bumerangı dönüp Kılıçdaroğlu'nu vurabilir; Kılıçdaroğlu'nun başı belada!
 

Bizim geleneksel siyaset tarzımızda parti veya kişisel koltuk menfaatleri için her şey mübah görülür... Tek amaç iktidara gelmek ve iktidar nimetlerinden doyasıya yararlanmaktır. Bu uğurda devletin ve milletin menfaatleri ikinci planda kalır.  İktidarın ak dediğine kara, kara dediğine de ak denir. 
 
Konuyu daha açık anlatmak için İngiltere'den bir örnek vermek istiyorum. Tony Blair hükümeti, İngiltere'nin PKK'sı olan IRA ile barış yapmaya ve bu amaçla onunla görüşmeye karar verir. Bizdeki Habur açılımında olduğu gibi İngiltere'de belli bir kesim Blair'i siyasi linç etmeye kalkışır. Anamuhalefet partisi lideri bu durumu siyaseten kullanacak yerde, "Bu bir milli meseledir" diyerek kendisini Blair'e siper eder ve ona yardımcı olur. 
 
Bizde Habur açılımında anamuhalefet partisi CHP'nin tutumunu gördük. Aynı CHP, daha sonra PKK'nın tertiplediği kanlı baskınlar sonucu iktidar partisinin sertleşmesine karşılık hemen Kürtlerin haklarından ve barıştan bahsetmeye başladı. İktidarın yeniden barış sürecini başlatmasıyla tekrar karşı tarafa geçtiler.
 
Milli konularda bile böyle, iktidarın pozisyonuna göre politika belirleyen anamuhalafet partisinin diğer konulardaki tutumunu söylemeye gerek yok. 
 
İlkesizlikte o kadar ileri gidilir ki, biraz da dokunulmazlığın getirdiği cüretkârlıkla suç kapsamına giren fiilleri bile işlemekten kaçınılmaz.
 
İşte Kılıçdaroğlu bu siyaset tarzının tipik bir temsilcisi. 30 Mart seçimleri sürecinde zafer işaretinden bozkurt selamına kadar girmediği kalıp kalmadı. Bütün hesabı; kemik oylar nasılsa çantada keklik, dışarıdan ne kadar ekstra oy alırsam kârdır idi. Herkese mavi boncuk dağıttı, her gördüğü vatandaşın kişilik yapısına büründü. Bütün bunları yaparken çantada keklik olanların rencide olabileceğini hiç aklına getirmedi. Hele bir seçimi kazanalım da gerisi Allah kerimdir dedi.
 
Kılıçdaroğlu'nun bu kapsamda yaptığı en büyük açılım Gülen cemaatıyla yaptığı işbirliğiydi.
 
Oysa çok yakın bir zamana kadar cemaati laiklik için en büyük tehdit olarak görüyorlar ve bürokrasiye sızmasından rahatsızlık duyuyorlardı.
 
AK Parti iktidarı Kasım 2013 gibi dershanelerin kapatılmasını gündeme taşıyınca, cemaat tüm medyasıyla Başbakan Erdoğan'a top yekün savaş açtı. Sonradan ortaya çıkan olaylardan anlaşıldığına göre meğerse cemaatin üst yönetimi 2011 yılından beri iktidara cephe almış ve iktidarı devirmek için gizliden gizliye hazırlıklar yapmaktaymış. Dersane olayının ortaya çıkması, tabanlarını ikna için bulunmaz bir bahane olmuştu.
 
Bu durum Kılıçdaroğlu'nun gökte arayıp yerde bulduğu bir şeydi. Çünkü cemaat, iktidarın oy deposuydu. Yaygın medyasının aleyhte kampanya yürütmesi ise büyük bir fırsattı. Bir taşla iki kuş vurulacaktı.
 
Parti programlarında dersanelerin kapatılması olmasına rağmen, Kılıçdaroğlu hemen cemaatin avukatlığına soyundu ve dersanelerin faziletlerini anlatmaya başladı.
 
Sonra cemaate ait olduğu iddia edilen yargıdaki ve emniyetteki paralel yapının yürüttüğu 17 Aralık  ve 25 Aralık soruşturmaları gündeme geldi.
 
Kılıçdaroğlu havalarda uçuyordu. Sözde ülke soyulmuştu ama; o, sevinçten dört köşeydi. Beleş iktidar ufukta gözükmüştü. Hemen Merkez Yönetim Kurulu'nu topladı. Kurul adına yaptıkları açıklamada, "Bu hükümetin artık iş başında duramayacağını ve Başbakan'ın bir an önce istifa etmesi gerektiğini" söylediler.
 
Sonra tapeler yayınlanmaya başladı. Kılıçdaroğlu tapeleri de sahiplendi ve reklamını üstlendi. Cemaatle arasında adı konmamış sıkı bir dostluk oluştu. Cemaat medyası Kılıçdaroğlu'nun bütün faaliyetlerini manşetten veriyor, Kılıçdaroğlu da cemaat tv'lerini sık sık ziyaret ediyor, onların programlarına konuk oluyordu.
 
Konuyla  ilgili önceki yazımda belirttiğim gibi paralel yapıyla Kılıçdaroğlu arasında sıkı bir işbirliği vardı. Kılıçdaroğlu bütün iktidar umutlarını cemaate bağlamıştı.
 
30 Mart'ın ertesi günü seçim sonuçları ile ilgili Kılıçdaroğlu'nun düzenlediği basın toplantısında bir gazeteci ona bu işbirliğini sordu. Kılıçdaroğlu, "Cemaatle işbirliği tamamen AKP'nin uydurması. Ellerinde varsa bilgi belge çıkarsınlar" diyerek bu işbirliğini inkâr etti.
 
Bu sözleri Kılıçdaroğlu'ndan işitince benim aklıma 1990'lı yıllarda yaşadığımız bir olay geldi. Bir işadamı eski Emlak Bankası Genel Müdürü'ne görevi sırasında verdiğini iddia ettiği rüşvet parasını geri ister. O da "belgesini göster" der. Bunun üzerine işadamı da küfrederek ona "Rüşvetin belgesi mi olur?" der. 
 
Kılıçdaroğlu da cemaatle işbirliğinin belgesini istiyor. Ne yani işbirliği için noterden sözleşme mi yapacaklardı? İşbirliğinin bütün fiili göstergelerini milletçe izledik.
 
Kılıçdaroğlu aynı basın toplantısında bir şey daha inkâr etti. Suriye toplantısının ses kaydını daha önceden bilip bilmediğiyle ilgili bir soruya aynen şu cevabı verdi:
 
"AKP bir şey yapmak istediğinde önce küçük küçük havuz medyasında haber çıkarır sonra da bu haberin üzerine kendi eylemlerini inşa eder. Havuz medyasında Süleyman Şah'a baskın düzenlenecek diye haber çıktı. Ben de haberler üzerine Hükümeti uyarmak zorundaydım. Orayı gerekçe göstererek orduyu oraya sokamazsın" 
 
Oysa olaylar hiç de Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi değildi. Suriye toplantısı 13 Mart 2014'de yapılmış ve hemen peşinden Kılıçdaroğlu, "Seçim öncesi Suriye'ye savaş açmak istiyorlar" demişti. Basında Kılıçdaroğlu'nun iddia ettiği şekilde haberler olmadığından, durup dururken Kılıçdaroğlu ne demek istiyor diye çok şaşırmıştık. Bilahare Süleyman Şah Türbesi'nin olduğu bölgeyi ele geçiren IŞİD sanıyorum 20 ya da 21 martta Türkiye'yi tehdit etmiş, bayrağın indirilip türbenin boşaltılması için 3 günlük süre vermişti. Bu tarihten sonra türbeye müdahale konusunda basında haberler çıkmaya başlamıştı.
 
Kılıçdaroğlu bu haberlerden çok daha önceden konuşmaya başlamıştı. Daha sonra 20 martta konuk olduğu Samanyolu tv'de, "Erdoğan seçimlerden önce orduyu Suriye'ye sokabilir. Provokasyonlar olabilir. Bununla ilgili bazı duyumlar var" dedi.
 
Kılıçdaroğlu burada havuz medyadan bahsetmiyor, doğrudan kişisel duyumlarından bahsediyor.
 
Ses kayıtları 27 Mart'ta Youtube'a düşünce herkesin aklına Kılıçdaroğlu'nun önceki konuşmaları ve STV'deki "Bazı duyumlar var" açıklaması geldi. Bu duyumlar nereden alınmış olabilirdi?
 
Kılıçdaroğlu bununla da kalmadı, ses kayıtlarının youtube'a yüklendiği 27 mart akşamı Kanaltürk tv'ye konuk oldu. Programın moderatörü Tarık Toros bir gazetecilik başarısı göstererek herkesin kuşkulandığı soruyu ısrarla sordu: Suriye görüşmesiyle ilgili daha önce duyum mu aldınız?
 
Kılıçdaroğlu, bu soru ilk sorulduğunda soruyu duymazdan geldi ve başka bir konuya girdi. Peşinden Tarık Toros aynı soruyu bir kere daha sordu. Kaçış olmadığını anlayınca bakın Kılıçdaroğlu ne cevap verdi:
 
"Hayatının 27 yılını devlette geçirmiş biri olarak devletin vicdanı vardır. Devletin vicdanlı kadroları vardır. Bu vicdanlı insanlar kötü gidişi görüyorlar. İktidar olanlar devlet oldular. Ben daha önce Süleyman Şah’la ilgili Genelkurmay’ı uyarmıştım." 
 
Şimdi buradan ne anlamak gerekiyor? Duyum almadım diyecek yerde vicdanlı kadroları işaret ediyor. Bu bir ikrar değil midir?
 
Kılıçdaroğlu'nun açıkları bununla da bitmiyor. Kanaltürk'teki aynı söyleşide Baykal kaseti ile ilgili aynen şöyle diyor:
 
"Baykal'ın görüntülerini organize eden Erdoğan'ı laptop'ın başında görüntüsünü çekmişler, gözlerimle izledim. Ben izledim. Başbakan Erdoğan'a o görüntüyü izletenler Erdoğan'ı da görüntüye alıyorlar. O konuşmalar internete düşen konuşmalardır. Haberi olmadan o bilgisayarın kamerasından da görüntüleniyor.
 
- Şimdi gelmiş, onları ben kaldırdım diye aşağılıkça yalan söylüyor, utanmadan. Erdoğan'ın o görüntüleri nasıl izlediğini gösteren videonun fotosu internete düştü.Benim izlediğim videonun başıydı o."
 
Kılıçdaroğlu açıkça Erdoğan görüntülerini internete yüklenmeden önce izlediğini itiraf ediyor.
 
Bütün bu vidyoların cemaate atfedilen belli bir paralel yapı tarafından yüklendiği var sayılacak olursa, Kılıçdaroğlu'nun bunlarla fiili bir ilişki içerisinde olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
 
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Suriye görüşmesi ses kayıtlarıyla ilgili casusluk iddiasıyla resen soruşturma başlattı. Bu suçla ilgili suçun niteliğine göre TCK'nın 327, 328, 329, 330 maddelerinde  8 yıldan müebbet hapse kadar cezalar öngörülmüş.
 
Kılıçdaroğlu casusluk suçlamasından kurtulsa bile 'Suçu ve suçluyu saklama' suçlamasına muhatap olabilir.
 
Başbakan da balkon konuşmasında paralel yapının peşini bırakmayacağını söyledi.
 
Böyle bir soruşturmanın ucu Kılıçdaroğlu'na dokunabilir.
 
Kılıçdaroğlu'nun başı gerçekten belada...
 
Kendisi de bunun farkında olmalı ki, yukarıda bahsettiğim son basın toplantısında hem cemaatle ilişkisini hem de STV ve Kanaltürk'teki söylediklerini inkâr etti.
 
Ama bütün program kayıtları internete yüklenmiş vaziyette.
 
Kılıçdaroğlu, cemaat işbirliğinin kesin olarak iktidarı getireceğini hesaplamıştı...
 
Erdoğan'ın 30 Mart'ı göremeyeceğinden o kadar emindi ki!
 
Oysa Kılıçdaroğlu'nun cemaate olan ihtiyacından daha çok cemaatin Kılıçdaroğlu'na ihtiyacı vardı.
 
Anamuhalefet partisi CHP'nin desteği olmadan cemaat kesinlikle bu işlere kalkışamazdı.
 
Cemaat CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu kullandı.
 
Erdoğan'a fırlatılan cemaat bumerangı dönüp Kılıçdaroğlu'nu vuracak!
 
Kılıçdaroğlu, cemaatle olan bu doku uyuşmazlığının bedelini hukuken ve siyaseten ağır bir şekilde ödeyecek gibi...
 
Umarım ben yanılırım.
 
3 Nisan 2014
 
Hasan Basri Özgen
 
 
 
 
 

 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..