Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '13

 
Kategori
Siyaset
 

Erdoğan'ın 'fişini' çektiler ama; onun dokuz canlı olduğunu unuttular!

Erdoğan'ın 'fişini' çektiler ama; onun dokuz canlı olduğunu unuttular!
 

Henüz gerçekle sanalı birbirinden ayıramayacak yaşta çok bilgisayar oyunu oynayan çocukların gerçek hayatta yakınlarını kaybettiklerinde, 'haydi canlan' diye seslendiklerini gazetelerden okumuştuk.

Yeniden canlanmanın, öldükçe daha da güçlenerek mücadeleye koyulmanın gerçek hayatta bir karşılığı yok ama; sosyal hayatta bir karşılığı var.

Bunun en bariz örneği de Recep Tayyip Erdoğan'dır.

Tam, 'bu defa öldü, o artık siyasi bir mevtadır' diyoruz, her defasında yeniden canlanıyor.

Bu şekilde sevenlerine büyük bir sürpriz yaşatırken, düşmanlarına da aynı şekilde büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyor.

Ölümünde zafer naraları atanlar, gerçekte onun ölümünü de hazırlayanlardan başkası değildir!

Tıpkı bilgisayar oyunlarındaki gibi onun düşmanları, büyük bir maharetle onu vurup upuzun yere seriyorlar. Ve yine tıpkı oyunlardaki gibi her defasında o, hızlı bir hamleyle doğruluyor ve kaldığı yerden savaşına devam ediyor.

O, her canlanmasında tecrübe kazanıyor ve daha da güçleniyor.

Dahası bu oyunların seyircisi de var. Zaten Erdoğan'a ilk canı ve yeni canları veren de bu seyirci. Ve bu seyircinin 'mahşeri vicdanı' çok hassas!

Oynanan oyunların deşifre olması ve kurulan kalleş tezgahların ortaya çıkmasıyla seyirci ona yeni bir can veriyor, hem de daha güçlüsünü veriyor.

Onun bu özelliğini bilmeyen ya da unutan ve onun ölümünü dört gözle bekleyen bazıları bu konuda sözüm ona bilimsel makaleler hatta kitaplar yazıyorlar; ona 'kemal-zeval' ilişkisi kuruyorlar...

Kemale erdi, zevale yöneldi demek istiyorlar. Hani dervişin fikri neyse zikri de odur derler ya o hesap işte!

Son örneği Milliyet yazarı Kadri Gürsel'in 24. 06. 2013 günlü, 'AKP'nin Yükselişi ve Düşüşü' başlıklı yazısında gördük.

Kadri Gürsel, bu yazısında, sosyal bilimci Burak Cop'un yazı başlığıyla aynı adı taşıyan kitabına göndermede bulunuyor. Kitaptan yaptığı alıntıda aynen şöyle denmektedir:

"Bütün siyasi yapılar, partiler, rejimler, imparatorluklar önce güçlerinin zirvesine tırmanırlar; o noktadaki bir duraklama döneminden sonra düşüşe geçerler. Dolayısıyla bir siyasi parti olarak AKP'nin en güçlü göründüğü an, aslında onun bir süre sonra düşüşe geçmeye başlayacağı andan başkasını işaret etmez."

Kitap geçtiğimiz mart ayında piyasaya çıkmış...

Kadri Gürsel, önsözünü kendisinin yazdığı kitabın tanıtımını yapmak için Gezi olaylarını beklemiş olmalı. Ve Erdoğan'ın zirve noktası olarak da 31 Mayıs 2013'ü saptamış, yani Gezi olaylarının başladığı günü!

Bu kitabı büyük bir bilimsel öngörü olarak okuyucularına takdim etmiş.

Oysa Erdoğan'ı gerçekten tanıyanlar için bu büyük bir öngörü değil, büyük bir öngörüsüzlüktür...

Zira onun her ölümü zeval değil, yeni bir kemaldir. Yani zirveden dönüş değil, yeni bir zirveye çıkıştır.

Erdoğan'ın ölümlerini ve yeniden canlanmalarını unutanlar için kısaca hatırlatmak istiyorum.

Yıl 1997'dir... Erdoğan, genç yaşında oturduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda büyük bir performans göstererek destanlar yazmaktadır. Ünü ve popülaritesi bütün ülkeye yayılmıştır. Zirveye doğru yol almaktadır. 28 Şubatçılara karşı miting yapmak üzere gittiği her ilde bir parti lideri gibi karşılanmakta, büyük izdihamlar olmaktadır. Bu kapsamda Siirt'te okuduğu bir şiir yüzünden hakkında ceza davası açılır ve kendisine itinayla milletvekili olamayacak şekilde bir ceza verilir. Bu, onun sadece milletvekili değil, başbakan da olamayacağı anlamına gelmektedir.

Yani onu öldürmüşlerdir.

Hürriyet'in attığı manşet bu siyasi ölümü, aslında cinayeti tesçillemekteydi:

"Erdoğan artık muhtar bile olamaz!"

Nasıl olduğunu anlatmayacağım ama; 2003'de o başbakandı.

1. Can...

2007'de cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler yapılacaktı...

Bütün Ak Parti iktidarı süreci boyunca, bugün Ergenekon ve Balyoz davalarından açıkça anlaşılacağı gibi, sinsi sinsi faaliyette bulunan çevreler, 2006 yılında artık atağa geçmişlerdir...

Konu Erdoğan'ın zayıf karnı olan laiklik meselesidir. Onu laiklikle öldüreceklerdir...

17 Mayıs 2006'da Danıştay 2. Dairesi'ne silahlı saldırı düzenlenir; üyelerden Mustafa Yücel Özbilgin ölür,  dördü de yaralanır.

Türkiye ayağa kalkmıştır... Geçmiş unutuluyor, onun için örnek vermek istiyorum; bugünlerde yaşadığımız Gezi olayları bunun üzerine solda sıfırdır! Bütün yüksek yargı organları, barolar, öğretim üyeleri Ankara sokaklarına dökülmüş, Anitkabire yürünmüş, 'hükümet istifa' sesleri gök kubbeyi çınlatmıştır.

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanlığından gelen yüksek hukukçu kimliğine rağmen, elinde delil olmadan kesin yargısını vermiş ve o talihsiz açıklamayı yapmıştır:

"Bu, laik Cumhuriyet'e bir saldırıdır!"

Ölen üyenin cenaze töreni tam bir hükümete karşı isyan girişimidir. Ordunun İç Hizmet Kanunu Madde 35'e dayanarak müdahale etmesi için zemin hazırlanmaktadır.

Cenaze törenine katılmak isteyen bakanlar linç edilmeye kalkışılmış, canlarını zor kurtarabilmişlerdir.

O kadar ki, Ecevit'in bile laiklik damarları kabarmış, doktorların izin vermemesine rağmen, ölümü göze alarak o kalabalığın arasına katılmıştır. Nitekim Ecevit bu olay sebebiyle rahatsızlanmış ve ölmüştür.

Ankara'daki cenaze töreni aslında Erdoğan'ın cenaze töreniydi. Danıştay'a yapılan saldırı eğer iddia edildiği gibi gerçekten bir laiklik karşıtı hareket olsaydı; Erdoğan'ın artık başbakanlık yapamayacağını kestirmek için müneccim olmaya gerek yoktu.

Derken sadece iki gün sonra, olayla ilgili olarak emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin gözaltına alındı ve sorgulandı. Kazın ayağının pek iddia edildiği gibi olmadığı ortaya çıkmıştı. En azından halk nezdinde farklı kuşkular oluşmuştu.

Nitekim bir yıl sonra da Ergenekon adıyla bir soruşturma başlatıldı...

Bu, Erdoğan'ın yeniden canlanmasıydı.

2. Can...

Danıştay saldırısından sonuç alamayanlar, Ak Parti'yi kapatma yoluna gittiler...

Çok geçmeden (2008 yılında), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından, bugün deşifre olmuş ve sorgulanan bazı internet sitelerinin uydurdukları yalan haberlere dayanarak, Ak Parti aleyhine bir kapatma davası açıldı.

Bu, işi kökten halledecekti; Ak Parti kapatılacak, Erdoğan ve yakın arkadaşları siyasi yasaklı olacaklardı. Bunun içerisinde Cubhurbaşkanı Abdullah Gül de vardı.

Anayasa Mahkemesi'nin üye kompozisyonundan; Ak Parti'nin kesin kapatılacağı noktasında hemen hemen herkes hemfikirdi.

Bu, yine Erdoğan'ın ölümü demekti.

Ve yine büyük bir sürpriz yaşandı; Mahkeme 6'ya 5 kapatılma yönünde karar verse de, nitelikli çoğunluk sağlanamadığından Ak Partı hakkında kapatılma kararı çıkmadı.

3. Can...

Ve Taksim Gezi Parkı olayları...

3 Hazıran 2013 günü Erdoğan Kuzey Afrıka'ya hareketinden önce havaalanında konuşma yaparken bütün ülkeye yayılan, daha doğrusu yaydırılan  psikolojik hava; Erdoğan'ın yolun sonuna geldiği şeklindeydi.

Erdoğan gidiyordu ama; döndüğünde aynı Türkiye'yi yerinde bulacak mıydı?

CHP tarafından gizli AKP'li diye yaftalanan AP Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda bile duruma isyan etmiş, "Ülken yanarken Kuzey Afrika'da ne işin var" diye Erdoğan'a sitemde bulunmuştu.

Gezi olayları olmasaydı Kuzey Afrika'da kral aslan pozisyonunda olacaktı. Oysa o şimdi yaralı aslan pozisyonundaydı ve günleri sayılı gibiydi.

Erdoğan'ı Kuzey Afrika'da izlerken bu ezikliği hissediyordum. 

O, Afrika'dayken Gül ve Arınç devreye sokulmuş, onlara iyi polis rolü verilmişti.

Sözüm ona Erdoğan sonrasının hazırlıklarına başlanmıştı.

Onun Türkiye dönüşünde, gecenin bir yarısında havaalanına akın eden kalabalıklar, ona yeniden hayat verdiler.

Gezi Parkı'ndaki kalabalıklar 'Türk halkı' olarak yansıtılmıştı. Havaalanındakilerin de Türk halkı olduğu ve farklı düşündüğü ortaya çıkmış oldu.

Gezi Parkı olaylarında polise uygulanan şiddet gösterilerinin yayınlanmasıyla olayların pek de o kadar masum olmadığının anlaşılması da genel algının değişmesinde etkili olmuştu.

Dahası "Yedirmeyiz" diyerek daha da güçlü bir destek ortaya çıkmıştı.

Bu, yeni bir canlanmaydı...

4. Can...

Önceki ölümler hep yurt içi kaynaklıydı. Hatta önceki olaylarda Erdoğan'ın yurt dışından destek gördüğü de söylenebilirdi.

Gezi olaylarında ise, Erdoğan'ın siyasi ve ekonomik bağımsız politikalarından rahatsız olan dış kaynaklar da ittifakla bu olayın içerisinde yer aldılar.

Anti-emperyalistlerle emperyalistler artık Erdoğan karşıtlığında omuz omuzaydılar.

Özetle...

İçeriden ve dışarıdan Erdoğan'ın fişini çektiler ama; onun dokuz canlı olduğunu unuttular!

Kadri Gürsel, yukarıda alıntıladığım yazısının sonunda, "Burak Cop'u gösterdiği entellektüel cesareti için kutluyorum" diye yazmıştı.

Ben de kutlamak için vaktin daha çok erken olduğunu söylüyorum.

Aslında normal seyrine bıraksalardı, belki de Erdoğan zirve dönüşünü gerçekleştirecekti. Çünkü siyasette 10 yıllık başbakanlık süresi oldukça uzun ve yıpranmak için yeterli bir süre.

Ama bırakın 10 yılı, bir gün bile Erdoğan'a tahammülü olmayanlar durmadan onu öldürmeye teşebbüs ediyorlar.

Her ölümünde o, taze bir canla daha da güçlenmiş olarak karşımıza çıkıyor.

Devamlı artan oy oranlarından anlaşılacağı gibi her ölüm olayından sonra o yeni bir zirve yakalıyor. 

Zira sanal sebeplerle gerçekleştirilen ölüm de sanal oluyor...

Erdoğan'ın gerçek ölümü ancak gerçek sebeplerle ortaya çıkacaktır.

Örneğin ekonomideki çöküntü gibi...

Bu gerçeği nihayet kavrayan bazıları vakit kaybetmeden internette 'ekonomiyi çökertme' kampanyalarına başlamışlar bile!

Üstelik bunu ulus sevgisi anlamına gelen Ulusalcılık adına yapıyorlar!

Ne diyelim; demek ki ulusalcılık böyle bir şeymiş!

27 HAZIRAN 2013

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..