Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '10

 
Kategori
Haber
 

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu: Ne konuşacaklar?

İçişleri Bakanı Atalay’ın “bir yol kazası” diye tanımladığı Habur görüntülerinin ardından mecra değiştiren “Kürt açılımı”, yeniden PKK üst düzey kadrolarının ABD yardımıyla getirtilmesi diplomasisine dönüştü. O kadar ki, her şeyin tozpembe gösterildiği günlerde Başbakan’ın “açılım” eksenli görüştüğü BDP(DTP), bizzat Erdoğan’ın ağzından, yeniden, “terörden beslenenler” kategorisine yerleştirildi. “Açılım”ın akıbeti belirsizleşince Erdoğan, daha çok iç siyasete yönelik bir hamle gibi düşündüğü açıkça belli olan muhalefet partileriyle görüşmeye karar verdi. Bu görüşmelerin en ilginciyse Kılıçdaroğlu ile gerçekleşecek olanı.

Öcalan’ın “ben yokum” dediği Mayıs ayından itibaren şiddetin tırmandığı, ölüm oranlarının arttığı; özellikle PKK’nın kayıplarının memleketlerinde “şehit” statüsüyle karşılanmalarının giderek olağanlaştığı bir süreç yaşanıyor. PKK’ya katılanlar için “işsizlikten bunalan gençlerin dağa gitmesi karşısında çaresizlik yaşayan aileler” şeklinde tekrarlanan tiradın pek de gerçeklerle uyuşmadığı; Viranşehir örneğinde olduğu gibi ailelerin de çatışmada kaybettikleri çocuklarını büyük bir gururla bağırlarına bastığı bir ortamın havasını soluyoruz.

Atalay’ın “yol kazası” dediği Habur girişinin çocuklarını çatışmalarda yitirmiş Türkiye’nin hassasiyetlerini zorladığını; çözüm için tarafların daha dikkatli olması gerektiğini daha önce de bu sütunlarda yazmıştım. Türkiye’ye girişin “zafer kazanmış” tarzında girilmesinin hedeflenen çözümü zorlaştıracağına ilişkin gözlemim, bugün haklı çıkıyor. PKK’nın Habur girişi sonrası, Kürt gençleri arasında popülaritesinin arttığı ve gelinen noktaya mücadele ile gelindiği fikriyatı, süreç açısından bir çeşit dönüm noktası anlamı taşıyor. Hükümetin de yeniden bildik yöntemlere dönüş yapması; PKK üst düzey kadrolarını istemesi de buna işaret ediyor.

Bu fasit daire, sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyor. Hemen her ağzını açanın, “önce PKK’nın etkinliğini kırmak, sonra da bölgeyi kalkındıracak reformları hayata geçirmek” gibi yıllardır tekrarlanan ucuz tezleri dile getirdiği ortamda sorunun çözümü giderek zorlaşıyor. BDP(DTP) ile uzun süre görüşmeyi reddeden Başbakan’ın sorunun çözümü için önce görüşüp, sonra yeniden eski çizgisine gelmiş olması gündelik siyasetin cilvesi olamayacak kadar karmaşık görünüyor. Başbakan Erdoğan’ın kısa süre önce AKP Genel Başkanı olarak görüştüğü BDP’lilere “terörist” deme noktasına gelmesini gerektirecek yeni bilgiler varsa toplumla paylaşılmayı gerektiriyor.

Kılıçdaroğlu – Erdoğan görüşmesi de bu ortamda yapılıyor. Kılıçdaroğlu, Hükümetin elindeki verilere bakmak istediğini ve ona göre bir tutum takınacaklarını söylüyor; Başbakan ise kendilerini eleştiren muhalefetin çözümlerinin ne olduğunu soracaklarını ifade ediyor. Haberturk’un araştırmasına göre, seçildiği 24 Mayıs’ın üzerinden henüz kırk gün bile geçmemişken en güvenilir lider payesini Erdoğan’dan alan Kılıçdaroğlu’nun, toplumun artık görmezden gelemeyeceği Kürt sorunu için yeni bir rapor hazırlığında olduğu biliniyor. Beklenti, ’89 Raporu’nu referans alınarak hazırlanacak olan Raporun, otuz yılı aşkın bir süredir giderek kan gölüne çevrilen bu toprakların her iki yakasının hassasiyetini barındırması ve böylece tıkanan damarları açma işlevi görmesindedir. Ana muhalefetin “kanın durması için” daha aktif bir rol üstlenmesi ve çözüm haritasını bir an önce toplumla paylaşması gerekiyor.

Muhalefetin vitrinini yenileme çabasına karşılık, Hükümet sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Büyük bir şaşaayla ve “artık bitsin” diyenlerin sevinç naraları arasında gündeme getirilen “açılım” sürecinin iyi hesaplanmadığı; tarafların demokratik katılımcı bir modelle sürece dâhil edilmediği, “lider” diye kabul edilenlerin karşılıklı sözlerinin toplumu şekillendirebileceği gibi yanılgılar üzerinden hareket edildiği anlaşılıyor.

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun siyaset yapma biçimlerinin farklılıklar taşıması; Kürt sorunu konusunda farklı yaklaşımlara sahip olmaları normal; ancak artık onların da çeşitli vesilelerle başvurdukları Nazım’ın Hiroşima için yazdığı “büyümez ölü çocuklar” şiirini referans almaları gerekiyor. Zira ölmenin, öldürmenin sonunun olmadığını yaşayarak görüyoruz.

Şairin dediği gibi, “Her ölüm erken ölümdür” ama aynı zamanda biraz da bu toprakların ölümüdür. Seyirci kalmamak için kansız, ölümsüz, gizli kapaklı olmayan ve demokratik hak ve özgürlükleri barındıran bir çözüm mümkün ve gereklidir.

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..