Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '12

 
Kategori
Güncel
 

Ergenekon Destanı

Ergenekon Destanı
 

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur!''

Tarih: 12 Haziran 2007. Türkiye henüz yakın tarihini derinden etkileyecek çok önemli bir günde olduğunun farkında değil (birileri hariç), hayat normal seyrinde devam ediyor. Trabzon İl Jandarma Komutanlığının 156 numaralı hattını gizli bir numaradan ismini vermeyen bir ihbarcı aradı. Arayan kişi; ‘’Ümraniye Çakmak Mahallesi Muhtarlığı’nın karşısındaki tek katlı binanın çatısında, elektrik direğinin yanında el bombası ve C-4 patlayıcı madde var. Bombaları Mehmet Demirtaş adlı şahıs saklıyor. Bombaları temin eden kişi ise bir astsubay.’’ (İhbarcı işi şansa bırakmamak için o gün 156’yı tam dört kez aradı ve gecekondunun ayrıntılı tarifle koordinatlarını verdi.) Trabzon bu ihbarı İstanbul İl Jandarma Komutanlığına iletti. Fakat bu paylaşımda, ileride oluşacak tuhaflıklar zincirinin ilk halkası görülüyordu. Kayıtlara göre ihbar 12.55’te yapılmıştı, fakat yine kayıtlara göre Trabzon ihbarı İstanbul’a 12.40’ta bildirmişti.

Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

İhbarı değerlendiren Ümraniye Asayiş Büro ve İstanbul Terörle Mücadele (TEM) Birimi Şubesi polisleri, Ümraniye Savcılığının 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nden aldığı arama kararıyla gecekonduyu bastı. Tesadüf: Polisler tam eve girecekken, gecekonduyu 10 gün önce boşaltmış olan Ali Yiğit taksiyle oradan geçiyordu ve polisleri görünce hemen onların yanına gitti. (Ali Yiğit’in polisleri bekleyip beklemediği, taksiyle gelip gelmediği, evin anahtarının kendi üstünde olup olmadığı halen net olarak saptanamadı.) Kapı bir şekilde açıldı ve arama başladı.

O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

İhbarda belirtilen çatıdaki elektrik direğinin yanında, üzerinde siyah renkli naylonla örtülmüş, haki renkli, her iki tarafında taşımak için halattan ip bulunan, tahta sandıkta savunma ve taarruz tipi el bombaları bulundu ve tutanak altına alındı. Peki saat kaçtı? Ümraniye Asayiş Büro ve TEM polislerine göre 19.40’ta. Bomba İmha Ekibine göre 20.30’ta. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı 49-54 numaralı parmak izi ve olay yeri inceleme ekibi de çağrılmıştı. Fakat ilginçtir ekip olay yerine değil, Çakmak Karakolu’na çağrılmıştı. Bu ekibin tutanağına göre ise bombalar 19.20’de karakoldaydı. (Komedi filmlerinde bile ekipler operasyon öncesi saatlerini ayarlar.) Bitmedi: Ali Yiğit’in mahkemedeki ifadesine göre bombalar 16.00-17.00 arası bulundu.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu. Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.

Ali Yiğit’in ifadesine göre, bombalar kendinden önce bu evde oturan dayısı Mehmet Demirtaş zamanında yani o tarihten yaklaşık üç yıl önce konulmuştu. Aradan geçen zamanda gecekonduya bir manav, bir büfe eklenmişti. Çatı arasından dükkânlar için su ve elektrik hattı çekilmiş, manav dükkânı için çatıdan yere doğru kalaslar uzatılarak paravanlar ve demir parmaklıklar yapılmıştı. Fakat üzerinde mühimmat istif kartı bulunan bomba sandığı, o küçücük çatıda hiç kimse tarafından görülmemişti. Polisler ihbar sonucu bombaları eliyle koymuş! gibi bulmuştu. Kimin ihbar ettiğini sormayın, hiç araştırılmadı bile.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''

Ertesi gün malum basınımızda, ‘’Ümraniye’de bulunan 27 adet el bombası…’’ cümlesiyle başlayan haberler manşetleri süslüyordu. Haber içeriği aynı kalemden çıkmış gibi birbirinin neredeyse aynıydı. Fakat hiçbir gazeteci gerçeği araştırma zahmetine bile katlanmıyordu. Çağımızın hastalığı ‘kes-yapıştır’ herkesi sarmıştı. Gerçekte bomba bulundu mu? Bulunduysa kaç tane? İşte orası yine resmi kayıtlara göre birazcık! karışık (yani sehven).

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Ümraniye Asayiş Şubesi’nin tutanağına göre 27 adet bomba bulundu. Bunun 18’i MKE yapımı, 7’si DM-41 NATO standardı, 2’si ise Alman yapımıydı. Bomba uzmanlarının tuttuğu tutanakta ise 27 bombanın birer birer numaraları yazıyordu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen İnceleme Raporu’nda yer alan bomba kafilelerinin bazıları, gecekondunun çatısında bombaları etkisiz hale getiren uzmanların tutanağı ile çelişkiliydi. Örneğin İnceleme Raporu’nda kafile numarası ‘M-26 5-53 COMP-B LOT-LS 14-407’ olan bombalar uzmanların tutanağında yoktu. Buna benzer numara farklılıkları o kadar çok ki, bunlar toplandığında bulunduğu iddia edilen bomba sayısı 39 çıkıyor.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Tutanaklar incelendiğinde uzmanların bombaların cinslerinde de anlaşamadıkları görülür. Örneğin, Ümraniye Asayiş Şube görevlilerinin tutanağında 2 adet Alman el bombası vardı. Bomba imha ekibinin tutanağına göre ise hiç Alman el bombası yoktu! Bombalar; Askeri makamların inceleme yapmak için 25 Haziran’da istemesine rağmen, 26 Haziran 2007 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile imha edildi. Mahkeme bu kararını Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesine göre verdiğini açıkladı. Ne kadar hukuki değil mi? Kanun’un 137. maddesinin, eğer suç unsuru yoksa telefon dinleme tutanaklarının imha edilmesini düzenlemesi kimin umurunda?

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

İhbarcımızın sözünü ettiği C-4 patlayıcılar neredeydi? O gecekondunun çatısında bulunamayan C-4’ler daha sonra başka bir arazide bulunuverdiler! Bırakın C-4’leri asrın davasını başlatan el bombalarını avukatlar, sanıklar, hatta imha kararını veren hâkim bile görmedi. Tek görenler Ali Yiğit, babası ve polislerdi. Bu davayı başlatan tek delil olan ve imha edilen bombalar üzerinde parmak izi araştırılmadı. Araştırma yapmak isteyen 49-54 numaralı olay yeri ekibine engel olundu. Asrın davasını başlatan olay yerinde hiç inceleme yapılmadı. Olay yeri krokisi yoktu. Aramayı gösteren tek bir fotoğraf veya video kaydı yoktu.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.

İşin garbi olay yeri inceleme ekibi gecekonduya sokulmadı (demek ki ekip ayarlanamamış). Fakat işini gerçekten yapmaya çalışan olay yeri ekibi (kendilerine selam olsun), karakolda bulunan bombaları videoya kaydettiler. Kayıt esnasında ses kaydının da açık olduğunu hiç kimse bilmiyordu. O sırada tutanağı uydurmaya çalışan polis memurları aralarında şöyle konuşuyorlardı:

- Mahkemede deyin, olay yerinde tutulan tutanak…

- Adam (herhalde hâkimi kastediyor)diyecek ki, sana çatıya bilgisayar mı çıkardın olay yerine.

- Ama şöyle düşünür yani, olay yerinde not almış sonra karakolda tutanak tutmuş gibi de anlaşılabilir…

- Abi ileride mahkûm oluruz çağırın insanları buraya.

- Hıı bi şey olmaz.. Olur mu?

- Bilgisayarda yaz ya, bir şey olmaz.

- Genelkurmay falan var bunun altında.

- Ya bu komutanlar gerçekten bu toplumu kutuplara ayırdı.

- Allah’tan hâkimler çok iyi.

- Soruşturma Ergenekon (konuşan polis soruşturma daha başlamadan Ergenekon olacağını biliyor, müneccim mübarek)olunca s.kerim hâkimi de, savcıyı da…

- Ha bunu kime diye bulalım aramada?

- Şey yazsana hani, Muzaffer diye.

- O burda yok.

- O Vatan’a (İstanbul Emniyet Müdürlüğü)gelir.

- Hıı…

Evet, dostlar aradan tam 5 yıl 5 ay geçti. Bu gün (13 Aralık 2012) savcı mütalaasını açıklayacakmış, külahıma anlatsın. Önemli olan sizin düşünceniz. Sizi bilmem ama ben bu gece aileme, utanç dolu bu olaylar yerine gerçek Ergenekon Destanı’nı anlatmayı düşünüyorum. Destanımızı çocuklarıma anlattıktan sonra bize çıkışı ve kurtuluşu Samsun’da, Erzurum’da, Sivas’ta, Afyon’da gösteren o sarı saçlı mavi gözlü Anadolu Bozkurt’unu anlatacağım onlara. Biz bu Ergenekon’dan çıkarız dostlar. Unutmayın, EŞKIYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ!

Sağlıkla kalın

Not: Olayların ayrıntıları günlük gazetelerden ve tutuklu gazeteci Soner YALÇIN’ın ‘’SAMİZDAT: HAKİKATLERE DAYANACAK GÜCÜNÜZ VAR MI?’’ adlı kitabından özetlenerek alınmıştır.

 
Toplam blog
: 159
: 1303
Kayıt tarihi
: 19.06.12
 
 

1963 yılında Balıkesir'in şirin ilçesi Erdek'te doğdum. Yüksek lisans eğitimimi Dokuz Eylül Ünive..