Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Erhan öğretmen ya da bulut olmak

Şehrin çocuk seslerine büründüğü,  

Sabahın erken saatlerinde bir gün,  

Sümbül dağıyla bakışan şehirde,  

Alacaklarını, kaybettiklerini, olacaklarını düşünürken,  

Ömründen on beş yılın geçtiğini,  

Ve arkasında onlarca umut çığırtkanlığı ile amaçsız yaşama ağrısını hatırlar, Erhan. 

 

Lise ikiye geçmiştir. 

“Geçmesine geçmişim de,  

Bilmem gerekenlerden ne kadarını biliyorum?” diye sorgular kendini. 

Ve “hiç” cevabını verir yine kendine. 

 

Amaçsız, sıkıntılı, üzüntülü giderken okula ilk gün,  

Okula yeniden başlamanın çelişkilerini, amaçsızlığını,  

Daha çok duyumsar, nedense. 

Sokaklarda, yüzüne benzeyen ne çok yüz görür. 

 

İlk derse; çaresiz, isteksiz, aksak adımlarla ilerleyen,  

Ne çok insan vardır öyle, kendisi gibi. 

Buna rağmen, belleğine kazınan yalnızlık hissi,  

Okulun bahçesinde kalabalıklara dönüşür. 

 

Sınıf arkadaşlarının sessizliğine,  

Sadece kalabalık oluşturalım, diye. 

Sessizlik ile iştirak eder ilk sabah. 

 

İlk gün açılış töreninden sonra,  

Sınıfa doğru ilerlerken,  

Yeni boyanmış duvarlardaki boya kokusunu hisseder. 

Tren istasyonunda,  

Okuluna gitmek için memleketinden ayrılan çocuğun,  

Annesine mendil sallayarak,  

Vedalaştığını hatırlar,  

İçlenir, duygulanır. 

 

Kapıdan sınıfa girdiğinde,  

Hiçbir zaman üyesi olamayacağını düşündüğü,  

Hatta üyesi olacağını tahmin bile etmediği,  

Sınıf kavramını idrak etmeye, anlamaya çalışır. 

 

Öğretmeni beklerken öğrenciler,  

Üç yüz metreden ibaret Hakkari’nin ana caddesinde gezerken,  

Arta kalan anılarını,  

Abartılı bir şekilde anlatarak oyalarlar kendilerini. 

 

İşte bu arada,  

Yüzünde korkudan başka hiçbir tarifi olmayan,  

Elinde emanet gibi duran çantasıyla,  

Orta boylu bir bayan girer sınıfa. 

 

Usulen kendini tanıtır,  

Bu arada öğrencileri de tanımaya çalışır. 

Amaçlarını, prensiplerini sıralar ve 

Alışılagelmiş nutuklarla,  

Can sıkıntısına sıkıntı katar. 

 

Erhan, sıkıcı nutukları dinleme yerine,  

Defterinden kopardığı kağıt parçasına,  

Denizi çizmeyi yeğler. 

 

Denizi o kadar canlı çizer ki,  

Çizgilerin maviliğinde,  

Gizli bir yaşamı aralayan çizgilere kaptırır kendini,  

Üstelik bunca kalabalık arasında,  

Bunca kalabalığın ortasında. 

 

Sınıftaki bir anlık sessizlik,  

Tüm büyüsünü bozar denizin. 

Çünkü öğretmen, Erhan’ın başında durmakta,  

Denizi anlamlandırmaya çalışmaktadır. 

 

Öğretmenin yüzüne,  

Utancından bakamaz Erhan. 

Bir suçlu gibi, suç aletini yok edercesine,  

Kağıdı buruşturuverir, avucunda hemen. 

 

Elinden alır kağıdı öğretmen ve 

Uzun uzun -kağıda- bakarak,  

“Şimdiden,  

Daha ilk derste,  

İlk saatte sıkıldın,  

Öyle mi?” 

Der. 

 

“Ne demekti şimdiden sıkılmak?” 

Sıkılmanın Tarihini yazmaktadır Erhan. 

Pencereden seyrettiği hüzünlü Sümbül dağı da,  

Eşlik etmektedir kendisine. 

Utanır yine de Erhan,  

“Dinlemediğimi bu kadar açık belli etmemeliydim, ” der. 

 

Henüz adını bile bilmediği öğretmeni,  

Teneffüste koridorda, elinden tutar Erhan’ın 

Ve adını sorar. 

Arkasından, sevecen bir sesle,  

“Ders çıkışı öğretmenler odasına gel, olur mu?” 

Der, Erhan’a. 

 

Okulların,  

Sınıf ile sesler arasında geçen dakikaların anlamsızlığı ile 

Tedavülden kaldırılmış bir nasihat reçetesinin sunulacağını düşünürken,  

Gitmemeye karar verir Erhan. 

Ve de gitmez. 

Oysa “Gelirim” cevabını vermiştir. 

 

Buna rağmen,  

Hocasının çok uzaklardan gelen sesinin tınısı,  

Mutlu bir olayın habercisi olur. 

İki gün sonra karşılaştığı öğretmenini,  

İtaatsizliğin zaferiyle süzer. 

Yara bere içinde cesur bir asker gibi görür onu,  

Hayranlık duyar gizliden. 

Hele hocasından,  

“Yerinde olsam, ben de gelmezdim, ” 

Cevabını alınca,  

Hayranlığı daha da artar. 

 

Bu da yetmiyormuş gibi arkasından,  

“Kuru nutuklarımı dinlememekte haklısın,  

Sana daha önceleri söylenenleri tekrarlamayı düşünmüyorum, ” 

Sözlerini duyunca, hayranlığı, şaşkınlığa döner Erhan’ın. 

 

Bu sözlerden sonra,  

“Bak sana ne verecektim; 

Al ama sonra aç, ” diyerek,  

Bir zarf uzatır Erhan’a öğretmeni. 

 

İlk kez, titreyen adımlarla,  

Hızla merdivenden çıkar Erhan. 

Merdivenin ağırlığını,  

Adımlarına eşlik ettiğini duyumsar. 

 

Heyecanla zarfı açar. 

İçinde; 

“Özdeyişlerin olduğunu, ” 

Yo hayır,  

“Oğlum dersi dinlemen gerekir, ” 

Ya da,  

“Bana karşı saygısızlık yapamazsın, ” 

Gibi sözlerin bulunduğunu düşünür. 

 

Ama hayır… 

Bir resim çıkar,  

Zarfın içinden. 

İçinde,  

Güneşin tüm ihtişamıyla eşlik ettiği,  

Berrak,  

Masmavi,  

Bir denizin resmi… 

 

Bir sonraki derste,  

Öğretmeninden bir şeyler,  

Bir tümce bekleyerek,  

Pür dikkat dinler öğretmenini, Erhan. 

 

 

Dinler dinlemesine de,  

Yaklaşık bir ay,  

Ne yüzüne bakar Erhan’ın,  

Ne de bir şeyler söyler ona. 

 

 

 

Bu tavır,  

Hiçbir zaman söz almayı düşünmeyen Erhan’da,  

Bir yandan,  

Derslerde konuşma isteği uyandırır,  

Diğer yandan,  

Canını sıkar. 

Canını sıkar,  

Çünkü bu ders,  

Haftada sadece dört saattir. 

 

Az bulur dört saati Erhan. 

“Yalnızca dört saat” diyerek yakınır. 

Anlayamaz yakınma gerekçesini,  

İnanamaz kendisine. 

 

Kırk dakikalık bir dersi,  

“Beynine asılı bir dinamit, ” 

Olarak gören Erhan’a,  

Ne olmuştu da,  

“Dört saati az bulur” olmuştu? 

 

Uzunca düşünür ve 

“Öğretmenin anlattıklarına tepkiler vermeyi,  

Sorular sormayı,  

Tartışmayı,  

Gerekirse,  

Onu alt edebileceğini,  

Kanıtlamayı, ” 

Tasarlar. 

Fakat 

Nasıl yapacağına karar veremez,  

Bir türlü. 

 

Yine bir gün derste,  

Nazlı yâri Sümbülü seyre dalar,  

Dağın zirvesindeki,  

Kar yığınına saklı yaraları varmış, gibi. 

 

Onu,  

Ak duvaklı yâre/sevgiliye benzetir,  

Bu arada 

Öğretmenin,  

Kendisini dikkatle izlediğinin farkına varır,  

Ve dalgınlığı birden yerle bir olur. 

Bu arada aniden,  

“Herkes bir kağıt çıkarsın!” der, öğretmen. 

 

Tüm öğrenciler,  

Gürültü ile koparırlar yaprakları,  

Defterlerinden. 

“Şu an hissettiklerinizi kısaca yazın!” 

Buyruğu gelir. 

Arkasından,  

“Dürüstçe, değiştirmeden…” 

“Süreniz on dakikadır, ” 

Sözcükleri eklenir. 

 

Önce,  

“Hocaya boş bir insan olmadığını ispat etmenin,  

Onu alt etmenin,  

Tam zamanıdır, ” 

Diye düşünür,  

Erhan. 

 

Sonra,  

“Böyle bir davranışın,  

Basit bir davranış olacağını” 

Düşünür ve 

“İyisi mi? 

Dürüst olayım,  

Dürüstlük,  

Hiç de fena olmaz,  

Şu an kendime karşı başarabilmeliyim bunu, ” 

Der. 

 

Ve kağıda,  

“Sümbülün başucunda duran bir bulut ne hissediyorsa,  

Onu hissediyorum, ” 

Yazar. 

 

Aynı gün,  

Bir teneffüste,  

İçeri girer hoca ve 

“Arkadaşlar,  

Dürüst değilsiniz!” 

Deyip çıkar. 

 

Oysa 

Hiç bu kadar dürüst olmamıştır Erhan. 

Ve 

Hiçbir şey hissetmediğini,  

Anlatabilecek,  

En güzel,  

Cümleyi yazmıştır. 

 

Günlerce,  

Okula gidip gelirken,  

Bitkisel bir,  

Yalnızlığa gömülür,  

Dersi iple çeker. 

 

Gelecek derste,  

Kağıtları da getirir,  

Öğretmen. 

Sahiplerini,  

Özelliklerini,  

Vurgulayarak,  

Okur. 

 

 

“Gerçeğe hiç mahal vermeyen cümleler bunlar…” 

Der. 

Çünkü 

On dakikalık süre içinde,  

“Afrika’nın açlık sorunundan,  

Hakkari’nin kentleşme sürecine kadar” 

Nelerden bahsedilmemiştir ki… 

 

Öğretmen,  

Okuduğu her kağıda,  

“Yalan” der. 

Öğrencilerse,  

Susmayı yeğler. 

 

İşte bu sırada öğretmen,  

Erhan’ın yüzüne bakar 

Ve gülerek,  

“Teşekkür ederim,  

Yazdığın cümleye inanıyorum, ” 

Der. 

 

Bu söz üzerine Erhan,  

“Berçelan’ın yerleşik yalnızlığından,  

Bedenine 

Ve ruhuna doğru inen,  

Derin bir ferahlığı,  

Yudumlar.” 

 

Bu karşılık,  

Ona,  

“Hiçbir şey iken,  

Her şey olmaya müsait bir,  

Yaşam parıltısı” olur. 

 

Bu karşılıkta,  

Filizlenen bir şeyler bulur. 

Evet,  

Hala tükenmeyen,  

Reddeden bir şeyleri bulur. 

 

Öğretmen,  

“Teşekkür ederim, ” 

Sözlerine,  

Şunları da ekler: 

 

“Sümbülün başucunda bekleyen bir bulut var. 

Görkemli, kendisi gibi durabilen, yaradılışındaki mucizeye tanıklık eden bir bulut. 

Görkeme bakıp, utancından kapkara kesilen ve zamanı gelince yağmur damlalarına dönüşen bir bulut… 

Ekmek olan, su olan bir bulut… 

Şaire ilham, çiftçiye buğday, çimene renk olan bir bulut. 

O bulut, boş yere mi bekliyor? 

Hayır! 

Arkadaşınız o buluta benzetiyor kendisini. 

Buna içtenlikle katılıyorum. 

Karşısında hepimizin şaşakaldığı, dilinde söyleyecek tüm kelimeleri yuttuğu bizler, dünyanın en görkemli bulutları değil miyiz? 

Yağmur olmaya, çoğalmaya müsait… 

Yaratmanın en ateşli ispatları…” 

 

Bu konuşmadan/sözlerden sonra,  

Gözleri buğulanır Erhan’ın. 

Zorlar kendini,  

Tutabilmek için. 

Olmaz,  

Tutamaz kendini,  

Ağlamaya başlar… 

 

Utanır başlangıçta ağlarken,  

Sonra,  

Doya doya ağlar. 

Hem de seslice,  

Ve de hıçkırarak. 

 

Ve o gün karar verir,  

“Bulut Olma”ya. 

O gün,  

1994 senesinde. 

Günlerini değerlendirir ve 

Öğretmen olur, Erhan. 

 

Diğer bir deyimle,  

Çoğalmak,  

Umut olmak,  

Buğday olmak için 

Direnmeyle,  

“Bulut Olur.” 

 

Yıllar sonra,  

Bir yaz mevsimi,  

Öğretmen olarak,  

Bir seminere katılır,  

Erhan öğretmen. 

 

Seminerde,  

Ders veren,  

Öğretmeni tanır. 

Çünkü o öğretmen,  

Yıllar önceki,  

Hakkari Lisesindeki öğretmenidir. 

 

Uzun ve hararetli,  

Bir tartışma yapılmaktadır,  

Seminerde. 

Tartışma konusu,  

“Nasıl öğretmeli,  

Ne yapmalı dönüşüm için” dir. 

 

Herkes fikrini,  

Beyan eder. 

Erhan öğretmen de söz alır ve 

“Hocam,  

Bulut Olmayı öğretmeliyiz, ” 

Deyince,  

Hocası,  

Tatlı, sert bir çıkışla,  

“Ne demek o? 

Der. 

 

“Bulut,  

Zamanı gelince koyulaşır,  

Parçalanır,  

Umut olur,  

Ekmek olur,  

Bakın,  

Bizim gibi…” 

Der,  

Erhan öğretmen. 

 

Öğretmeni,  

Yıllar önceki 

Öğrencisini hatırlamıştır. 

Gözleri dolar ve konuşma güçlüğü çekerek,  

Titrek bir sesle,  

“Harika!” der. 

 

Herkes,  

Konuşmacıların çıldırdığını düşünerek,  

Söylediklerini anlamaya çalışır. 

Çünkü 

Kafalarda tek bir soru vardır: 

“Bulut Olmak da ne demekti?” 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..