Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '11

 
Kategori
Futbol
 

Erken ümitsizlik

Erken ümitsizlik
 

Öncelikle ikinci kez aynı resmi kullandığım için blog okuyucularından özür diliyorum. Ancak şu anda düşündüklerimin tam olarak "yüz ifadesi" Fatih Terim'in bu resminde görüntülenmiş gibi adeta.

Henüz sezon başlamamışken böyle bir yazıyla karşılaşmak belki Galatasaraylıları üzecek ama; umarım bugün endişelendiğim şeylerin hiçbiri olmaz ve ben yazdaıklarımdan utanırım. Ancak "saray"da olup bitenleri bilmediğimiz şu günlerde kulaklara gelen birkaç söylenti insana "olabilir" ihtimalini düşündürdüğü için endişelenmemek de elde değil.

Arda neden gitti? Zaten gitmeyi istediğini hepimiz biliyoruz. Ancak Terim'in gelişiyle birlikte bu istek rafa kalkmış gibi göründü. Ki bence bir süreliğine de öyle oldu. Arda hem yönetimi, hem taraftarı, hem takımı, hem Terim'i hem de Atletico'nun ciddiyetini test etti diye düşünüyorum. Arda'nın zekası futbolculuğundan belli. Zeki bir çocuk. Çoğumuz "ben yapmam" dese de Arda biliyor ki en ufak başarısızlıkta; sakat olduğu bir maçtaki yenilgide taraftar hemen kendisini hedef alacak. Belki böyle bir durumda Terim ve yönetimin de kendisine Adnan Polat'ın yaptığı gibi bir tokat daha atacağını; takım içinde bir kesimin kendisini istemeyeceğini görmüş olmalı! Atletico'nun da ciddi olduğunu görünce bir gecede bu transfer bitti; Arda gitti. Bence Galatasaraylılığından; Galatasaray sevgisinden hiçbirşey kaybetmeden gitti. Ve yine bence; Galatasaray'ın aldığı her galibiyette, attığı her golde, tribünde kendisini yuhalayan, sevgilisine küfür eden taraftar kılıklılardan, sahada "forma aşkıyla değil de para aşkıyla" oynayan eski takım arkadaşlarından çok çok daha fazla sevinecektir. Ancak, Arda'nın gidişi bahsettiğim sebeplere bağlıysa eğer yandı gülüm keten helva! Gelelim bu bahsettiğimiz boyutlara...

Fatih Terim... Galatasaray'daki üçüncü Teknik direktörlük dönemine daha bir coşkulu başladı. Sükseli transferler istedi, birçoğunu kabul ettirdi. Selçuk, Elmander, Ujfalusi, Muslera, Ceyhun... Daha gelecek olanlar var. Liglere ara verilmesi ve Arda'nın satılması da yönetimin elini rahatlattı. Ancak Arda'yı takımda tutabilecek ilk kişi Fatih Terim'di. Arda Ünal Aysal'ı bilmez, Ali Dürüst'ü tanımaz! Kaldı ki onlar da geçen sezondan kalan "Başkanın (Adnan Polat) şımarık çocuğu" imajını silmek için Arda ile muhatap olmazlar! Geriye kalıyor taraftar ve Fatih Terim! sezon başlamadığı için taraftar henüz piyasada yok! Kala kala elde kaldı Terim. Terim; Arda ile Emre'nin aynı yaşlarda aynı davranışları olacağını düşünerek en büyük yanlışı yaptı herhalde. Çünkü 24 yaşındaki Arda, Galatasaraylılığı ile 24 yaşındaki Emre'den daha amatör! Aynı zamanda saha içinde, saha dışında, özel hayatında 30 yaşındaki Emre'den bile daha profesyonel. Her maçta hakemin boğazına yapışmıyor, rakibine seni boğarım demiyor, öfkelenmiyor, genelde sakince oyununu oynuyor. Medyayla çok fazla uğraşmıyor. "Kol hareketi" yerine "Bunu da yazın" diye işaret ediyor medyaya. Hakkında çıkan her haberden sonra tehditler savurmak, başkanını bu işe alet etmek yerine susmayı tercih ediyor. Bu kadar profesyonel bir futbolcuyu klasik "baba-oğul" muhabbetiyle yanınızda tutamazsınız. Çünkü bu "yapmacık sevgi gösterisi" onun için hiçbirşey ifade etmez. Bilir ki altında bir takım kişisel çıkarlar da söz konusudur. Ama Arda artık kimsenin kendisinin sırtından geçinmeyeceği bir ortamı tercih edecektir elbette. Demek ki Arda bu konuda kimseye güvenemedi ve kendi yolunu çizmeyi tercih etti. Neden tercih etmesin ki? Hatırlayın; geçen yıl her yenilginin ardından teknik direktörün ne zaman gideceğinin yanında en çok Arda'nın neden oynamadığı, cinsel hayatına dikkat etmediği, kendisine bakmadığı, takım kötü diye oynamak istemediği gibi konular konuşuldu. Bu kadar yıpratılan bir insanı yuvasında tutmak elbette kolay değildir ama; Terim gibi iddialı bir ismin bunu yapması da çok zor değildi. Görünen o ki Terim bazı şeyleri sadece "görüntüde" değiştirmiş; ama öz hala aynı! Üstelik Terim'in asker değil de yıldız futbolcu peşinde koşuyor olması; Terim'in de Terim'e en fazla benim kadar güvendiğine işaret. Oysa benim bir Galatasaraylı olarak beklentim; asker futbolculardan kurulu bir takım. Terim olmuş, Kerim olmuş farketmez! Bazıları yıldız futbolcuyu da oynatmanın zorluğundan bahesedecektir ama; geçmişte gördük ki Türkiye'ye gelen yıldızlar "takımdaş" olmayı beceremiyor.

Gelelim yönetime. Uzaktan bakınca; yönetimi acemi avcıya benzetiyorum. Avlanmaya çıkmış; ancak hangi avı nerede bulacağını bilemeyen, bu mevsimde hangi avın lezzetli olacağından habersiz, sadece "aslan"lara ateş eden; oysa yemek için de birkaç geyik vurması gerektiğini bilmeyen bir avcı.. Takıma hala yıldız futbolcu transfer edilmeye çalışılıyor. Hagi geldiği döneme göre çok iyi transfer parası alarak geldi! Popescu, Taffarel, Ilie ve Filipescu da öyle. Elbette bedava oynamadılar. Ancak futbolun henüz sanayileşmediği o günlerde Galatasaray'da takım olabilmek için herşey vardı. Ultraslan yoktu mesela! Taraftarın derdi takımdaki futbolcular değil; komple takımın başarısıydı. Yönetimde bugünkü gibi 4 başlılık yoktu! Adnan Polat dönemindeki bir Adnan Sezgin yoktu. Takım; bugün Elano'ya yapılan gibi yeni geleni dışlamıyor; hemen kaynaşıyordu! Bu yüzden herşeyiyle bize yabancı olan bu isimlerden Hagi, Popescu ve Taffarel koyu birer Türkiye aşığı ve Galatasaray taraftarı olarak ayrıldılar. Bugün bu mümkün değil. Kimse mimiklerden, bağırmalardan, coşkulu hareketlerden gaz alıp da futbol oynamıyor. O dönemlerde takımlarımız Avrupa'ya "çeyrek final" hedefiyle çıkıyor; ya ön elemelerde havlu atıpgeri dönüyor ya da "zorla 2 gol atıp ama sonuçta sıfır puan çekip" gerisin geri dönüyorlardı. Bugün durum bambaşka futbolcu için. Parasını alıyorsa, ailesiyle problemi yoksa, gruplaşma yoksa takım içinde... O zaman futbolcu oynuyor. Yönetim de transfer yaparken ille yıldız futbolcu alacaksa tüm bunları dikkate almalı; gruplaşmalara yol açmayacak şekilde ücret politikası belirlemelidir. Baros gibi bir golcünüz var; yanına Elmander'i almışsınız; kalkıp da bir forvet daha transfer etmenin alemi yok. Daha yedekte Stancu var! Baros'u satmaya da gerek yok! Yönetimde birlik var görünüyor ama; kimse rakiple yarışmıyor. Herkes kendi yönetici arkadaşını kendine rakip seçmiş; "atbaşı" gidiyorlar. Birisi burun farkıyla kazandığını sanacak; ama bilmiyorlar ki böyle giderse kaybeden Galatasaray ve Ünal Aysal olacak!

Taraftar boyutu zaten malum. Kendi kaptanını döven Fenerbahçe taraftarını geçtik birkaç kişinin sayesinde. Biz kaptanımızı dövmekten beter ettik. Çocuk sonunda kaçtı gitti. Taraftarın tek bir görevi var! Kendi taraflarını bırakıp Galatsaray taraftarı olmak! İyi gününde, kötü gününde! Futbolcu yuhalamakla takımdan gönderemediğinizi gördünüz(Ayhan, Hakan Balta). Alkışlamakla da takımda tutamadığınızı gördünüz (Keita, Kewell). Öyleyse şımarıklığın, ukalalığın lüzumu yok! Bırakın takımı yönetim ve teknik direktör kursun. Siz iyi gününde de kötü gününde de takımınızın yanında olun! Çünkü geçen yıl gördük ki; taraftar sadece "sefa"ya meraklı. İş "cefa" çekmeye gelince hemen yan çiziyor. Bu yıl da büyük ihtimalle "cefa" yılı olabilir. Sonraki yıllarda "sefa" sürmek istiyorsanız gelin bu "cefa"ya katlanın. 

 
Toplam blog
: 93
: 585
Kayıt tarihi
: 27.01.09
 
 

Elektronik ve haberleşme mühendisiyim. Galatasaray taraftarı; evli; 1 erkek çocuk babasıyım. ..