Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '09

 
Kategori
Dünya
 

Ermeni meselesine dair...

Her yıl 24 Nisan yaklaştıkça artan tazyiklerle birlikte dünya kamuoyunu bir ermeni meselesidir meşgul ede gelmektedir. Yine bir 24 Nisan yaklaşmakta ve kamuoyunda yine malum mesele yani, Ermeni meselesi tartışılmaktadır. Bu sözde meseleye dair kısa da olsa birşeyler yazmamız gerektiğine olan inancımdan dolayı bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim...

Asırlarca Müslüman devletlerin idaresi altında sakin ve itaatkar bir hayat sürdürmüş olan Ermenilerin, 19. yüzyılda birdenbire ayaklanıp, Osmanlı Devletine başkaldırması, üzerine hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde başlatılıp, binlerce Müslüman’ın şehid edilmesiyle sonuçlanan Ermeni isyanlarının çıkartılmasında esas amaç nedir? Onun üzerinde durmak lazımdır.

Bilindiği üzre, Avrupalılar Sultan III. Selim’den itibaren sürekli olarak Osmanlı Devletinden reform istemekteydiler. Ne var ki, Batının büyük baskılarla kabul ettirmeye çalıştığı bu reformlar, sadece ve sadece Osmanlı Devletinin bünyesinde bulunan azınlıklara yani Hıristiyan ve Yahudilere hak ve imtiyazlar tanımayı amaçlamaktaydı. Nitekim sürekli olarak istenmekte olan bu reformlar hakkında, Fransa’nın o zamanlar İstanbul’da bulunan Sefiri, Paris’e şunları yazmaktadır; “Ekselanslarının da çok iyi bildiği gibi, bizim bu reformlardan maksadımız, Osmanlı Devletini kalkındırmak değil, Ayasofya üzerinde parlamakta olan hilali indirip, yerine tekrar Hıristiyan haçını koymaktır” (1).

Batıya yakınlığı ve özellikle İngiliz menfaatlerini korumaya çalıştığı bilinen Mustafa Reşit Paşa (2) Avrupa’dan döner dönmez, onları memnun etmek için hazırladığı empoze Tanzimat fermanını Sultan Abdülmecid’e kabul ettirerek 26 Şaban 1255 (1839)’da ilan etti. Avrupalıları memnun eden bu ferman, Müslüman tebaa tarafından tepkiyle karşılandı. Çünkü Hıristiyanlar, fermanı “kendi milli gayelerinin tahakkukuna yarayacak bir vesika” olarak telakki ediyordu (3).

Tanzimat’a kadar Tıbbiye mektebine (Tıp Fakültesine) giremeyen gayr-ı müslimler, Tanzimat Fermanının kendilerine sağladığı haklardan istifade ederek bu mektebe öğrenci, hatta hoca bile olmuşlardır. İstanbul’daki Yahudi Hahambaşının müracaatı ve Sultan Abdülmecid’in fermanı ile Yahudilere özel muamele bile yapılmış, “Yahudi, dinleri üzere Tıbhanede yiyecekler, içecekler ve diledikleri gibi ayin ve ibadet yapacaklar” diye Saraydan irade çıkartmışlardır (4).

Bundan sonra da, Anadolu fakir Müslüman yerine, İstanbul zengin Ermeni, Yahudi ve Rumlar Tıbbiye mektebinde okumuşlar ve daha sonra mektebin idaresi tamamen bunların eline geçmiştir. İşte uzun seneler bu müessesenin başında idarecilik yapan Ermeni Marko Paşa da bunlardandır.

Jön Türklüğün temeli bu mektepte atıldığından ve Jön Türkler, Sultan II. Abdülhamid aleyhinde Ermeni komitacılarıyla birleştiklerinden dolayıdır ki, Tıbbiye mektebinden de bahsetmeden geçilmemelidir. Nitekim Jön Türk olan İstanbul eski Belediye Reisi Cemil Topuzlu, hatıratında şunları yazmaktadır; “....... Fransız büyük ihtilalinden aldığımız örnek üzerine hemen her vakit hürriyet, müsavat, adalet taraftarı ve Sultan Hamit istibdatının da şiddetli aleyhindeydik. Son sınıf talebeleri koğuşlarında yatmazlar, dörder, beşer yataklı odalar da bulunurlardı.... geceleri arkadaşlarla bir araya gelince padişah aleyhine ihtilale davet eden bir takım yazılar yazar, şapirgrafla basar, bunları gizlice diğer sınıftaki arkadaşlara ve hatta harice bile dağıtırdık... Jön Türklük hareketi orada (yani Tıbbiye Mektebinde) doğmuştu. Marko paşa hem mektebi hem de Sarayı mükemmelen idare ederdi” (5).

Jön Türkler Gerçeği

Yine Cemil Topuzlu, İstanbul’daki merkezlerini de şöyle anlatıyor; “ .......Merkezi o sıralarda Beyoğlu’nda küçük bir apartmandaydı. Devam eden azanın ekserisi ecnebi ‘Lövanten’ hekimler ve reisimiz de Sertabib-i Hazret-i Şehriyari Mavroyani Paşa idi. Benden başka Türk-Müslüman olarak hiçbir aza yoktu” (6).

Jön Türklerin, Sultan Abdülhamid’e karşı Ermeni çeteleri ile birleştiklerine dair iki rapor da, aynen şu şekildedir; “Kulları her ne kadar teveccühüşahanelerinden mehcür ve bir takım mağdur isem de, pek küçük yaştan beri nimet-i hümayunlarıyla perverde olduğumdan, Jön Türk ve Ermeni komitelerinin birleşmesi neticesi olarak Cenova’da son verilen karar mucibinde nefsi humayunlarına suikast için tertibat alındığını ve bendegan-ı şahanelerinden Diran Kelekyan (7) Efendinin bu haberi teyid ettiğini arz ederim. 1321 Mayıs 17-Kahire” (8).

Alman sosyalistlerinden Hanri Adolf’un ihbarı; “Her ne kadar Osmanlı İmparatoru Sultan Hamit Han Hazretleri sosyalist umdelerine karşı menfi hareket buyurmakta ise de, Alman menafiine hadim olması hasebiyle Jön Türk ve Ermeni ve Bulgar komitelerinin nefs-i şahane aleyhinde ikama intizar icap eylediğini bildirmeyi kendime bir vazife bildiğimi arz ederim. 5/11/1904” (9).

Nitekim, bu raporların ihbar ettiği gibi çok geçmeden meşhur bomba hadisesi olmuş, Ermenilerin tertipledikleri bu suikast neticesinde, bir çok insan hayatını kaybetmiş, Sultan II. Abdülhamid Han’da, Allah’ın bir lütfu olarak, yara almadan kurtulmuştu. 93 harbinden sonra yapılan Ayestafanos ve Berlin antlaşmalarında Ermenilere bazı siyasi haklar veriliyorsa da, Abdülhamid Han, Devletinin güvenliği açısından bu maddeleri çalıştırmamış ve onun bu tutumu üzerine, Ermeniler batının teşvik ve yardımlarıyla isyanlarını çoğaltmışlardır. Ermeniler 1889’da Cenevre’de Hınçak ve 1890’da Tiflis’te Taşnak partilerini kurdular (10).

1894’de isyan eden Sasun Ermenilerini sert bir şekilde bastırılınca, İngiliz ve Fransız hükümetleri olayı tetkik etmek üzere Türkiye’ye heyetler gönderdiler. Bu karışıklıkların tamamen sebebi Ermeniler olduğu tespit edilmesine rağmen, mesele adı geçen devletler tarafından saptırılarak ve “Abdülhamid Sasun’da Ermeni katliamı yapıyor” diye yaygaralar kopartıldı.

30 Mayıs 1894’de Fransız Hariciye bakanlığına getirilen M. Hanataux, Sultan Abdülhamid’in Müslüman ve gayr-ı müslim reayasına çok iyi davrandığını, onların haklarını koruduğunu ilan etmesine rağmen, tarafsız konuştuğu için kale alınmamış, bir müddet sonrada görevinden alınmıştır.

Görevinden alınan M. Hanataux, Revue de Paris’in 1 Aralık 1895 sayısında, Ermenilerin, Abdülhamid Han tarafından katledilmediklerini, bilakis onun bütün vatandaşlarına adil davrandığını söylüyor ve şöyle devam ediyordu; “ ..... Abdülhamid, esmer, solgun yüzlü, endişeli bakışlı ve güzel elleri olan bir adamdır. O bu nazik eliyle Afrika ve Asya ortalarından Balkanlara kadar olan İslam dünyasının bütün fertlerini birbiren bağlarken, aynı nazik eliyle Kudüs ve Çanakkale boğazının anahtarlarını da tutmaktadır. Küçük ve de nazik fakat gerçekte de çok meşgul olan bir el” (11).

O zamanlar Ermenileri hararetle destekleyen İngiltere, aslında Ermeni isyanlarından yararlanarak, Rusya ile anlaşıp Doğu Anadolu’ya müdahale etmek istiyordu (12). Allah’ın bir lütfu olacak ki, bu konuda iki devlet anlaşamamışlardı.

Sasun, Van ve Zeytun isyanlarından sonra 1985’de Trabzon, Erzurum, Erzincan, Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Sivas, Mardin ve daha bir çok yerde Ermeniler isyan çıkarttılar. Sultan II. Abdülhamid Han, bütün bu isyanları bastırıyor, kadın ve çocuklarına varıncaya kadar kesen ve katleden, Ermenileri cezalandırdığı içinde Ermeniler ve onların hamisi Avrupa, O’na Kızıl Sultan (Le Sultan Rouge) lakabını takıyordu (13). Ne acıdır ki; Ermeniler tarafından takılan bu lakabı daha sonra bizim tarihçiler (!) de, Ermenilerin uydurmuş olduğu bu terimi alıp, pervazsızca kullanma cüretini gösterip kullanmışlar ve günümüzde bile hala Sultan II. Abdülhamid Han, Kızıl Sultan mıdır? Yoksa Ulu Hakan mıdır tartışmasını yapabilmektedirler.

Sultan II. Abdülhamid Han, Ermeni isyanlarını bastırmak için, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan asker toplayarak “Hamidiye” adında özel bir ordu kurdu. Bu ordunun kurulmasından sonra, Ermeniler Doğu Anadolu’da fazla varlık gösteremeyince 26 Ağustos 1896’da İstanbul’daki Osmanlı Bankasını basarak bir çok kişiyi öldürdüler, yukarıda temas ettiğimiz gibi Rumi 1321 senesinde de Sultan II. Abdülhamid Han’a bir suikast düzenlediler. Fakat Avrupa’nın bütün baskılarına ve Sultan II. Abdülhamid Han’ı Kızıl Sultan ilan etmelerine rağmen O; Ermeni isyanlarını bastırdı ve onların ütopik ideallerine mani oldu.

Sultan II. Abdülhamid Han, Ermenilerin, Ermenistan, Yahidilerin Filistin’de kurmayı tasarladıkları İsrail hayallerini sert bir şekilde engelleyip, bunlara destek olan “İttihak ve Terakki”nin Avrupa-Masonik fikirlerine karşı çıkınca bütün bu muhalif gruplar kendisine karşı birleşip, 1909’da tahttan indirdiler.

33 sene Osmanlı Devletini, Müslümanların Halifesi olarak yöneten Sultan II. Abdülhamid Han’a hal fetvasını “ki, bu fetva bile İslam Hukukuna aykırıydı” (14) , bildirmek için gönderilen heyeti dahi gayr-i müslimlerden teşekkül ettirdiler. Bir Arnavut, bir Rum, bir Yahudi ve bir Ermeni, İttihat ve Terakki hükümetini temsilen Sultan II. Abdülhamid Han’a hal fetvasını götürdüler (15).

Sultan II. Abdülhamid Han’dan sonra gelen hükümetler zamanında da Ermeni tehcirine karar verildi. 1914’de bazı reformlar istemek ve Ermenilere bazı haklar elde etmek için Erzurum, Sivas, Trabzon, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Hartum vilayetlerine Avrupa’dan heyetler gönderildi. Ancak aynı sene Birinci Dünya Savaşı patlak verince, heyetler geri döndü. Rusya ile yapılan bütün savaşlarda, Haçlı ordularına yardım ettikleri gibi (16) Ruslara yardım eden Ermeniler, isyanlar da olduğu gibi antlaşmalarla da bir şey elde edemeyince, 1974’e kadar sakin durdular.

1974 Kıbrıs savaşından sonra bütün batı ve başta Amerika olmak üzere, Türkiye’ye ambargo uygulayınca, yakın geçmişimizde yer alan uzun yıllarca devam eden Ermeni terörünü (Asala) yeniden başlattılar.

Netice olarak; 19. yüzyılda Ermeni isyanları nasıl ki, emperyalist Batı dünyasından kaynaklanıyorsa, bugünkü terör de oradan kaynaklanmakta olduğunu görmemiz ve günümüzde yaşanan bütün bu olayları “bir bütün olarak” değerlendirip bir birinden bağımsız olarak bakmamamız gerekmektedir.

Birbirinden bağımsız olarak bakıldığında ortaya çıkan bu tablo da kendimize yanlış hedefleri düşman olarak seçmemiz içten bile değildir. Yüzyıllarca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunu parçalayabilmek için ve ortaya çıkacak küçük devletçikleri sömürgeleri olarak emirleri altına almaya yönelik oynanan ekonomik, siyasi, dini, ırki ve beşeri oyunları ve tezgahları araştırdığımızda; günümüzde de hala emperyalist batı dünyasının oyunlarına devam ettiklerini pekala ayan-beyan görebiliriz.

DİPNOTLAR

1-Archive du Ministere des Affaries Etrangeres Françaises, Ns, Turquie, 1876, S.38 vd.
2-İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, 2. Baskı, İstanbul, 1984, s.34.
3-İslam Ansiklopedisi, Tanzimat Maddesi.
4-İhsan Süreyya Sırma, Yahudilerin ilk defa Osmanlı Tıp Fakültesine Kabulüne dair bir vesika, Türk Kültür Dergisi, Ankara, Şubat, 1979, S.196.
5-Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul, 1939, s. 18-21.
6-Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul, 1939, s. 69.
7-Diran Kelekyan, Türkçe-Fransızca Lügatını yazan Ermeni Edebiyatçısı.
8-Tahsin Paşa, Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, İstanbul, 1931, s. 189.
9-Tahsin Paşa, Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, İstanbul, 1931, s. 189.
10-Jean-Pierre Alm, I’Armenie, Paris, 1962, s. 49.
11-Malcom Mac Coll, Le Sultan et les Grandes Puissances, Paris, 1899, s. 11.
12-Malcom Mac Coll, Le Sultan et les Grandes Puissances, Paris, 1899, s. 14.
13-Gilles Roy, Le Sultan Rouge, Paris, 1936.
14-İhsan Süreyya Sırma, I’ınstituon et les Biographies des Şeyh-al-Islam Sous le regnedu Sultan Abdülhami II, Strasbourg, 1973, s. 164 vd.
15-George Young, Constantionople, des origines a nos jour, Paris, 1948, s. 312.
16-Jean-Pierre Alm, I’Armenie, Paris, 1962, s. 33.

 
Toplam blog
: 108
: 2366
Kayıt tarihi
: 05.04.08
 
 

1972 Haziranında  Eskişehir'de doğdum. Edirne'de ikamet ediyorum. Duygu ve düşüncelerimi yazıya d..