- Kategori
- Siyaset
Ermeni tehciri…
Ermani kafilesi Suriyede
Ermeni Tehciri…
Tehcir, sürgün demektir. Bir kısım ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı 27 Mayıs 1915 de alınan resmi karar ile Yine Osmanlı ülkesi içinde bulunan Suriye’ye sürgüne gönderildi. Bu tabii ilk bakışta hiç de hoş olmayan bir durumdur. Günümüzde malum kişi ve devletler bu olayı bir soykırım olarak kabul ederler. Bu konuya tarih ve belgeler ışığında bir göz atalım.
Ermeniler 1. Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş halinde olduğu İtilaf Devletlerinin saflarında savaşmışlardı. Ermeni gönüllüler daha Balkan Savaşı sırasında Rus ordularına katılmışlar, 1. Dünya Savaşı arifesinde ilan edilen seferberlikten sonra ise oldukça önemli sayıda kuvvetle Rusya yanında yer almışlardı. Rus kaynaklarına göre sayıları 15.000 civarında tahmin edilen fakat ihtiyat kuvvetleriyle birlikte 35.000’lere ulaşan Ermeni gönüllüler, daha savaşın ilk aylarında Enver Paşa komutasındaki büyük bir Osmanlı ordusunun Sarıkamış’ta büyük kayıplar vermesine neden olmuşlardı. Çünkü Osmanlı ordularının karşısındaki Rus kuvvetlerinin başında Ermeni asıllı General Nerimanov bulunuyordu ve kendisini Türkiye içindeki Ermeniler, ordunun lojistik destek noktalarını keserek veya sabote ederek desteklemişlerdi.
Aynı dönemde Osmanlı vatandaşı Ermeniler arasında çok geniş bir taraftar topluluğuna sahip olan Taşnak ve Hınçak Partileri ile daha az etkili Ramgavar Partisi de pek çok merkezde yerel isyanlar çıkartmışlardı. Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmeden çok önce, 1914 yılı Şubat ayında Muş’ta başlayan ve Ağustos ayında Zeytun’da büyük bir isyan provasına dönüşen bu isyanlar, kısa sürede Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları diğer şehirlere de sıçradı. Sırasıyla Kayseri, Bitlis, Erzurum, Elazığ, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Ankara, Van, İzmit, Adapazarı, Bursa, Adana. Halep, İzmir ve Samsun başlıca isyan merkezleri olarak ortaya çıktı. Ermeni siyasi partilerinin başını çektiği bu isyanlar, İtilaf Devletlerinin sağladığı silah, cephane ve paralar sayesinde sınırlarda var olma savaşı veren Osmanlı ordusunu gerçekten de çok güç duruma düşürmüş, bir güvenlik sorunu yaratmıştır. Üstelik bu dönemde Kafkasya’daki Müslüman halklarda Rusya tarafından Anadolu’ya sürgüne zorlanmış, zaten iflas halindeki bir bütçe ile savaşı sürdüren Osmanlı İmparatorluğu korkunç büyüklükte bir mülteci problemi ile karşı karşıya kalmıştı.
Rus güçlerinin 1915 Mart ayında bu kez Van yönünde harekata geçmeleri üzerine 11 Nisan’da Van’da geniş çapta bir Ermeni isyanı başlamış, bu isyan sonucu Van Rusların eline düşmüştür. Rus Çarı II. Nikola Van’daki Ermeni komitesine 21 Nisan 1915’de bir telgraf göndererek, “Rusya’ya yaptığı hizmetler nedeniyle teşekkür etmiştir”. ABD’de yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında “Van’da yalnızca 1.500 Türk’ün kaldığını” iftiharla bildirmiştir. l. Taşnak temsilcisinin 1915 Şubatında Tiflis’de toplanan Ermeni Milli Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Rusya’nın Osmanlı Ermenilerini silahlandırmak, hazırlamak ve isyanlar çıkarmalarını sağlamak için savaştan önce 242.900 ruble verdiğini” söylemesi, Rus-Ermeni ittifakı ve Ermenikomitelerinin savaş öncesinde nasıl bir hazırlık içinde olduklarını bütün açıklığıyla gösterecek niteliktedir.
İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını zorlamakta, Osmanlı orduları Galiçya’dan Doğu Anadolu ve Irak’a kadar çeşitli cephelerde düşman güçleriyle çarpışmaktadırlar. Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında, önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmekle yetinmiş, bu sonuç vermeyince 24 Nisan 1915’de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır.
Ermeniler, bu ayaklanmaları ve faaliyeti, Osmanlıların tehcir kararı üzerine girişilen bir meşru müdafaa olarak takdim etmek alışkanlığındadırlar. Oysa ortada henüz alınmış bir tehcir kararı yoktur ve isyanlar tehcirin değil, tehcir isyanların sonucudur. Bir savaş halinde düşman ile işbirliği yaptığı belirlenmiş olan ve üstelik bu işbirliğini bir övünç nedeni olarak gören topluluklarının, zararlı faaliyetlerinin önlenmesi bakımından belirli bölgelerde oturmaya zorlanması itiraz edilecek bir konuda olmasa gerektir. Bu tür önlemler İkinci Dünya Savaşında bile bütün devletlerce uygulanmıştır.
Çaresizlik savaşın doğurduğu güvenlik zaafı pek çok çetenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bunların tamamı Müslüman da değildi. Ermeni, Kürt ve Rumlar ile Çerkezlerin çok sayıda çeteleri faal bir şekilde yağma, soygun ve talan ile meşguldü. Bir fikir vermesi açısından söz etmek gerekirse, İzmit ile Haydarpaşa arasında çalışan en az 200 Yunanlı milliyetçi grup vardı. Ege Denizi ve Akdenizin kıyılarını işgal etmiş yüzlerce Yunanlı haydut çetesi vardı. Trakya’nın ve Anadolu’nun her yanında savaşan Ermeni, Kürt, Türk, Laz, Çerkez çeteleri vardı. Bütün bu insanlar çalıyor, öldürüyor, soyuyor, tecavüz ediyordu ve sonuçta binlerce insanın hayatına mal oluyorlardı. Tehcir Kanunuile sevk edilen Ermeniler doğal olarak bu çetelere karşı en savunmasız olanlardı ve bu nedenle kayıpları çok büyüktü. Ne yazık ki Ermeni tarihçilerhiçbir delile sahip olmadıkları halde bütün baskınları ve Ermeni kayıplarınıHükümetin planlı imha operasyonuna bağlamaktadırlar. Hükümet Ermenileringüvenliği için kafilelere jandarma tahsis etmekte, can ve mal emniyetlerinin sağlanmasını ilgili vilayetlerin yöneticilerine emretmekteydi. Sıkı yönetimmahkemelerinde görevini ihmal eden, Ermenilerin mallarını gasp eden, göz yuman ve çetelerle işbirliği yapanları çok çeşitli ağır cezalara çarptırıyordu.
İşte bu sayede Ermeni kayıpları büyük ölçüde azaltılabilmiştir ve bir milyon Ermenin yollarda katliam, salgın hastalıklar, açlık ve yorgunluktan öldüğü asılsız iddialardır. Daha doğrusu bu iddianın kaynağı Harput konsolosu Laslie Davis’tir ve bir milyon Ermenin tehcirsırasında öldüğünü söylediği Temmuz 1915 tarihinde henüz pek çok yerde Ermeniler sevk dahi edilmemiştir. Maalesef bu sayı bugün bile sorgulanmadan pekçok kişi tarafından kabul edilmektedir.
Yolculuğun en az kayıpla gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla Hükümet, kafilelerin yeme, içme, giyinme ve sağlık sorunlarını çözmek amacıyla da önlemler alınmasını çıkardığı yönetmeliklerde emretmiştir. Ermenilerin mümkün olduğu kadar yürütülmemesi, demiryolu olan yerlerde trenle, değilse öküz arabalarıyla nakledilmeleri sıklıkla vilayetlere hatırlatılmıştır. Birecik gibi sal veya botlarla yoluculuğun mümkün olduğu yerlerde Ermenilerin nehir üzerinden nakli emredilmiştir. Dinlenme ve tıbbi bakım için konaklama merkezleri başta Harput, Konya, Halep, Diyarbakır, Cizre ve Rakka gibi yerlerde kurulmuştur. Buralarda aynı zamanda misyoner kuruluşlarının Ermenilere yiyecek ve giyecek dağıtmasına izin verilmiştir. Yolda yetim kalan çocukların devletin veya misyonerlerin işlettiği yetimhanelerde bakılmıştır. Bu önlemlerin kâğıt üzerinde kalmadığı Amerikan diplomat ve misyonerlerin geride bıraktıkları belgeler sayesinde kesindir. Nitekim Trabzon’da bulunan Amerikan konsolosu Oscar S. Heizer, raporlarında sevkiyat sonrası Ermeni mallarının defterlere kaydedilmesi, açık artırma ile satılması ve depolanması ile ilgili çok sayıda ayrıntılı bilgiler not etmiştir. Her ne kadar konsolos bazı görevlileri ciddiyetsiz ve özensiz bir şekilde görev yaptıkları için eleştirse de yönetmeliklerin uygulandığını bir konsolosun raporlarından öğrenmek ilgi çekicidir.
Son on yılda gerek Osmanlı gerek Amerikan arşivlerinde yapılan araştırmalar, bir buçuk milyon Osmanlı Ermenisinden en abartılı rakamlarla bile tahminen 600-700 bin kadarının Suriye ve civarına nakledildiğini ortaya koymaktadır. Bir Amerikan arşiv belgesine göre 486.000 Ermeni, 8 Şubat 1916 tarihi itibarıyla Suriye ve civarındaki kamplara ulaşmış ve bakılmıştır.
Sonuç: Eğer Osmanlı Hükümeti soykırım düşünseydi, o savaş ve karmaşa ortamında bunca zahmete gerek duyar mıydı?