Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

Erotik & dramatik: " Betty Blue "

Erotik & dramatik: " Betty Blue "
 

Aşk kapınızı çalsa, ona ilk ne derdiniz?
"Hoşgeldin" mi, "Ne zamandır seni bekliyordum!" mu, "Nerden çıktın sen yine!" mi? Yoksa susar ve sadece sarılır mıydınız aşak ve onun vücut bulduğu temsili bedene?
Ne kadar sıkı sarılırdınız? İçinize sokup bir yere gitmesini engellemek istercesine mi? Yoksa eski bir dostu görmenin sevinciyle kısa ama içten mi?
Türkiye'de cinsel içeriği nedeniyle zamanında Danıştay kakarıyla oynatılan 1986 yapımı "Betty Blue" (37 2 le matin) tenlerin birbirine doyamadığı bir sevişme sahnesiyle açılıyor.

Zorg, Fransa'nın bir sahil kasabasında, bungalovların bakımı ve gözetiminden sorumlu olarak çalışan bir görevli. Sessiz, hzuzur dolu, kendine göre disiplinli bir yaşantı sürmekte. Biz açılış sahnesiyle birlikte, boş zamanlarında yazan Zorg'un hayatına Betty'nin girdiğini görürüz.

Betty, güzel olduğu kadar vahşi ve dengesizdir. Aniden, Betty'nin tehlikeli tavırları kontrolden çıkmaya başlar. Zorg, sevdiği kadının yavaş yavaş delirmek üzere olduğunu görür ve ilişkileri dibe vurmaya başlar.

Bazen öyle olur. Sevdiğiniz kadın, kendi içinde kaybolur gider...
Çok hırplanmıştır, bi de sizin en ufak yaralayıcı harakeinizle kabuk tutan yaralar çözülmeye, onu bulmuşken kaybetmeye başlarsınız.
Sonrasında 80'lerin kült filmi haline gelen Betty Blue (Béatrice Dalle) da, kendi içinde bir yolculuğa çıkıyor. Adım adım... Yer yer... Sevişme sevişme... Zorg (Jean Hughes Anglade) onu kaybediyor.

Jean Jacques Beineix'in, Philippe Djian'ın aynı adlı kitabından uyarladığı senaryo, kitapla neredeyse birebir örtüşüyor.

Birçok kadın gibi Betty de, sevdiği, âşık olduğu erkeğe hayranlık duymak istiyor. Ve bunu açık açık dile getiriyor. Bu sessiz adamın doldurduğu defterleri bulduğunda, hayran olacağı malzemeyi de ortaya çıkarmış oluyor. Bu arada adamın patronunu döverek, evi kırıp dökerek, ilk delirme sinyallerini de veriyor. Aşk ve şiddet, erotizm ve rama yan yana gelmeye başlıyor.
Sahil kasabasını terk edip şehir merkezine vardıklarında Betty müsvetteleri temize çekmeye başlıyor. Bunları yayınevine gönderen Betty, bir yandan cevap beklerken Zorg da, gelen neredeyse "aşağılayacı" cevapları Betty'den saklıyor. Ancak günün birinde gelen bir mektubu Betty okumak zorunda kalıyor ve Betty, mektubu yazan editörü bulup yüzünü çiziyor!

Çünkü sevdiği erkeğin yaratıcı gücünü, hayran olunacak yazma gücünü görmeyen insanlara tahammülü yok.
Beatrice Dalla'nin yorumuyla unutulmaz bir kadın karaktere sahip olan film, aşkın çetrefil yollarında yürüken, hayran olmakla yadsımanın, erotizmle dramatizmin, sempatiyle yargılamanın iç içe geçtiği 192 dakikalık bir yüzleşme aynı zamanda.
İlk sahnesinde etkileyici bir sevişme sahnesi olan, kitabının okunmasının ardından bir an önce izlenmek istenen, aşkı farklı boyutlarıyla ele alan bu başarılı film, aynı zamanda bir "kara aşk" gösterisi. Aşkın yer yer ne denli şiddetli, yer yer ne denli duygu yüklü olduğunu hatırlatan, izledikçe hislerinizi ve düşüncelerinizi zorlayan bir film.

Doludizgin giden, oaradan oraya taşınan, yeni insanların getirdği yan öykülerle zenginleşen film, bir kadını zaman içinde yitmesi, bir erkeğin onu kaybetmesi ve hayatın çıldırma noktaları olabaileceğini gözler önüne seriyor.
Filmin gösterilen ön yüzünde aşk olsa da, içinde bir kadının gizli, şefkat ve acı dolu dünyası var. Betty adındaki bu kadın, biraz mavi, biraz sabah (Fransızca matin), biraz erotik, biraz hülyalı, biraz gerçekçi... Film boyunca geçmeyen Je T'aime (Seni seviyorum) sözü, kadını kendi içinde kutsayan, anlamaya çalışan bir yapıya ait. Kalıpları kullanmayarak kadına yaklaşmaya çalışan yönetmen, film boyunca hasta olan bir kadının, ruhsal gerilimlerini, kimlik arayışını, erotik açımlarını gösteriyor. Yalnız buradaki hastalık, bir ruhsal bozukluktan kaynaklanmaktan çok, Betty'nin yaşama karşı duyduğu "histeri"den kaynaklı...

Tüm çabaları, hayatta dik durabilmek, yaşayabilmek olan bu çift, zamanın içinde delice yaşarken, zamanla birlikte savruluyor. Kadın kendi iç dünyasının kapılarından içeri girip kaybolurken, erkek de bir piyano satıcısından bir yazara dönmeye başlıyor.
Aşk bir metaformoz gibi erkekği iyileştirirken, kadını söndürmeye ve yok etmeye başlıyor.

Ulaşana, yapanan kadar deneyen bu kadın, azmi ve gücüyle, erkeği doruğa taşırken, kendisi zorlu ve yalçın yaşam dağının eteklerinde gözden kayboluyor.
Açıklanamaz olan hayatın içindeki rüya aşk, kabussa geri kalan anlar oluyor. Sistemin ve "diğerlerinin" dışında, düzene sokulmaya çalışılan ama düzeni reddeden bir Betty var. Trajenin asıl sebebi de bu. Yeni bir eve taşındıklarında, ev ve gün ışığı onun, geri kalanlar diğerlerinindir.

Hem birbirine ait, hem de birbirlerinden bağımsız bu iki sevgili, yaşamın anlamının yazlnızca varolmak olduğunu anlamışlar ve bunu yaşamaktadırlar.
Sevdiğiniz kaybolduğunda, onun peşine de düşseniz, bulamayabilirsiniz.
Ayak izleri yeri de toplamış, götürmüştür çünkü.

O hayatta o yokken çaldığı piyanonun sesini duyabilmek ya da beyaz kedisinin ağzından sevdiği kadının konuştuğunu duymak, aşkın bir diğer yüzüdür.
Öteki yüzündeyse, "Geri dönülmez şekilde hastalandığında, Sevdiğin için ne yapabilirsin?" sorusunun acıklı yanıtı durmaktadır!

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..