Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '10

 
Kategori
Eğitim
 

Erzurumlu Emrah (3)

Yol görünür Emrah'a... Emrah da durmaz, alır sazını düşer yollara. Hanlarda konaklar. Azığı kuru pidedir, katığı da peynirdir. Hanlarda konaklayarak yol giden Emrah; hanlarda gün ışırken uyanır, kuru pidesini suyla ıslatır, peynirini de katık eder; suyla yer ve düşer yollara... Hanlarda konaklayıp da henüz uyanmayan partal giysili gariplere acımayla bakar. Devir fukaralığın kol gezdiği bir devirdir. Düşlerinde bile gülen insanlara rastlanmaz. Kaşlar çatık, yüzler asık, sakallar uzun, bakışlar sert; yüzler mutsuzluk yeliyle esmerdir.

Erzurumlu Emrah günler sonra Sivas'a varır. Havuzlu Kahve'de oturur, yer, içer; dinlenir. Sazı ile ortalığı hüzünlendirir. Gözler yaşarır. Ozan susar ve saz da duvara asılır. Havuzlu Kahve'de Emrah'ın sazı ile sesinin şöleni yapılır her akşam. Bütün Sivas'ta ünlenir. Sivas'ı ve Sivaslıları çok sever Emrah. Kişiyi uyanık ve dikkatli yapan bir soğuğu vardır Sivas'ın. Bunu ancak Sivas'ta yaşayanlar bilir. Toksözlü, sabırsızlık göstermeyen, çileleri tadan bu insanlar Sivas'a renk katarlar. Sivas'ta çalıp söyler, söylemesine de Emrah; iyiliğini gördüğü Kastamonulu Alişan Bey'i de hiç unutmaz. Ozandır, er kişidir, kadirşinastır, vefalıdır Emrah:

"Sevdiğim hayal-i vuslatın beni / Diyar-ı gurbette hayran gezdirir / Haşre dek cemal ü firkatin beni / Neş'e-i vaslında giryan gezdirir."

Bir öğlen sonrası ve hava buz gibi insanın içine işleyen kuru bir soğuk var Sivas'ta. Emrah dalgın dalgın Ali Ağa Camii'nin önünden geçerken birden karşıdan gelen çarşaflı bir taze, O'nu dalgınlıktan uzaklaştırır. Sıkma başörtüsünün çevrelediği yüzünde simsiyah iki göz, kor gibi alev alevdir. Bir gölge gibi onu uzaktan uzağa izler. Adı "Mahi" idi. Emrah'ın da içi sızılıydı:

"Yare açtı bağrıma mehpareler Emrah benim / Gelmeseydim kaşki sağlık ile Sivas'a ben."

Sordu öğrendi ki Mahi genç bir dul. Evinin direğini altı ay önce yitirmiş. Mahi, üç aylık evliyken kara yazgısı O'nu çilesiyle başbaşa bırakmıştı. Emrah için aracı olanlara yüz vermiyor, onları donuk, umursamaz hal ve bakışlarla geri yolluyordu. Aşığın has adam, yiğit adam olduğunu söyleseler de Mahi bu anlatılanları kıymete almıyordu. Mahi'nin mahallesinde bu sevda duyuldu. Bir gün Mahi ile Emrah aynı düğündelerdi. Emrah çalıp söylüyordu. Sivas'ın hayat acemisi taze kızlarıysa Mahi'ye bakıp bakıp gülüşüyorlardı. Mahi de elindeki oyalı mendili ısırıp duruyordu. Emrah düğünde öyle bağrı yanık bir hal ile çalıp söylemeye başladı ki, işi Mahi'ye bedduaya kadar vardırdı:

"Sevdiğim Allah'dan budur niyazım/Pervaneler gibi nara düşesin/Dilerim derdine derman olmasın/Şeyda bülbül gibi zara düşesin."

Bir süre sonra durum, Sivas'ın ileri gelenlerinden Hacı Ali Bey'e iletildi. Hacı Ali Bey'e Mahi'nin cevabı: "Mevla yazmışsa benim sözüm mü olur." olunca söz kesildi, nişan ve nikah ile sevda tamam eylendi. Emrah, Mahi'nin sevgi dolu havasında Sivas'ta hayatının en mutlu dönemini yaşadı. Emrah'ta Mahi'sini en esirgenen duygularla çok sevdi. Yıllar geçti ki, Mahi Emrah'ı için soldu, yıprandı. Evden kaçıp gittiği akşamlar olurdu, Mahi sabaha dek uyumaz beklerdi. Kahvelerde çalıp söylerdi, eve geç gelirdi. Gaz lambasının isli aydınlığı ile Mahi'nin gözleri buğulanır, kızarır ve gözyaşlarıyla dolar boşalırdı. Böyle bir gün Emrah evine geçten geç çıkageldi. Mahi sedirin önünde yüzükoyun yere yığılmıştı. "Fıkaranın uykusu gelip sızmış, bizimki de hani adamlık değil" diye içtenlikle sorguladı kendini. Tebessümle yaklaştı, belli belirsiz okşadı, ama Mahi'sinde kımıltı yoktu. Mahi'yi kapaklandığı kilimin üzerinden kaldırmaya çalıştı, başını kaldırıp yüzünü görmek istedi; o canlı, o güzel beden külçeleşmişti. Birden sırtüstü devrildi Emrah. Ağladı için için, ağlaması gittikçe feryada dönüştü.

Evden fırladı gecenin ayazında Sivas sokaklarında bağırmaya başladı. Yadırganacağını biliyordu; ama O, "Mahiii!.., Mahiii!.. diye inliyordu. Feryat figan ediyordu.

Sivas'tan ayrılacağı gün bitkinlik içindeydi. Birden yaşlanmış ve çökmüştü.Umutlarını, sevgilerini, aşkını yitirmişti... Dalgın, solgun, dayanaksız, bitkin ve yalnızdı... Çevresini saran dostlarına son sözünü söylemişti:

"Bize gam yutturdu sahba-yı hicran / Bilmem bu ayrılık gider mi böyle / Ben mi tedbirimde eyledim noksan / Yoksa tecella-yı kader mi böyle?!.."

Perişan mı perişan bir vaziyette; avurtları çökük, gözleri sönük, umudu kırık bir hal ile Niksar'a vardı. Dalları kırılmış, yaprakları dökülmüş kupkuru bir ağaç gibiydi. Burada Emrah Tarikata; Nakşibendi tarikatının Halidiyye koluna girdi. Dünya dileğinden sıyrılırsa, gönlündeki yıkıntıların onarılacağını sanıyordu. Bir süre de olsa bu duygu ve düşüncelerle dünya hayatına tutunmaya çalıştı. Çevresinden saygı ve çekingenlik görüyordu. Eski coşkusundan eser kalmamıştı. Yapayalnız, bakımsız ve ezikti.

Burada yıllar geçti. "Acın kızı" denilen, yaşlı bir kadıncağızla evlendirdiler Erzurumlu Emrah'ı... Evlilikten çok birer sığınaklardı birbirlerine. Artık çatırdayan bir ocak ve bir tas sıcak çorba vardı. Karşılıklı konuşulacak bir insan vardı, dahası insan sıcaklığı vardı...

Yaşlılık omuzlarına binmişti Emrah'ın. Sol böğrüne ağrılar, sızılar dadanmış; bu ağrılar geldiğinde iki büklüm oluyordu. Bir haftalık hastalığından sonra, eline geçen küçük bir ayna ile yüzüne baktı. Çökük gözlerine ürperti ile baktı. Nasıl da kocamıştı... Aynayı savurdu; savrulan ayna duvara çarpıp parçalandı... Asılı sazına uzandı, sesi çatallaşmış ürkütücü bir daralma içindeydi:

"Ey dil feragat kıl hubb ü sevdadan / Kes riştesin aşinaya güvenme / Var bir aşiyan tut mülk-i bekadan / Baki değil bu mekana güvenme."

Kısa bir süre sonra sol böğrüne ağrılar yeniden saplandı. Gözleri iyiden iyiye karardı. Hiçbir şey göremez ve duyamaz oldu. Kucağındaki sazına bir evlat,bir ana, bir sevgili gibi sarıldı. Saz çatırdayıp kırıldı. Erzurumlu Emrah'ımız temelli bağrına gireceği yere yığılmıştı... Odanın her yerine serpilen kırık aynanın parçalarında da, akşamın ölgün ışıkları yansıyıp duruyordu... Erzurumlu Emrah da olsan, Han-Hakan da olsan, mevki makam, mal mülk, saz söz sahibi de olsan her fani gibi göçüp gidiyorsun bu dünyadan...

Giden çoğu canın ahı kalır bu dünyaya...

"Herkes mail oldu süse ziynete / Erenler çekildi künc-i vahdete / Bir ehil gelmiyor sadr-ı devlete / Feyz alacak sahib-himmet kalmadı."

18. yüzyılın sonunda doğup hicri 1271 (1854) yılında ölen Erzurumlu Emrah; Türk Halk Şiirinde, Divan Şiiri etkilerinin en belirgin görüldüğü bir dönemin sanatçısıdır.

Kaynak: "ERZURUMLU EMRAH HAYATI-ŞİİRLERİ" Yazarı ORHAN URAL

* * * * *

Ve öyle bir hayat yaşayınız ki; ne kimse size ah etsin, ne de sizin ahınız kalsın!.. Yaşadığınız hayatı da seviniz ve unutmayınız ki; yaşanmış her hayat en iyi hayattır, yeter ki içinde kötülük olmasın!..

Selam, sevgi ve hürmetlerimle...

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..