Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Esele ve Azral 2

- Çok özledim seni, abla. Neredeydin?

- Şimdi buradayım. Ve söz seni bir daha hiç bırakmayacağım diye yanıtladı onu. Halbuki tutamayacağı sözleri vermek hiç adeti değildi.

- Esele dedi Babası dönüp ona baktığında yüzündeki ciddiyeti görünce telaşlandı;- Bizi korkuttun,evladım. Nerelerdeydin?

- Çok özürdilerim, efendim. İradem dışında bazı olaylar gerçekleşti.Size bunu anlatırım.

- Tamam. Öyleyse gel de şu tulumları dehlize taşımama yardımcı ol.

- Hemen, efendim dedi kucağındaki çocuğu son bir defa daha öptükten sonra yere bıraktı. Annesine yaklaşarak alnından öptü ve tulumlardan ikisini yüklenerek Babasının peşisıra dehlize ilerlemeye başladı. Bu dehliz doğal bir oluşumdu. Giriş oyuğu küçük bir kum tepesinin altındaydı. Oyuğa vahaya geldikleri günün gecesinde denkgelmişti. İçeri girip gezdiğinde soğuk havasının onlara yiyeceklerini ve sularını saklayabilmelerinde yardımcı olacağını düşünmüştü. Nitekim artık şehirdeki kaynaklar ellerinin altında olmayacaktı. Dehlizi Babasına da gösterdikten sonra da evlerini bu dehlizin iki-üç metre yakınına inşa etmişlerdi. Böylece zamanla ve ellerinde bırakılan birkaç milyon paralarıyla yeni düzenlerini kurmuşlardı. Bugün vaha küçük bir çiftliği andırıyordu. İçerisinde bir develeri, iki sağımlık inekleri,bir boğaları, birkaç tavukları,horozları ve iki atları vardı. Tüm bu varlıkları hallerine acıyıp bu miktarı ellerinde bırakan ukman'a borçluydular; -Bir ukman şehirdeki ticaretle, şehrin kendi hazinesindeki para ve mülk ile, şehir ahalisinin malvarlıklarının kayıt ve vergi işleriyle , gerektiğinde ise yargı meseleleriyle ilgilenen kişiydi. Yani şehirdeki en yetkili kişi -... Nitekim şehirden kovulmadan evvel şu an ellerinde olan mülkün iki katına sahiptiler. Şehrin sayılı zenginleri arasındaydılar ve soyluları... Ta ki Esele'nin normal olmayan durumu öğrenilene dek... Ve bugün artık o paradan ellerinde fazla birşey kalmamıştı. Neyse ki Babasının izin dahili günlerde yaptığı ufak tefek işler ve hammallık yüz iki yüz birşeyler geçiriyordu elerine... Gelirin hiç olmadığı zamanlarda ise köşede duran bu paradan mümkün olduğunca az miktarlarda harcama yapıyorlardı. Yine de tamamen tükenmesi bir ayı bulmayacaktı... Su tulumlarını taşıdıktan sonra yemek için eve geçtiklerinde doldurmuşlardı bu düşünceler beynini...

- Kızım iyi misin? Dalgınsın diyen Annesinin sesiyle irkilerek dikkati dağılmıştı.

- İyiyim, anam. Birşeyim yok.

- Hanım, Arkal'ı odasına götür de Esele ile biraz konuşalım dedi bu esnada Babası, sofradan kalkarak köşedeki tahtadan yapılma koltuğa oturmuştu. Annesi kardeşini alıp odaya geçtiğinde o da öncelikle sofrayı toparlamış, Babasının yanına geçerek oturmuştu.

- Ne kadar zaman boyunca kayıp olduğunun farkında olmadığını zannediyorum, Esele. Tavırlarındaki bu rahatlık bunu açıkça belli etmekte...

- Yalnızca bir gece ve yarım gün...

- Düşüncemi haklı çıkarttın, evladım. Bilmiyorsun üç hafta boyunca kayıp olduğunu sen.

- Üç hafta mı! dedi şaşkınlıkla... O denli uzun kalmış olamam o evde dedi içinden bu defa...

- Esele, neredeydin?

- Şehre gittiğiniz gece dönüşünüz gecikince sınıra çıkmıştım. Gelişinizi gözlüyordum.

- Sınıra çıkmaman gerektiğini bilmiyor musun peki,  Esele.

- Sizi merak etmiştim, efendim dedi gözlerini ondan kaçırarak.

- O gece ne oldu, Esele ki üç haftadır yoktun?

- Şey, bir değişim geçirdim sanırım efendim. Ancak buna dair bir iz yok bedenimde... O esnada kendimi kaybetmiş olmalıyım. Kendime geldiğimde - ki siz üç hafta olduğunu söylüyorsunuz- yabancı bir evdeydim. Algım açıldığında orada geçirdiğim süre en fazla yarım saattir, efendim. Hiçbirşey anlatmadım ve oradan derhal uzaklaştım.

- Bu evin bir sahibi olmalı, öyle değil mi?

- Evet, efendim dedi zoraki, bunu sormamasını dilemişti ancak...

- Onu görmüş olmalısın. Üç hafta az bir süre değil, Esele.

- Evet, efendim onu gördüm ancak adını dahi bilmiyorum.

- Esele rica ederim yüzüme bakar mısın, kızım.

- Yemin ediyorum efendim yanlış hiçbirşey olmadı. Bundan eminim.

- Neden tedirgin oluyorsun ki, kızım.

- Ben...

- Esele, bu adamla tanışmam gerekiyor. Eğer bir sakıncası olmayacaksa oraya tekrar gitmeliyiz.

- Lütfen efendim bunun ne gereği var ki dedi bu isteğine tedirginlikle... Adeta kaçarak uzaklaştığı o eve şimdi kendi ayaklarıyla geri dönemezdi. Yabancı bir insanı hayatlarına sokmak istemiyordu. Hakkındaki gerçeği bir kişinin daha öğrenmesini istemiyordu.

- Lütfen,Esele... Tek bir söz daha duymak istemiyorum. Ve bundan böyle artık evden iki kilometre uzaklaşmayacaksın. Şehre gittiğimiz günlerde dışarı adımını atmayacaksın. Annen senin için gerekli her ihtiyacını eve bırakır,anlaşıldı mı?

- Evet, efendim...

- Güzel... Şimdi odana git ve dinlen. Yarın gün doğar doğmaz beraber sözünü ettiğin şu eve gideceğiz. Sakın! dedi konuşmaya yeltenince Esele; - itiraz istemediğimi söylemiştim. Üç hafta,Esele... Düşünebiliyor musun hala?

- Tamam, efendim dedi ve aceleyle odasına geçip yatağına gömüldü. Boğazına dizilen hıçkırıkları daha fazla tutamayacaktı. Hem bu olanlarda onun ne suçu vardı ki? Böyle olmayı o mu istemişti? Düşünceleri doğru olabilirdi,onu koruma içgüdüsünü anlayabilirdi ama bu şekilde davranılmayı haketmiyordu. Burada bu küçücük yerde sıf onun yüzünden kısılı kalmışlar; tüm hayatlarından,zenginliklerinden,mal ve mülklerinden olmuşlardı. Bu hayatı yaşamalarının ağır yükü yeterince canını yakıyorken üzerine bir de bunların yaşanması... Gözlerinden hafifçe süzülen gözyaşlarıyla birlikte sızlayan gözlerini yumdu ve kendini uykuya bıraktı daha fazla düşünmemek için...

 

- Esele,hadi uyan kızım. Baban dışarıda bekliyor seni... Onu sinirlendirme.

- Uyanıyorum,ana dedi yatakta dönerek... Doğruldu gözlerini günışığından zorla açtığında.

- Haydi acele et.

- Tamam dedi yataktan fırlayarak dolabından bir pantolon ve uzun bir tunik alıp giyindi. Telaşla çıkarak evden dışarıda atı Rüzgar'ın sırtında gelişini bekleyen Babasına yetişti. Hemen Aliya'nın sırtına binerek yola koyuldular. Rüzgar ve Aliya atların isimleriydi. Rüzgar Babasına ait siyah,soylu bir attı. Aliya ise ona aitti ve Kavala'nın bozkırlarında rastgelerek eğittiği safkan beyaz bir attı. Ancak onu diğer cinslerinden ayıran birçok niteliğine rağmen en belirgin ve dikkat çeken özelliği alnının ortasındaki siyah yıldız şeklindeki doğum iziydi. Ona daha bir tay iken rastgelmişti Esele... Bozkırda başıboş dolaşıyor ve sürekli kişniyordu. Daha sonra öğrenmişti ki Annesini avcılar öldürmüştü. Daha bir tayken eğitmeye başladığı için Aliya ona çok sadıktı...

Yürüyerek bir saat kadar sürecek yolu at sırtında yarım saatte katedebileceklerdi. Güneş tepeye ulaşmadan o lanet eve ulaşacaklardı. Hiç istemese de mecburdu buna... Babasına asla karşı durmazdı o... Çünkü üzerindeki emeği Annesinden bile fazlaydı. O olmasa bugün kimbilir ne halde olurdu yetenekleri sebebiyle... Aklını yitirebilirdi ya da kötü amaçlar için kullanacaktı. Kim bilebilirdi.

- Esele dedi dalmış kızına sesini duyurabilmek için bağırarak son bir defa daha...

- Buyurun, efendim.

- Bunun gereksiz olduğunu düşündüğünü biliyorum ancak bence bu çok ciddi bir mesele... Seni üç hafta boyunca evinde tutmuş bir adam ki bilincinin de kapalı olduğunu söylemiştin, sen uyuyorken neler yaptığını bilemezsin, değil mi? Endişemi anlamalısın. Bu sebeple o adamı görmeli ve yanlış birşey olmadığına kanaat etmeli ya da fikrimi doğrulamalıyım.

- Sizi anlıyorum, efendim fakat bu öylesine lüzumsuz bir hareket ki inanın ben hiç hoşnut değilim. O beyi de beni de nasıl bir konuma indirgediğinizin farkında değil misiniz? Elbette o üç hafta boyunca bilincim kapalı iken neler yaşandığını ben de bilmeyi isterdim ancak eğer yanlış birşey olmuş olsaydı bunu mutlaka bileceğimi siz de biliyorsunuz ve buna rağmen böyle birşeye kalkışıyorsunuz.

- Haksız değilsin, Esele lakin sözlerin beni engellemeyecek, sen de bunu biliyorsun. Bu adamı tanımak istiyorum.

- Pekala, efendim. Düşüncenize saygılıyım dedi Aliya'nın dizginlerini biraz daha sıkarak hızlandı. Bir süre sonra o önden Babası ardından eve varmışlardı. Atlarından inerek evin altınsarısı bahçe kapısına yönelerek bahçeye girdiler. Az sonra devasa ve epey şatafatlı malikanenin altın varaklarla bezenmiş, demir ve beyaz kapısına geldiklerinde yaşlı adam kapıyı çaldı ve beklemeye koyuldular. Esele onun mimiklerini takip ediyordu. Onu gerçekten anlıyor muydu artık emin değildi. Kapıyı yine o küçük kız açtığında ise onu derhal sesinden tanımıştı. ' Yine mi sen' dedi içinden dikkatini kıza verdiğinde...

 
Toplam blog
: 38
: 43
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Çalışırken denk gelmiştim milliyet blog sayfasına... Burada yazılanlar beni çok cezbetti ve ben d..