Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

02 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

Eşik...

Eşik...
 

Ülkemizde ve dünyada onca sorun yaşanmaktayken kalkıp kelimelerin giysilerinden söz ediyor olmamdan ötürü şaşkınlık duyacaklara şöyle söyleyebilirim: Yaşanan onca sorunun temel kaynağı, kelimelerin anlamlarını yitirmesi değil midir? Bir kelimeyle kırk yıllık dostluğun bitiverdiğini düşününce, kelimelere hangi anlamların yüklendiğinin ışığa çekilip sorgulanmasının başka bir önemi var.

Geçenlerde yapılan Oscar törenlerinde "kanlı elmas" filminin anlattığı kelimeler anlamını bulmamış olacak ki, aktristlerin hâlâ elmaslı giysilerini şen kahkahalarla sergilemelerini ve ardından ödüllendirilmelerini de anlamaya çalışmak anlamsızdır. Sunulanların, ne amaçla bizlere, kulaklarımızdan bilinçaltımıza ısrarla gönderilmeye çalışıldığını anlamak yerine, ağızını açık bırakarak seyre dalan bir toplum yığının geleceğinde çatlakların oluşması kaçınılmazdır. "Ondan daha iyi mi bileceksin" dayatmasına kalkışanın temel dayanağı, yaşamda tutturduğu ve kazanımlarla ödülünü aldığı yaşam biçiminin, tek doğru olduğuna inanmasıdır: Kendi yaşamı, kendi sağlığı, kendi dirliği derken, kendi olup çıkamadığı gibi; çıkar güdülerini, güç elindeyse tüm topluma "doğru" olarak sunması da böylesi toplumlarda olacaktır. Yasaklar, yaşlandıkça artmakta veya sorunlar divan altına süpürmelerle geçiştirilmektedir. Tüm toplumun "sus pus" olması da, tarihin öğrettiğidir. Şöyle söyler tarih: "İlk sen olma, kaybeden de sen olursun".

Tarih deyince; tarih genellemeleri sever, savaş meydanlarını sever, iktidar kavgalarını sever. Arasırada akıl vermeyi sever... Eşikte sallananlarla uğraşmaz, çünkü tarih için tanımlar vardır. Tarih aynı zamanda kabadır. Arasıra "Katerina" saçmalığını anlatıp, sanki çok komikmiş, - ona göre öyledir- herkesin şaşkınlık içinde gülmesini beklediği gibi, arasıra sıkılanları aklınca neşelendirmeyi de sever. Tarih için herkes asık suratlı olmalıdır. Tarihe geçmenin eşiği budur. Tarih kinle ve kavgayla beslenir. Sevgiden hoşlanmaz. Özgürlüğe yakılan ateşleri görür ama güçlüye göre yontarak anlatır. Tarih aynı zamanda savaş meydanlarındaki asker sayılarını 100 binlik guruplarla anlatmayı sever. Herzaman düşman fazladır. Tarih bazı şeyleri anlatmayı sevmez. Eskiden insanların savaş meydanlarında barbarca ellerindeki demir çubukları birbirilerinin kafalarını nasıl nişanlayıp kafalarını patlattıklarını ibret-i alem anlatmak yerine fetihlere atlar. Orta Asya'dan nasıl gelindiğini söyler, ama yolda ne yediler ne içtiler kısmıyla ilgilenmez.

Tarihi yazanlar, yapanlardan şunu öğrenir: Eşiği aşma!

Eşik: Gerçeğin donu.

***

Üç yılan, kışlık uykularını geçirmek için geçen yıldan bıraktıkları inlerine doğru aktılar. Kobra, engerek ve karayılan, uzun süredir dosttular. Başlayan sonbaharla birlikte, üç mevsim hayatlarının belkide en keyifli kısmıydı "kış uykusu". Dış dünyada, onca kavgaların, yaşam savaşlarının süregideceği diğer canlılardan farklıydılar. Kalp atımları yavaşlayarak metabolizmaları gevşer ve ilkbahara zaman kaydırağından ulaşırlardı.

Üç yılan, indeki uyuyacakları köşelerine çekildiler. Engerek kaplan postuna sindi, karayılan keçi postuna, kobra ayı postuna kıvrıldı.

Karayılan:

-Uyumadan önce bir sorum olacak sizlere.

Kobra:

-Geçen kışta bir soru soracağım dedin, tam bir hafta senin yüzünden geç uyuduk. Uyandığımda hala uykum vardı.

Engerek:

-Bırak sorsun. Uykumuzdan uyandırır yoksa. Hadi sor bakalım.

Karayılan:

-Şimdi benim rengim kapkara. Diyelim ki, süt damlasa, iki damla, derime; kirletmiş mi olur rengimi?

Engerek:

-Karanlığın içine sızan bir demet ışık, karanlığı kirletir mi diye soruyorsun anlaşılan.

Karayılan:

-Evet, doğru benzetme.

Engerek:

-Bunu, gündüzleri de karanlık sepetlerde akrabaları olan kobraya sormalı. Ne dersin kobra?

Kobra:

-Siz konuşurken düşünmekteydim. Bir kelimenin elbisesi olur mu? veya olmalı mı diye. Bunu anlattıktan sonra dönerim soruna.

"Arkadaş" kelimesini düşünün örneğin. Arkanız, yani "yar"ınınız, -yar; sırt anlamında- sizi kollayan, yanlızlığınızı paylaşan, güvenilir demekse eğer, bir kız ve bir erkeğin "çıkma" halini uzaktan görüp "arkadaşlar" dendiğinde anlamı derinleşiyor. "Dost" kelimesi için de öyle söylenebilir. İki hemcinsin sıkı dost olması doğal karşılanırken, yasak, karşı cinsle yakınlaşmayı veya onların kullanımıyla "dostuymuş" yüklemesinde, kelimeyi hangi anlamlara kadar getirdiği görülür. Hımm, demekki, yüklenen anlamlara göre her kelimenin bir "eşiği" var. Biz buna giysi demeyelim, "eşik" diyelim. Yazar düşücelerini yazarken; "bir tüm yazının bütünü" bir kelimeye muhtaç, açıp kollarını beklerken, yerine eşiği yüksek, arkasına herşeyi yığabileceğiniz bir kelimeyi seçmesi, sizce onu kahraman mı yapar, korkak mı?

Karayılan:

-Korkak tabi. Diyelim ki, bir eleştiri sağnağının içine temel suçludan birini, ama güçlü birini de alması gerekse, bunu yapar. Güçlü aynı zamanda onun o eşikteki var olma nedeni olacak kadar güçlüdür. Yazarak beslenen bir yazar, elinden alınabilecek kaleminin sonuçlarına hazır değildir hiçbir zaman. Bu bir çeşit bağımlıktır aslında. Her bağımlıda olduğu gibi ödünleri vardır. Bu ödünlerle yaşamak zorundadır. Her kelimenin bir eşiği olduğu gibi herkesinde bir eşiği vardır. Bazıları için tükürük yağmur kıvamındadır, bazısı için alaysı bir söz kavga kıvamındadır.

Engerek:

-Anlayamadığım bir şey oldu. Eşik yüksekteyse iyi midir?

Kobra:

-Hayır, kelimeler ve diğerleri için farklıdır. Eşiği düşük bir kelime, çevreye çok daha fazla savrulur veya daha rahat görülür. Herkes için bir anlamı olmakla birlikte herkesin diline düşebilir. Yüksek eşikli bir kelime yüksek bir baraj gibidir. Arkasında onca suyu tutarken, onca kelimeyi de hapseder.

Engerek:

-Bu durumda yüksek eşikli kelimeler asil duruyor.

Kobra:

-Bak, işte yanıldın. "Korkak kelimelerdir" dedik ya başta.

Karayılan:

-Bir-iki örnek vermek lazım engerek için. Bak şimdi, iki cümle kuracağım. Hayali bir şirket düşün ve şirketin sekreteri yeni sahibine eleştiri yapıyor: "Öyle yalancı ve düzenbaz ki, ne söylediğine inanılır ne de yaptıklarına. Ama şirketin yeni sahibi".

İkinci cümle: "Abartma konusunda biraz ölçüyü kaçırmakta. Üstelik güçlü bir şirketin güven sorunu varken..."

Aslında üçüncü bir cümle daha vardır ki pek sevilir; hiçbirşey söylememek, yorum yapmamak. Sloganı şudur: En güvenli yol gurmeden geçer.

Birinci cümleyi herkes anladığıyla kalmaz; kafalarda imaj bozucu, güven sarsıcı, hatta yıkıcı bir anlatımı vardır. Diğer cümle, sadece anlaması beklenen az sayıdaki kişiye yöneliktir. Yarı güvenlidir.

Engerek:

-Ben şöyle bir anlam çıkardım; halk ağzıyla konuşmak veya yermek, hem daha yıkıcı hem daha etkilidir.

Kobra:

-Tam değil. Ama doğruya yakın.

Karayılan:

-Gelelim benim şu süt damlası meselesinee...

Kobra:

-Şimdi geldik "doğru" kelimesine. Eğer tepeden tırnağa siyahsan ve damlarsa iki damla süt, kirletir. "Doğru", ısrarında devam ederse de kirlenir. Örneğin; "çalışmak kişiyi kötü alışkanlıklardan korur". Çok doğru bir cümledir ama sürekli çalışan birisinin kendine ait hobileri, zamanları olamayacağından, kendisi olmaktan çıkar ve yeni bir kirlenmişliğin içine girer.

Eğrilmiş olanı bir başkası düzeltir.

Bozanların yaptıklarını başkalarının düzletmesindeki temel nedendeki gibi. Bozan kişi de bozmak niyetiyle bir işe girişmez. Doğruları onaylıdır ve doğrudur da. Ama, başka doğrularla ve zamanla çakışırsa, tersine gidiş olacaktır. Doğruda ısrar eden düzeltmesini de yapamayabilir.

Karayılan:

-Her kelimenin bir eşiği olduğu doğru. "Özgürlük" dendiğinde eşiğinin nerede bittiği de önemli oldu şimdi.

Kobra:

-Her kelimenin bir de üst eşiği vardır. Şarkılara konu olabilir, uğruna ölünebilir ama sonsuz değildir.

Engerek:

-Bu durumda "beyaz en temizdir" dersem doğru mu söylemiş olurum?

Kobra:

-Tabiki doğru olmazdı. Beyaz giyinmiş tepeden tırnağa birisi, kirlenme kokusuyla yaşamdan korkucağından, ocağından çıkamaz. Doğrusu şu olmalı: Doğru renkler, doğru yerde bir bütünlük içinde durduğunda en güzelidir. Örneğin, "kırmızı beyaz" gibi.

Engerek:

-İsterseniz bu konuya baharda devam edelim.

Karayılan esneyerek:

-Haklısın, benim de çok uykum geldi.

Kobra:

-Engerek bizden sonra uyu, horluyorsun.

Engerek:

-Hiçde bikerem, ben horlamam.

Karayılan:

-İyi uykular...

Engerek:

-Size de...

Kobra:

-Size de iyi uykular. Uyumadan önce gözlerinizi kapatmayı unutmayın:)

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..