Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Esin geldi esti efil efil...

Esin geldi esti efil efil...
 

Int. Yansıyan ışıl ışıl güneş altında bir çağlayan, bir nehir, sevgi ve güzellikler... huzur...


Sevgili güneş kardeşliğim, “güneş dostum” Sn. Yeşim Buyurgan’ın son bir yazısı var, “iyi” stres enerji veriyor, “hedef yaratmak” gençleştiriyor” başlıklı…Yorum yazıyordum ki… baktım olacak gibi değil… bir sürü şey var demek istediğim… her zamanki gibi :)) Blog yazayım ben en iyisi.

Neden güneş? Aydınlatıyor, aydınlanıyor, aydınlatıyoruz çünkü. Işıl ışıl, sımsıcak, ışık ışık, pırıl pırıl…
Yeşim böyle, ben de öyle de, ben biraz daha alev alev. Evet, ben daha çağlayan sular gibiyim, yine arı, duru, berrak ama şelale… Yeşim’im daha dingin, usul usul, olumlu yatağında akan ırmak gibi… sanki..?? Niye sanki? Tanıdığım, algıladığım kadarıyla çünkü.

Zira bir yazı ortamı burası. Yüzyüze tanışmıyoruz henüz, hakkında bir yığın bilmediklerim de var kuşkusuz, “ bilmediğimi de bilmek” durumundayım! Ve her insan zaten bir dünya… Kolay değildir öyle, bir insanı gerçekten tanımak, anlamak. İş değildir, bir insan hakkında hemen pat diye hüküm vermek, şöyledir demek! İyi okumak gerek, insanı… Evet, aynen öyle, insanı okumak… Sevgiyle, saygıyla, önemseyerek, benimseyerek; “zaman”a da hakettiği fırsatı vererek!

Evet, yazıya gelelim… Aynen katılıyorum yine arkadaşımızın yazısında değindiği her ayrıntıya… sadece biraz daha genişletmek istiyorum, onun da inanıyorum ki olumlulukla karşılayacağı, hatta belki sevineceği, onur duyacağı hissedişiyle, bilinciyle.

Öncelikle belirteyim ki, o 21 kuralı, gerçekten çok doğrudur. Size en zor görünen bir şeyi, bir alışkanlığınızı mesela değiştirmek istiyorsanız, 21 gün boyunca, doğru bellediğiniz ya da hedeflediğiniz o şeyi azimle, sebatla ve istikrarla aynı şekilde bir yapın, deneyin, siz de görün. Bir bakmışsınız, zayıflamışsınız veya uykularınız düzene girmiş vs. vs. gibi…

Ve evet yine, çoğu şeyde olduğu gibi, stresin de iyisi vardır, dinamizm katar yaşama… Coşku verir, hatta iyi/doğru bir şey yapıyorsanız, müthiş bir huzur ve doygunluk verir ruhunuza, barışıklık getirir bilincinize, onur duyarsınız kendinizle, seversiniz kutlarsınız kendinizi ve öğreticidir… Çatışmalar, münakaşalar, münazaralar da işte aynen öyle. Herşey zaten sütliman gideydi, adı "yol", adı yaşam olmazdı. Sorunlar olmasa, insan yeni hiçbir şey zaten bilemez, öğrenemez olurdu.

“Sorun”, soru demektir çünkü. Bilinmeyen veya yanlış bilinen ya da yanlış anlaşılan birşeyler vardır ki ortada, sorun çıkmıştır. Bu kadar net! Ya karşındaki bilmiyordur, ya da sen, veya her ikiniz de… Öğreneceğiz demek ki, bu kadar basit. Soracağız ve anlatacağız ve de sorulara da açık yüreklilikle cevap vereceğiz… yok öyle susmak! Yoksa bilmekte yaya kalırız. Ve bildirtmekte de tabii… demedi demeyin. Yoksa atı alan üsküdarı geçer, birileri de bakakalır öyle.

Ve yine hedef. Amaçlarımız yani… Ulaşmak istediklerimiz, olmak istediklerimiz, erişmek istediklerimiz… belki de düşlerimiz, hayallerimiz. Aslında “isteklerimiz”. Gerçekçi olmalı bir defa önce. Ütopik şeyler kurgulamamak lazım. E o zaman, demek ki… “ne gerçekçidir ne hayali?”, asıl onu bilmek lazım. Yaaa… gel de şimdi çık işin içinden işte, kolaysa… Nasıl yapacağız bu ayrımı, yine bir dolu şeyi bilerek ancak tabii… Yani insanın şu hayatta sürekli öğrenmekten başka, ömrü boyunca sürekli sadece bir “öğrenci” olmaktan başka bir seçeneği yoktur arkadaşlar. Ama kimimiz de, öğrenmeye, bize öğretilmesine karşı dururuz ne hikmetse… yaaa bir de bu da var işte.

Fakat böyle olmasına rağmen yine de hep “ister” insanoğlu. Şu olsun, bu olsun, o da olsun, şöyle olsun, böyle olsun… yoktur insanda isteklerin bir sonu, sınırı. Oysa vardır “sınır”. İnsan ömrüdür sınır. Ve diğerinin/diğer insanların sınırıdır, kendi sınırımız da.

Üstelik sadece şu an vardır… Evet, sadece şu an. 2 dakika sonrasını dahi bilmemekteyizdir. Herşey olabilir, ölüp, ömrümüz noktalanmış olabilir de. Ve yapamadıklarımızla başbaşa kalırız. Onun için ertelememeliyiz de hiçbirşeyi, asla! Düşünmek zorundayızdır işte, her adım atışımızda bunların hepsini… Ne kadar zor değil mi insanın işi? Bakmayın siz, o kadar da zor değildir aslında. Yeter ki gerçekten bilin ve bildiklerinizi içselleştirin. Bilip de bilmezlerden olmayı seçmeyin.

İşte o “seçim” konusudur, insanoğlunu tek müşküle sokan da zaten. Varlıklar içinde sadece “insan”a lutfedilen ve insanı sırf o nedenle yine tüm canlı-cansız varlıklardan ayrı, üstün ve ayrıcalıklı kılan “irade”! Öyle ki, akıl bile irade ile oluşur insanda biliyor muydunuz? Çünkü zeka başka birşeydir, akıl daha başka birşeydir. Onu da yine yeri gelirse, yazarım bir ara.

Ve “Hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır.” demiş, Dr.W.Dwyer. Doğrudur. Üstelik, her tercih de bir vazgeçiştir!!

Bunun da bilincinde olmamız gerekiyor yani. “Keşke” lerimizin olmaması, hatta aksine “iyi ki”lerimizin çoğalması için. Karar vereceğizdir. Yol ayrımlarımızdır, bazan duraklarımızdır, çoğu kez de virajlarımızdır o karar anları ara ara, hatta sık sık hayatımızın. Yanılmamak, yanlış tercihler yapmamak için epey bir düşünmemiz, acele etmememiz gerekir, çünkü “bilerek” karar vermemiz gerekir. Yok yani bilmekten başka çaremiz!

Telaşsız, sakin ama seri!

Ama yetmiyor tabii… “an”ı yaşamak lazım. Zira evet, sadece şu an var çünkü. Geçmiş, geçmiştir artık, adı üstünde geriye dönemeyiz, geçmişi geçmişte bırakacağız, yarın ise daha henüz gelmedi, bugündeyiz ve şu andayız sadece. Yarını da yine ancak bugünden hazırlıyoruz. Ve yine bir atasözünde (amerikalılarınmış ilginç) olduğu gibi, Dün tecrübedir öğren, yarın tahmindir planla, bugün fırsattır, kullan!... Ben de devamını getireyim… kullan ama daima iyiye!! Henüz bilemediğinizde de olumlu ihtimale yatırım yapacaksınız yani… onu da bir ara yazacağım.

Onun için diyorum hep, iyi niyet önemli diye! “Niyet” zaten başlıbaşına önemli… ve “niye”den türer. Önemlidir de çünkü, istek demektir aynı zamanda… İstek olmadıkça asla bir şey başaramayız da, bilemeyiz de. Ve iyi niyet, evet… ne demek? Faydaya yönelik olacak daima… kimsenin zararına olmayacak şekilde!

Ya da daha bir açayım, “kötü/zararlı birşey yapmamış” hiç kimsenin zararına olmayacak şekilde!
Ki, bize bunun geri dönüşü de yine iyi ve fayda yönünde olabilsin. Çünkü etki-tepki diye bir şey vardır ilişkilerde ve ayrıca, “kazanç” ve başarı da ancak öyle mümkün olabiliyor. Yolu böyle, yol böyle… Yol ne? Yol da işin “nasıl” kısmıdır işte. “Ne” leri “niye”leri çözdüm, ben de zaten “nasıl”lardayım artık ve hep de olacağım Allah’ımın izniyle ve ömrüm yettikçe. Zira tüm nasıl’ları çözmek bir tek kişiye mahsus değildir… “ben”den başka “ben”lere ihtiyaç vardır mutlaka!

İnsan-lar ve “ilişkiler” de bunun için vardır zaten. Okumak da, yazmak da bunun için elzemdir. İlişkiler ve iletişim, etkileşim şarttır insanoğlu için… gereklidir ve zorunludur. O nedenle insan “sosyal bir varlıktır” da denir. Çünkü her ilişki hatta iletişim, mutlaka bir şeyler sorgulatır insana. En azından mutlaka bir şeyler düşündürtür, birşeyler hissettirir… Ve insan önce hisseder, sonra dikkatini o yöne çevirir, akabinde merak eder, ister ve düşünür, anlamaya, bilmeye, öğrenmeye çalışır, farkeder, farklı ve farkında olur. İnsan ancak böyle, birşeylerin bilincinde olabilecek, ancak bu şekilde bilebilecek bir varlıktır. Hissedecek ve hissettireceksin, farkedip farkettireceksin ki, işleyişteki akış tetiklenebilsin, bilme süreci başlayabilsin ve sürebilsin.

Ve “gerçek” paylaşım da ancak öyle, ve ancak ondan sonra gerçekleşir, ya da bilme süreci devam ederken, öğrenme ve bilmeyle de birlikte… yan yana.

Güneş kardeşliğim, Yeşim’ciğim, gördün mü bak neler yazmama vesile oldun… Seviyorum seni güzel arkadaşım. Hep yazın işte dostlar, kimbilir hangimizin dediği herhangi bir söz veya yazdığı her hangi bir yazı ya da yaptığı herhangi bir şey, ne yazılara daha vesile olur… Ben, benim birşeyler yazmam için “ben” den başka “ben”liklerin bana vesile olmasını zul addecek olanlardan değilim çok şükür:) Aksine onur duyarım farkedebildiğim için, farkedilebilecek olanı… Ama farkettiklerim de hep böyle değerli yazılar olmayabilir de tabii. Farkeden, değerliyi de farkeder, değersizi de çünkü. Onun için değerli olan için de yazarım, değersiz olan için de, hiç farketmez yani. Zira dopdolu yazılar, değerli/gerekli/ dopdolu insanlar gibi, onlardan çok daha fazla bomboşları da mevcuttur yaşamda, ne yazık ki.

Şimdi ben bu yazıyı hangi kategoriye koyayım..? Aslında felsefe… ama “felsefe”yi seçsem şimdi diyecek ki yine birileri… felsefe değil bu. Oysa ballll gibi felsefe! Bazıları nedense felsefe tarihini hatmekmekle, veya çoğunluğun anlamadığı kelimeler ya da devinimli, dönüşümlü sözcükler kullanmakla kendini filozof sanıyor. Oysa filozofluk o değil, benimki işte… diyeceğim, gene ahkam kesiyor veya kendini beğenmiş olacağım:) Bilin dostlar, filozofluk “asıl gerçeğe”, doğruya aymakla, bilgiye ermekle, insana-hayata-yola epey bir kafa yorup, üzerinde çalışıp, çoğunu da çözmekle alakalı bir şey. Tövbe yarabbim.

İlişkiler’i seçsem? Olmaz diye bir şey yok… ona da uyar. Gündelik yaşam? O da uyar da pek değil gibi de sanki… çünkü hemen hemen her yerdeki, her günkü yaşam şu içerikteki yazdıklarım… hayatın geneline yayılmış bir durum ama pek sıradan da değil ya hani biraz da felsefi… Ve de ilişkileri de kapsadığına göre… Neyse ben İlişkileri seçtim, yine ;)

Ve böyle durumlar da vardır işte hayatta, olmasa olmaz ama, çok da önemli değildir, öyle de olur, böyle de:) Vakit harcamaya ve harcatmaya değmez. Önemli olan, ne önemli ne değil, ne gerekli ne değil, ne yararlı ne değil, asıl bunun da işte ayrımını, seçimi iyi ve doğru yapabilmekte.




Filiz Alev
22.05”11



Not: Sn.Yeşim Buyurgan’ın ilgili bloğu:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=307469 


 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..