Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '22

 
Kategori
Eğitim
 

EŞİTSİZLİKLER PROBLEMİMİZ

Bölgesel farklılıklar, farklılıklar üzerinden psikolojik üstünlükler kurma yarışı bu ülkenin tamiri en büyük problemlerinden birisidir.

Farklılıklar problemi bu problemi kullanmak isteyenlerin köpürttüğü işlerine geldiğinde kültürel farklılık adı altında topluma bir zenginlik gibi sunulduğu durumlar olsa da bu durum birlik, ülkede ortak hars üretemiyorsa bir problem haline gelir. Farklılıklar problemi o kadar çok kullanılan bir özelliktir ki köyden kalkıp şehre giden, direk şehirde bir akrabasını, bir köylüsünü bulamadığı zaman kendini oraya ait hissedemez. Özellikle büyük şehirlerde büyük şehir kültüründen tamamen uzak kendi başlarına yaşayan köyler ortaya çıkmıştır. Köyden kente gidenler ne kentli olabilmişler, köyden ayrıldıkları için tarımsal üretimden kopmuşlardır. Bu tür çoğunluk içinde birbirinden kopuk yaşayan azınlıklar ne modern kentli ne köylü, ne de tam olarak kentli olabilmişlerdir. Kendi dünyaları olan, kendi kendilerinin farkında olmayan aynı zamanda şehir ortamına, şehir yaşantısına uygun mesleki yeterlilikleri olmadığından tam olarak bütünün parçası olmak yerine azınlığın bir parçası olagelmişlerdir.

Kendi küçük dünyalarında adeta onları kültürel olarak pazarlayan, onlara vatandaş hakkını bir farklılık gibi sunan ve bunun üzerinden komisyon olarak ihale, daha fazla imkân, daha fazla maddi değer ve koltuk hakkı elde eden gerçekte modern şehircilik anlayışına uymayan bir komisyonculuk türü ortaya çıkmıştır.

Büyük şehirlere köyünü götüren insanlar, köyden geldikleri için uzunca bir zaman şehir hayatına uyum sağlayamamış, şehir hayatına tam uyum sağladıkları zaman ise bu defa da köye dönüş planları yapmaya başlamışlar, çift-çubuk alışkanlıkları kaybolduğu için, köye dair yeterliliklerini zaman içinde kaybettiklerinden köyde de üretici olamamışlardır. Kendi içinde sürekli göç planları yapan Türk, yazın yaylaya çıkmak ister, biraz parası olsa Ege’ye Akdeniz’e göçmek ister. İstediği yerde bir türlü çevre oluşturamayan insanlar ise bulundukları yerden de kaçmak ister. Ya o hep ötekidir ya da kendisi ötekidir ki bu toplumu yöneten demeyelim de bu toplumu yönetmeye çalışanların kullanacağı en büyük silah da farklılıkları daha da kışkırtmak ve de söz konusu farklılıkları birleştirmek yerine bu farklılıklar her zaman daha da kışkırtılmıştır. Ucuz siyaset peşinde koşanların bunca yıl nasıl doğru dürüst halka bir şey vaat etmeden nasıl iktidarda kaldıklarını ciddi bir şekilde araştıran bir araştırmacının göreceği şey karşılıkların ateşlenerek sürekli öteki yaratılarak toplum kesimlerinin bir ve birlikten ziyade öteki kavramları ile halk kesimlerinin sürekli birbirine düşman edilmesi, kızıştırılması ilkesi yatar dense yeridir. Taraftarlarını doğru şekilde yöneten kişinin doğru olması önemli değildir. Yeter ki başkalarına korku salabilecek kadar gözü kara olsun yeter! Bu gözü ak, gözü kara mevzusu da ayrıca başka bir tiyatrodur ve genellikle tepeler anlaşarak büyük pastayı götürürken küçükler de taraftarlık ödüllerini, zekâları ve işe yararlılıkları mertebesinde alırlar.

Şehirler özellikle büyük şehirler her türlü suçun merkezi haline gelmişlerdir. Örneğin ben 1991 yılında Ankara’ya geldiğimde Emniyet Genel Müdürlüğüne çok yakın bir otoparkın mafya tarafından işletildiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım ki normalde demokrasisi düzgün çalışan, vatandaşları kul olmayan, vatandaşları gerçekte ötekileştirilmeyen ülkelerde böyle bir mevzu söz konusu dahi olamaz. Gerçi aradan geçen otuz yılda Türkiye’de çok değişimler tam oldu derken, söz konusu ötekileştirmenin yarattığı mafyalar son zamanlarda seslerini daha bir gür çıkarır oldular. Birçok sanayileşen şehrin ortak sorunu şehir içinde farklı şehirden gelenlerin çatışmaları ki bu durum bazı yerlerde zaman zaman basına yansımasa da farklı şehirlilerin birbiriyle kitlesel çatışmalarına neden oluyor.

Ötekileştirilen bir insan, insan sıfatından ziyade başka bir şeye dönüştürüyor. Burada tabiri caizse şu sıralar köpek eğitimi yaptıran ve özellikle insanı ısırmak üzere eğitilen köpeklere ne tür eğitim verilmişse insana da gayrı resmi bu eğitim verilmiş oluyor ki karşıtlık duygusu insana doğru dürüst, dost, arkadaş ve hatta sevgili seçme imkânı tanımıyor. Aynı zamanda insanlar ev alırken dahi mahallede kimler yaşar ona göre karar veriyor ki bir şehir sırf ötekilerin yaşadığı mahalle diye binalar aşağı yukarı aynı bina olmasına rağmen üç, beş, belki de yirmi kat fiyata alınıp satılıyor ve tüm bunlar sağlıklı ve demokrasiyle yönetilen ülkelerde normal karşılanıyor. Bu sadece bize özgü bir problem olmamakla beraber 1980 Askeri İhtilalinden sonra iyice etkisene girmeye ant içtiğimiz “Anglo-Sakson” kültürün hâkim olduğu coğrafyalarda en bariz şekilde bir şekli bizde de yaşanmaktadır. Lakin baş başta iken pek sırıtmıyor ve birlik kurmaktan ziyade yüzyıllık planlarını eksiksiz kültürel, teknik, pedagojik şekilde her aşamada tamamlamış olan toplumlara elbette fayda sağlarken, bizim gibi harcı hoşgörü, atalar öğüdü birlik beraberlik olan bizlerde hem iğreti duruyor hem de bir ve tek toplum olma özelliğimizi oluşturma çabalarının boşa çıkmasına sebep oluyor.

Şeytan işini ufacık bir ayrıştırma, ötekileştirme tohumuyla atıyor. Bu tohum öylesine etkili bir tohum ki insanlar ölene kadar gerçek düşmanlarını asla bilmeksizin kendileri gibi sıradan insanları düşmanları olarak algılıyor ki istenen de budur. Gerçek düşman başka nasıl bu kadar mükemmel bir şekilde gizlenebilirdi ki?

Ötekileştirme üzerinden şu anda Türkiye’de insanların doğum yerine yaşadıkları yere göre, gelir seviyelerine göre bir algoritma ile siyasi eğilimleri, hangi partiye oy vereceklerini dahi aşağı yukarı tahmin etmek güç değildir ki bizdeki seçim sonuçları en doğru şekilde nedense Amerika ve İngiltere gibi batı ülkelerince önceden tahmin edilebiliyor. Bu topluma yapılacak en büyük düşmanlık ötekileştirmektir. Gücü, sermayesi, yetişmiş insan sayısı ile bu bölgede (yani Anadolu’da, Medeniyetler Yurdu, İmparatorluklar Mezarlığında) zor olduğu bilinerek gücün bölünmesi parçalanması elbette bölgede yaşayan halk için fayda getirecek bir eylem tarzı olmayacağından bunun bir ihanet adımına işaret olabileceğini düşünmeliyiz.

Ötekileşen ötekileştirilen toplumlar normalde kendilerine mubah görmeyecekleri her şeyi başkalarına mubah görebilirler.

Başka?

 

 

Ötekileştirme sadece yönetim problemimiz değil, adaletli paylaşım, adaletli karar verme mekanizmamızı da sekteye uğratan en büyük problemlerden biridir. İster eğitimli olduğunu sanan kesim olsun isterse eğitim kesim kararlarını önceden güdülendiği yanlışlar üzerinden veriyor ve kararını adalet üzere değil de hemşerim, köylüm, cemaatim, partilim şeklinde veriyor ve karar verirken adalet terazisinin şaşmasına yardımcı oluyorsa ya da adalet terazisini isteyerek yanıltıyorsa yaptığı işten sadece kendisi değil tüm toplum zarar görecek şekilde bu durum tecelli ediyorsa kim doğru bir şey yapıldığı iddiasında bulunabilir ki?

Eğitim ancak tarafsızlık adalet ilkesi sorunsuz çalıştığında mükemmele doğru adım atabilecek ürkek bir ceylandır. Henüz yürüyemeyen bir ceylanı vurmak, öldürmek için yapılacak en doğru şey adalet mekanizmasını doğru çalıştırmamaktır. Yetenekleri görmezden gelerek ötekileştirerek, fırsatlardan yararlanma, herkese eşit olma prensibini çiğnemektir ki ne yazık ki okullara gönderilen ödeneklerden, yardımlara kadar neredeyse her alanda var olan tüm problemleri açığa çıkarsak ki bu durumda adaletten bahsedilemeyeceğini görür ve ikna oluruz lakin derdimiz demokrasi ve çoğunluğun sözleri arasında yok olabilir ki demokrasi çoğunluğun sesinden ziyade yasaların ve doğrunun sesi olduktan sonra çoğunluğun sesidir ki bu bile özünde çelişir çünkü çoğunluğa karşı doğru olmayan ancak gerçekte doğru olan yasa haline getirilen bu yasalar da çoğunluğun marifetiyle değiştirilebilir. Bu durumda Türkiye coğrafyasını vatan olarak düşünenlerle, Türkiye’de sömürge valisi olarak bulunanlar arasındaki farkı algılamak bırakın halkı, eğitimli kesim için dahi anlaşılamayacak kadar karmaşık ise kime ne diyeceğiz?

Normalde insanların hepsine insan, önce insan olarak bakmayı ilke edinmek istedim ve bu kararı verirken de insanların, renklerinin, dinlerinin, dillerinin o kadar da önemli olmadığını anladığım zaman net olarak karar verdim. İnsan her yerde insan. Macar bir kız, Macaristan’da bize tercümanlık yapıyor. İzmir’de okumuş. Türkçeyi ve Türk Kültürünü de sevmiş ama hala diyor ki “siz de gelip bizi işgal ettiniz.” Tarihi bir geçmişi, tarihi bir altyapısı olan bu düşünceyi bir anda değiştirmek mümkün değil tabi. Kızın ekonomik durumu pek iyi değil, öyle ki bizimle yemek yiyor ama kendi payını annem döneri çok sever diye yemeyip paket yaptırıp annesine götürüyor. Yirmi yaş üstü bir genç kız bu, ayağında bez bir spor ayakkabı var ve ayakkabı yanlardan delinmiş neredeyse çorabı görünüyor. Anne öğretmen emeklisi baba mühendis, ağabeyi başka bir işte çalışıyor. O zaman şöyle düşünüyorum bu kız; böyle bir kızcağız hoş erkek de olabilirdi şimdi benim düşmanım mı oluyor? Bu zavallı insan neden benim düşmanım olsun diye düşündüğümü hatırlıyorum, aynı şeyi, aynı durumun benzerlerini Romanya’da, Polonya’da, İsveç’te kısacası Avrupa’nın tüm ülkelerinde yaşadım. Karar verdim ki aslında halklar birbirine düşman değildir. Halklar birbirine karşı en fazla kültürel olarak doldurulmuştur o kadar…

Dünyada kendi karnını doyurmak için ülke, ülke dolaşan insanlar neyin kimin düşmanı olabilirler? Olmazlar demiyorum ama onlar sadece birer araçtır. Amaç sahibinin verdiği görevi gerçekleştirecek araç. Bu araçlarda kullanılan motivasyon şekilleri, din, milliyet, bölge, kültürel kodlar ve elbette eğitim de başlı başına ayrıştırma aracıdır ki başka toplumlar bize karşı bu silahı kullanırken biz başka toplumları örnek almaya çalışıp, onlara benzemek için can atarken, kendi halkımızı birbirine karşı ötekileştiremeyiz. Ötekileştirenlere de iyi gözle bakamayız, bakılamaz.

Herkes, her millet, eğitimli veya eğitimsiz kendi fikri olduğu şeyleri savunur. İddiaları odur ki fikir kendilerinin özgür fikridir!

Gerçekte öyle bir şey yoktur; burada ancak fikirlerimize yön veren düşünce aşamaları, yaşadığımız toplum, toplum içinde yaşadığımız şartlar bize bir takım çıkarımlar sunar. Bilimsellikten uzak toplumlarda akılcılık yerine başka değerler karar verir ama yine de karar, karardır.  Mevzu bir toplumda ötekileştirme temelli ise kesinlikle orada huzur istenmediğinin, orayı istendiği zaman karıştırmak üzere bir çakmak alevi ya da nifak tohumunun yeterli olduğunu eğitimli insanların, hele de bu ülke aydınlarının anlamaması imkânsızdan öte bir şeydir ki ötesini ifade etmek istemiyorum.

Ötekileştirme adalet duygularının rafa kaldırılmasını, yapılan her davranışa bir bahane üretilmesini sağlar ki adalet duyguları aşınan bir toplumda kendini açık olarak bir cepheye ait olarak hissettiğinde artık ondan adaletli bir davranış bekleyemezsiniz. Adaleti inşa etmeye toplum temeline dinamitleri yerleştirmekle kalmaz, var olduğu sürece sürekli bir kavga, hali sürekli kargaşa, sürekli huzursuzluk hali inşa edilmiş olur ki o toplum bırakın bilim üretmeyi kendi kendine ayakta durabilirse bile başarıdır. Biz böyle bir toplumuz…

Ötekileştiren, birbirini yok sayan, düşman sayan, adamdan saymayan bir toplum inşa etmeyi, dinimize, atalardan gelen yazılı sözlü uyarılara, Orhun Yazıtlarından, Kutadgu Bilig’e kadar hemen her yerde birlik beraberlik öğütlenmiş, Mevlana ne olursan ol gel demiş, evrenselci bir bakış ortaya koymuşken Türk Milleti diye bir millet vardı ve şu anda dünyaya nizam, düzen veren, dünyaya ayar veren milletler; İngilizler, Almanlar, Ruslar henüz tarih sahnesine çıkmamışlardı. Nedeni nedir, bu duruma düşmemize sebep nedir? Eğer bunu, bu en önemli sorunumuzu Türk milletinin münevverleri çözmeyecekse, İngiliz, Fransız, Alman ve de Temel bir fıkrada ayaküstü bekleyin ki çözsünler!

Türk olmak, bu topraklarda doğmak, bu toprakların ekmeğini yiyip suyunu içmek, bu ülkeye karşı kendini bilen herkese büyük bir sorumluluk yükler. Aldığı eğitim neticesinde insanın ülkesine hem sorumluluğu hem de bağlılığının artması beklenir. Bu sorumluluk bir maddi bedel karşılığında satılamaz, bir yerlere yükselmek için feda edilemez. Eğitimin sadece olumlu yönleri yok elbette, olumsuz yönlerinden biri de özellikle bu topraklarda eğitimli olmak için mecburi feda edilerek birçok yanlışa da çeşitli insan gruplarımızca imza atıldığını belirtmek zorundayım. Eğitim önemli olmasına rağmen her ülkede eğitimliler ülke kalkınmasına büyük fayda sağlarken bizde devşirme eğitimlilerin, yabancı istihbarat servislerinin finanse eğittiği eğitimlilerin her kesimi resmen içine hapsettiği de bir gerçektir ki bizde eğitim halka daha fazla bağlılık içermesi gerekirken halktan uzaklaşma şeklinde tezahür eder.

Eğitimle insanlarımızı daha fazla sevdirmeli, insanlarımızın birbirine daha fazla saygı duymasını sağlamalı, insanlarımızı birbiriyle barıştırmalı, öteki kilidini açacak anahtarlar üretmeliyiz. Biz durumun farkında eğitimcilerin yapması gereken, üretmesi gereken belki de en önemli üretimlerden biri bu sihirli anahtar olabilir. Bunu biz eğitimciler yapmazsak bilmeliyiz ki hiç kimse yapmayacaktır.

Neden yapsın ki!

Bölgesel farklılıklar ha denince ortadan kalkacak bir durum değildir. Neticede yüzlerce yıllık ihmal edilmişlik olsun denince olacak bir durum değildir. Bunu çözmek imkânsızdan öte bir şeydir. 21. yüzyıl hele de günümüz yaygın anlayışı sadece kazanç ve oy olduğundan oy getirmiyorsa yatırım yok, sonucu değiştirmeye yetmeyenleri başka araçlarla terbiye, olmadı tehdit o da olmazsa tahliye et yöntemi uygulandığı ve sayılı beş on şehre yatırım yapıldığı söz konusu şehirlere taşıma işçi sağlanarak durum kotarıldığı sürece bölgeler arası farklar ortadan kalkmaz.

Bölgesel farklılıkları kısa vadede ortadan kaldırmak mümkün değildir. Kısa vadede farklılıklar sadece, hizmetle ve adaletle giderilebilir. Sağlıklı eğitim ortamlarına ulaşım, sağlık ortamlarına vatandaşların ulaşımı kolaylaştırılırsa bu da bir çabadır. Elbette devletin bu durumu farklılıkları kaldırmak üzere sadece eğitim değil, işe girişlerde kamuya girişlerde adaletli bir sınav, adaletli bir yarış şartları düzenlenmeli, tüm mülakat sınavları da dâhil tüm sınavlar kamera kontrollü ve itiraza açık olmalıdır. Adalet sadece mülkün değil, toplumun devletin temelidir. Bilinmeli ki adalet terazisini bozanlar, bilerek ve isteyerek bozanlar, şeytanın emellerine hizmet eden, sıfatları her ne olursa olsun; devletin temeline dinamit koyan bencil, haris alçaklardır.

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..