Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '10

 
Kategori
Anılar
 

Eski bir Cumhuriyet Bayramı anısı

Eski bir Cumhuriyet Bayramı anısı
 

Sanırım ya ilkokul 3, ya da 4...

Tam hatırlamıyorum. Ancak aynı yılın 23 Nisan'ından sonra 15 günlük bir nekahat dönemim olmuştu onu çok iyi hatırlıyorum. Okulumuzun trampet takımı vardı. Ve ben de takımın idarecisi olarak en önde görevliydim. Trampet çalarken geçişleri, durları, esleri de elimdeki sopalarla arkadaşlarıma duyururdum, onları yönlendirirdim. Birgün bayram hazırlıklarından döndük, nerdeyse tüm sokakları dolaşmış, trampet çalmıştık, arkadaşlarımız arkada yürümüştük yolları. Okulumuzun yanındaki küçük bakkaliyenin önündeki taş duvara oturdum ve kalkamadım bir daha... Neyse ki bir müddet sonra düzeldim. Ama doktor bir daha bana uzun yürüyüşleri yasakladı. Bir de terliyken su içmeyi.

İşte o senenin 29 Ekimiydi.

Törenler yine olacaktı. Acaba ben yer alacak mıydım. Trampet takımını bırakmıştım ne de olsa. Aldı mı beni bir telaş. Hemen öğretmenimin yanına koştum. "Ben görev almak istiyorum" dedim. Törenlere katılmak istiyorum.

Tamam dedi öğretmenim sınıfta duyuracağım, bakarız.

O zaman bir başkaydı bayramlar, bir başkaydı öğretmenler, bir başkaydı biz öğrencilerdeki çoşku.

Bizim sınıftakilerin hemen hemen hepsi de mahalle arkadaşımızdı. Okul dönüşü mahallede de birlikteydik. Annelerimiz arkadaş, babalarımız komşu, onların babaları, anneleri de bize komşu anne, komşu babaydı.

Sabahçıydık biz. Bir sabah sınıfa girdiğimizde, Öğretmenimiz "günaydın çocuklar " dedi "günaydın öğretmenim" .

Çocuklar, önümüzde Cumhuriyet Bayramı kutlamaları var, kıyafetle katılmak isteyenler için... Damat var, Gelin var, köylü kızı var, Nene Hatun var, efe var. Bayrak var, asker var.

Kim ne olmak istiyor bana yarın bildirsin, annenizle, babanızla konuşun bu akşam evde, olur mu çocuklar, geçen seneden kıyafetleri olanlar onları giyebilir. Asker olmak isteyenlerin kıyafetlerini okul temin edecek. Ama sayılıdır ona göre, her olmak isteyeni asker yapamayacağız maalesef... Hadi bakalım şimdi dersimize geçelim.

Dersimiz Cumhuriyet. Ve öğretmenimiz Cumhuriyetin ne demek olduğunu, bu yolda Ata'mızın neler yaptığını, halkıyla birlikte neleri göğüslediğini ve ona sahip çıkmamız gerektiğini bir güzel anlattı. Cumhuriyet Özgürlük'tür çocuklar dedi en sonunda da. Özgürlüğümüzün kıymetini bilelim.

Ertesi gün oldu, herkes en sevdiği arkadaşının kulağına bayramda ne olacağını fısıldıyordu. Kimseye duyurmadan. Çocukluk işte.

Öğretmen sınıfa girdi,

10 tane asker lazım dedi. "Benim öğretmenim, benim öğretmenim".. . En az 20 parmak havadaydı. Sınıfın bütün erkek çocukları nerdeyse.

Öğretmenimiz arkadaşlarımızdan biraz irice olanları seçti. Baran da vardı aralarında, en önde, en çok asker olmayı isteyen oydu.

Haydi bakalım dedi, bayrak kim olacak.

"Ben" dedi Sabriye, ben olamak istiyorum öğretmenim. Benim kırmızı bir elbisem var. Annem dikmişti. Yakalarında da beyaz sutaşları, kat, kat bir görseniz öyle güzel ki. Hem benim ailem bana başka kıyafet alamaz bu sene için... Tamam dedi öğretmenimiz yarın getir de bakalım.

Efe olmak isteyenler, köylü kızı olmak isteyenler hepsi isimlerini yazdırdılar.

Ben de Nene Hatun olmak istiyorum öğretmenim dedim. Nene Hatun olabilir miyim? Köylü kızı elbisesi lazım ama dedi. Tamam öğretmenim benim var, Folklor grubundayım ya dedim... Nene Hatun sen olacaksın o zaman dedi öğretmen, o kadar sevindim ki anlatamam.

Bedriye de ablasının düğünü için yerlere kadar bir kıyafet diktirmişti bu yaz, tıpkı gelin gibi bembeyaz. Ben de gelin olayım öğretmenim dedi.

Öğretmenimizin listesi tamamdı. Herşey bir şekilde ayarlanmıştı.

O gün mahalleye güle oynaya döndük... O kadar sevinçliydik ki, kahkahalarımızı duyan camlara çıkıyordu.

Bizim mahallemiz genelde göçmenlerin oturduğu bir mahalleydi. Zamanla Karadeniz'liler, Malatya'lılar, Sivaslı'lar, Erzurum'lular, Balıkesir'liler de gelmiş, kimi ev almış, kimi de kiracı olmuştu mahallemize.

Emel'ler Çerkezdi, Sabriye'ler Erzurumlu, Baran'lar Diyarbakır'dan göçmüşlerdi. Yurdanur Sivaslı. Ben ve Bedriye göçmendik. Cevriye'ler de Trakya'dan.

Baran'ın annesi Fidan hanım teyze anneme saçta yufka yapmasını öğretirdi. Erzurumdan peynir getirirdi Güllü teyze gelirken. Cevriye'nin babası Husnü amca düğünlere giderdi, çalgıcıydı. Fadime abla da fındık taşırdı bizlere her yaz köye gittiğinde. Tüm mahallenin çocukları onun fındıkları ile yazı geçirirdik.

29 Ekim günü geldi çattı. Baran o kadar heyecanlıydı ki, boyu kısaydı. Onun asker kıyafeti zar, zor uydurulmuştu. Biraz neşesi kaçmıştı son günlerde ama, keyfi sonunda yerine gelmişti işte.

Ben köylü kızı kıyafetlerimi giymiştim. Bir kaç gün önceden büyükçe bir mermi yap demişti öğretmenim. Bir tabaka beyaz mukavvayı kıvırarak silindir şekline getirmiş, ucuna sivri koni biçimini vermiştik başka bir mukavva parçasıyla. Üstünü de kahverengi, siyah sulu boyaları karıştırıp boyamıştık babamla birlikte.

29 Ekim sabahıydı, çok heyecanlıydım. Annem, babam kardeşlerim hep beraber hazırlanmıştık, erkenden. Benim ve kardeşlerimin elinde bayraklar düşmüştük okul yoluna . Mahallemizden geçerken bize katılan anneler babalar çocuklar oldu. Hepimizin ellerinde bayraklarımız...

Okul avlusu hınca hınç doluydu. Öğrenciler sıraya girmiş, anne babalarımız arkalarda bizleri izliyordu. Ben yine her zamanki gibi çıktım Bayrak ile örtülü kürsüye. "Andımız" ı okudum tüm okulla birlikte. Kürsüde Atatürk büstü de vardı. Bir de mikrofon. Sonra müzük öğretmenimiz geldi, ben indim kürsüden. "Hazırrr " dedi, iki eli de havada. "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak." Okulun avlusu inliyordu.

Bulunduğumuz semtin meydanında tören yapılırdı her resmi bayramlarda. Törene gidecek öğrencileri hazırladı başındaki öğretmenleri. Okul idaresinin yazdırıp sopalara taktığı pankartlar çıkmıştı ortaya. Öğretmenlerin seçtiği öğrenciler o pankartları aldılar sırasıyla. Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Öğün Çalış Güven, Atam İzindeyiz...

Herkes o kadar heyecanlıydı ki.

En önde 5. sınıflardan oldukça uzun bir erkek öğrenci, Türk bayrağını taşıyordu. Bayrağı beline bağladığı meşin kuşağa geçirdi, kaldırdı yukarıya. O kadar güzel dalgalandı ki....

Arkasında, Atatürk fotografı taşıyordu yan sınıftan bir arkadaşımız.

Üstünde siyah önlüğü vardı her ikisinin de.

Baran asker kıyafetiyle onların arkasında yer alıyordu. Elindeki parkartta " Ne mutlu Türküm Diyene" yazmaktaydı.

Onun arkasında Sabriye, kırmızı elbisesiyle bayrak olmuştu. Yanında Bedriye Bembeyaz gelin kıyafeti ile öyle güzel görünüyorlardı ki.

Hemen sonra da trampet takımımız... Yeri göğü inletiyordu.

Onların arkasında tüm sınıflardan ayrılmış, enaz 50 kadar asker... Hepsi bizim arkadaşlarımızdı.

Efeler, köylü kızları, papatyalar, gelincikler, önlüklü öğrenciler, başlarında öğretmenleriyle koyulmuştuk yollara.

Öğretmenim, beni kenara çekti. Sen bekle dedi. Aldı mı beni bir korku.

Beni kalabalığı yararak okulun avlusundan çıkardı öğretmenim. Dışarıda bir askeri jip bekliyordu. Sen buna bineceksin dedi, mermiyi omuzlarına alacaksın, hiç düşürmek yok ona göre, Nene Hatun'sun sen, Ata'na mermi taşıyorsun, cepheye. Hep ayaktasın, oturma sakın.

Tamam öğretmenim dedim, tamam hiç düşürmem, oturmam da...

Tören alanına vardığımızda sağlı, sollu geçtiğimiz yollar bayraklar elinde annelerimiz, amcalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz ile doluydu.

Ve biz onlara gülümseyerek ilerlerken onlar alkışlıyorlardı.

Önde Türk bayragı, arkasında Ata'mızın resmi...

Ve Baran'ın elinde "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" pankartı.

Ben askeri jipte, askerlerden sonraki sıradaydım. Mermi taşıyordum cepheye, Ata'ma.

Ne güzel bayramlardı onlar, çoşkulu, hissederek, yürekten anarak, hep beraber tek yürek olarak kutladığımız..

Ne güzeldi....

26.10.2010

 
Toplam blog
: 2
: 3717
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Camın arkasından bakıyordum ne zamandır gelemiyordum yanınıza, dedim ki benim de yazacaklarım var..