Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '10

 
Kategori
Eğitim
 

Eski bir öğretmenin anıları

ESKİ BİR ÖĞRETMENİN ANILARI (1908-1940)

Yazarı: Süleyman Edip Balkır

Yazar Süleyman Edip Balkır, tarih kitaplarıyla ilgili toplantılara katılıyor ve bu toplantıların erken bittiği ya da iptal edildiği zamanlarda Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nde şube müdürü olarak çalışan arkadaşı Fuat Baymur’a uğrar. Yine böyle günlerden birinde, ona uğrar ve biraz sohbet ettikten sonra, Fuat Baymur yazarı İsmail Hakkı Tonguç’la tanıştıracağını, onunla çekinmeden güven içinde konuşabileceğini söyler. Tonguç’la tanışınca, gerçekten onun sıcaklığını ve samimiyetini hisseder ve Tonguç ölene kadar “dünyasına anlam getirdiğini” söylediği bir arkadaşlık başlar.

Bu ülkeye malını, canını vermiş, çok çile çekmiş köylüyü uyandırmak, canlandırmak için ne yapılmalı? 40 bin köy içinde 16 bininin nüfusu 150’nin altında. 16 bininin de 150-400 arası. Bunların içinde, 3-5 evden kurulanı da, 80 evden oluşanı da vardır. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir de kalabalık köylere bile öğretmen gönderilememiştir. Şehir ve köy için gerekli olan öğretmenin yetişmesi için de yüz yıl gibi bir sürenin geçmesi gerekmektedir. Ayrıca, bu öğretmenleri yetiştirecek okullara harcanacak ödenek, öğretmenlere verilecek maaş nerden sağlanacaktır? Diğer sorun ise; şehirde yaşamış, bu standartlara alışık öğretmenler; suyu, yolu olmayan dağ başındaki köylerde yapamamakta ve geri dönmektedirler. İşte bu nedenler, köyü bilen bu özelliklere uygun, yaygın, hızlı, ucuz bir tutumu zorunlu kılar.

Şark çocuğu olan dönemin Maarif Vekili Saffet Arıkan, Mecliste söz arasında Atatürk’e hitaben “Elimde para var ama eleman yok, ” diyerek derdini anlatır. Atatürk de, sanki bu soruyu bekler gibi cevap verir: “Cumhuriyet sonrası, ordunun yetiştirdiği çavuşların aralarından sivrilmiş, gözü açık olanları kısa süreli kurslardan geçirerek, bunlar istifadeli eleman haline getirebilir ve onlara eğitmen adı verirsiniz.” Arıkan ve arkadaşları bu sözler üzerine Atatürk’ün elini öperler. İşte “eğitmen” fikri böyle başlar.

Saffet Arıkan, Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bahçesinde İş Şubesi öğrencileriyle, Tonguç’u küçük bir ev kurmaya çalışırken görür. Güler yüzle ne yaptıklarını sorar. Tonguç da, İş Öğretmenlerini iş içinde çalıştırarak; çizimlerini, ameleliğini, ustalığını kendilerine yaptırtarak, bir ev yapmaya çalıştıklarını, anlatır. Bakan bundan çok memnun olur ve oradan ayrılır.

Hemen arkasından Tonguç’u makamına çağırır. Eğitim hakkında genel bir sohbetten sonra İlköğretim İşleriyle ilgili fikirlerini sorar. Tonguç da, bunları rapor olarak bildirmesinin daha doğru olduğunu söyler. Bakan, hazırlanıp verilen raporu okuyup, Tonguç’u hemen çağırır ve ona İlköğretim Umum Müdürü olarak kendisiyle çalışmasını teklif eder. Tonguç bunu hemen kabul etmez. Vekil olarak başlayıp, başarılı olursa kalacağını, olamazsa da ayrılmasının daha kolay olacağını söyler. Anlaştıktan sonra Atatürk’ün önerisini ona söyleyip fikrini sorar.

Tonguç ise incelemeden bir şey söylemesinin doğru olmayacağını belirtir. İşi uzatmadan, hemen araştırmaya başlar ve Orta Anadolu köylerine gider. İlk önce yoklamalar yapar. Askerlikte onbaşılık çavuşluk etmiş köylüler arasından, bu işe istekli olan var mı, diye soruşturur. Köylülerden hiç ses çıkmaz. Sonra bu kişilere hükümetin tohum, fidan vereceğini; aylık bağlayacağını, köyde söz sahibi olacaklarını ve bunun gibi birçok çıkarlar sağlayacağını söyleyince, bir uyanma, bir ilgi başlar.

Sıra uygun adayı bulmaya gelir. Tonguç yanında getirdiği gerekli araç gereçle, okulu olan bir köyün, ikinci sınıfa giden çocuklarını toplar. Başlarına da askerde onbaşılık yapmış genç bir köylüyü koyar. Tabi önce köylüye okuyacağı okuma parçasını iyice tekrarlatır ve neler yapacağını anlatır. Ders başlar. Önce çocukların merakını uyandırmak için birkaç soru sorar. Sonra parçayı rahatça okur. Kendine söylenenleri aynen yapar. Sıra çocuklara parçayı okutmaya ve anlattırmaya gelir ama çocuklarda çıt yok. Birkaç kez daha yineler. Yine ses yok. Hızla dönüp masaya yumruğunu indirir ve adıyla seslenerek bir çocuğa, “Sen oku!” der. Çocuk tıkır tıkır parçayı okur.

İkinci denemede de, başka bir köyde, yaşlı bir köylü, kendisini bu görev için öne atar. Okul olmadığı için çocukları köy kahvesinin yanında kurduğu masalara oturtur. Kendisine verilen savaş konulu parçayı ele alması gerektiğinden, çocuklarla konuşmaya başlar ve “Siz hiç savaş nedir bilir misiniz? Annenizden, babanızdan duydunuz mu? Savaş göze göz dişe diş düşmanla gırtlaklaşmak demek, ” der. Arkasından, yarısı olmayan kolunu açıp, gösterir ve savaşta nasıl koptuğunu, arkadaşının nasıl parçalandığını anlatır ve asıl dersi verir: “Uyanın, kendinize gelin, vatanınızı iyi koruyun, bedavaya kalmadı bu yurt, ne kanlar, canlar verildi uğrunda, ” der.

Bu olay, Tonguç’u çok duygulandırır ve çok etkiler. İstediklerini alan Tonguç; Kayseri, Eskişehir, Çorum, Yozgat köylerinde yaptığı araştırmaları Saffet Arıkan’a ayrıntılarıyla anlatır ve “eğitmen” fikrinin faydalı olacağını ve Tarım Bakanlığıyla ortak bir proje hazırlanmasını teklif eder. Arıkan bakanlıkla konuşup görüşür ve tarımla uygun bir yer olduğu hesaba katılarak, Eskişehir-Mahmudiye uygun bulunur.

Ankara köylerinde askerliğini bitirmiş, açıkgöz ve çevresinde tanınanlar arasından seçilenler 1936 yılının Temmuz ayında Eskişehir’e yollanır. Kültür ve tarımla ilgili özel programla, işleterek, yaparak uygulanan dört aylık kurs başarılı olur. Bu eğitmen adayları Bakanlar Kurulu’nun ve yurdun önde gelen yazarlarının, birçok eğitimcinin önünde başarıyla sınavdan geçer ve öylece köylere yollanırlar.

Kurs daha iyi duruma getirilmek için yedi aya uzatılır ve yaygınlaştırılmadan önce iki-üç yerde daha açılması kararlaştırılır. Yeni uygulamacı olarak da Ferit Oğuz Bayır ile yazar Süleyman Edip Balkır düşünülür. Yeni görevlerine hazırlık amacıyla, eğitmen adaylarını iş başında görmeleri için onları köylere gönderirler. İlk gittikleri köyün sokakları tertemizdir. Boş bir oda derslik olarak kullanılmakta, eğitmen kendi yaptığı sıralarda ders yaptırmaktadır.

Boncuk köyünde ise okul binası köyün bütün çocuklarını almamakta, okula giremeyen çocuklar ağlamaktadır. Yazar ve arkadaşı, çocukları boy sırasına dizer. Büyükleri okula gönderip, küçükleri de yeni okul sözüyle eve gönderirler.

İlyakut köyünde, eğitmen çitsiz olan bahçesini, hayvanlar telef eder, diye bahçede sabah çocukları okutur, sonra da fidan dikmeye başlar. Bu işte, köylünün yarısı da yanında bulunur. Başka bir köyde ise, eğitmen 36 çocuktan 34’nü okutmayı başarır. İkisine de zorla okumayı öğreteceğini söyler. Bu gözlemlerden sonra Tonguç; yazar ve arkadaşını Mahmudiye’ye gönderir. Yanına Afyon’dan bir müfettiş vereceğini, diğerini de yazarın bulmasını ister.

Mahmudiye hakkında olumsuz şeyler duysalar da, bunu umursamayan yazar ve arkadaşları yola çıkarlar. Tarım Bakanlığıyla ortaklaşa uygulanan bu proje için, Çifteler harasının barınaklarına yerleşirler. Adayların yiyecek, giyecek giderleri; tarım çalışmaları için her türlü araç gereçleri Bakanlık tarafından karşılanır. Eğitim işlerinden yazar ve arkadaşları; tarım işlerinden de Tarım Bakanlığı tarafından gönderilen, Avrupa’da araştırma yapmış uzmanlar sorumludur. Adaylar geldikten sonra vakit geçirmeden eğitime başlanır, ay sonunda da yapılan bilgi yoklamalarında eksiği olanlar tamamlanır. Bu derslerin yanında rahatlamak için haranın yakınında bir lokal oluşturulur. Buraya tavla, satranç, kağıt, dama alırlar ve hafta sonlarında da isteyenler kafaları çekerler.

Yazar eve döndüğünde karısı da bir teklif sunar. Teklifinde; köylü kadın ve kızlara dikiş nakış öğretebileceğini söyler. Bu teklife çok sevinen yazar, gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra, bunu hemen muhtara söyler ve bunun duyurulmasını ister. Fakat ilk başta kursa hiç kimse gelmez. Muhtar araştırınca, bu kursun paralı olduğunun zannedildiğini, hem de gerekli araç gereçleri alamayacak kadar fukaralığın olduğunu anlar. Kadınlar için gerekli şeyler temin edilince, 35 kişilik bir sınıf oluşturulur ve bu dersleri anlayacak kadar okuma yazma öğretilir. Bu kurs sonunda yapılan sergiyi Ankara’dan inceleme için gelen yetkililer de görüp hayran kalırlar.

Kursların çoğaltılması gerektiğinden dolayı, Tarım Bakanlığı Kastamonu-Gölköy için bir proje gönderir. Burayı görmek için Tonguç, yazar ve Tarım Bakanlığı’nın Köycülük Şubesi Müdürü eski öğretmen Raşit Saraçoğlu yola çıkarlar. Buraya gelince Vali Avni Doğan’ın yanına giderler. Gerekli izinleri aldıktan sonra, eldeki projede 700 kişiyi barındıracak eski Ziraat Mektebi ile Şeyh Ziya Efendinin köşkünü incelemeye giderler. Gittiklerinde, kağıt üstünde 700 kişiyi barındıracak bu yerin harap halde olduğunu görürler.

Burada yol yoktur, su yoktur, yatacak yer yoktur ama vazgeçmek de istemezler. Geriye tek çare çadır kalır o şartlarda. Kızılay’la görüşüldükten sonra çadırlar gönderilir. Tonguç ve Saraçoğlu döndükten sonra, iş başa düşer. Maarif Müdürü Muharrem Celal Bey yardımıyla, esnaftan peşin fiyatına veresiye olarak, kurs için ne gerekiyorsa alırlar. Gelen eğitmen adaylarıyla, çamur içindeki kursun yapılacağı yeri kuruturlar, yolu yaparlar. Daha sonra Bayındırlık’tan gelen mühendisleri, adeta hayrete düşürecek bir bulvara çevirirler.

Su sorunu için yakındaki bir kuyuyu açıp kullanırlar. Böylece suyun yetmeyeceği endişesi de kalmaz. Çünkü bu kuyu onları rahatlıkla idare eder. Yemekhane, tuvaletler, banyolar, lavabolar yaparlar. Tarım Bakanlığı uzmanları ve eğitmen adaylarıyla her şeyi yaparlar. İnşaatta kullanılacak tuğlaları ve tuğlaları pişirecek fırını da yaparlar. Bunların dışında, marangozluk işlerini, her şeyi, kendi elleriyle yaparlar. Bunlara, yazı tahtası, masa, dolap, bayrak direği, örnek gösterilebilir. Ayrıca, ev için, okul için akla gelen her türlü eşya da yapılan işler arasındadır.

Tabi olumsuz şeyler de olur. Eğitmen adaylarından bazıları, kendilerine amelelik yaptırıldığını, kendi köylerinde olsa, -en azından- bunlarla çocuklarını, ailelerini geçindirebileceklerini söylerler. Bu arada iki kişi kurstan kaçar. Bu kişileri jandarmaya yakalatırlar. Diğerlerine de hükümetle anlaşma yaptıklarını, vazgeçemeyeceklerini, eğitmen olacaklarını, yurda nasıl faydalı olacaklarını, anlatırlar. Zaman geçirmeden onlara güven vermek için defter, kitap, tebeşir alırlar ve böylece eğitim kısmı da başlatılır.

Kültür dersleri olarak; Türkçe (yazı, imla, okuma), aritmetik, geometri, sağlık bilgisi, Türk ulusunun geçmişine dair bilgiler, köyle ilgili sosyal, siyasal, ekonomik bilgiler, okutulur. Yoğun bir eğitim ve çalışmanın stresini atmak için hafta sonları çadırların avlusunda eğlenceler düzenlenir. Kurs döneminin ortalarında, eğitmen adaylarını köylerine gönderirler.

Adayların biri köyüne gittiğinde, köylünün biri ona neler yaptığını sorar. O da, ellerindeki nasırları gösterir ve öğrendiklerini anlatır. Köyde hasta olan mandayı öğrenince, gidip bakar. Biraz zeytinyağı ve İngiliz tuzunu karıştırıp hayvana verir. Biraz sonra hayvanın rahatladığını gören köylüler, adaya övgüler yağdırırlar ve okul için hemen hazırlığa başlayacaklarını, kursu çabuk bitirip gelmesini, köyün ona ihtiyacı olduğunu söylerler.

Diğer bir aday ise, köye gittiğinde amcayla yeğenin miras yüzünden mahkemelik olduğunu görür. Muhtarın bundan çıkar sağlamak için işi karıştığını anlayınca, muhtarı eğitmen kursundaki yetkililere şikayetle tehdit eder ve bunun üzerine mahkemeye gitmeden aralarında anlaşma sağlayarak işi tatlıya bağlar. Ayrıca, köyde hayvanların şap olduğunu öğrenince, gidip bakar ve öküzün ayaklarını yıkayıp su içinde göztaşını eriterek hayvanın ayaklarını sarar. Bir hafta içinde hastalık kalmaz.

Bir başka aday ise, köylerinde muhtar seçimi yapılacağını, ama yaşlıların kendi kafalarında yaşlı birini muhtar yapmaya niyetli olduğunu görür. Bu işin böyle olmayacağını, oyla seçim yapılması gerektiğini söyler ve açıkça konuşulmayan, ama çoğunluğun istediği askerden yeni gelmiş, bu iş için istekli olan gencin oy alarak muhtar olmasına yardım eder. Gençler eğitmen adayını uğurlarken, “Çabuk dön, yoluna bakıyoruz, ” derler. Böylece, köylerinde başardıkları ve köylünün gösterdiği ilgi, eğitmen adaylarının özgüvenlerini arttırmış olur.

Tonguç Kastamonu’daki görevini tamamlayarak, İstanbul’a müfettişlik görevine geri dönen yazarı, Kastamonu’yu ziyaret edecek olan Cumhurbaşkanı İnönü’yü bilgilendirmesi için görevlendirir. Apar topar Kastamonu’ya giden Süleyman Edip, kursta gerekli hazırlıkları yapar. İnönü gelince eğitmen kursuyla ilgili her şeyi en ince ayrıntılarıyla anlatır. İnönü merak ettiklerini sorup, tatmin edici cevaplar aldıktan sonra, bayan eğitmen adaylarıyla, köyü evin içinden kavramak gerektiğini söyler. Ertesi gün Vali Avni Doğan yazarı çağırıp, herkesin önünde İnönü adına Süleyman Edip’i tebrik edip, kucaklar.

Kastamonu-Gölköy ikinci dönem eğitmen kursunda yeniden müdürlüğe başlayan yazar, Süleyman Edip Balkır yeniden işe başlar ama bu sefer her şey, geçen dönemden hazır durumdadır. Yeni gelen eğitmen adaylarıyla eğitime başlarlar. Yapılması gereken tek işleri, yaptıkları yapının benzerini yapmaktır. Ama bunun için gerekli yer bulamazlar. Yine imdada yetişen Vali Avni Doğan, Özel İdare Müdürlüğüne ait yakınlardaki bir araziyi gerekli izinleri alarak, kursun hizmetine verir. Eğitmen adaylarıyla, uzman öğretmenlerin de yardımlarıyla, ilkinden çok daha güzel bir yapı ortaya çıkarırlar.

Kurs devam ederken birçok kişi burayı ziyarete gelir. Eğitmenlerin babası olarak tanımladığı İsmail Hakkı Baltacıoğlu kursu ziyaret eder. Yazar ona düşüncelerini sorduğunda, hayranlığının aptallık derecesine vardığını söyler. Diğer bir ziyaretçi Hayrullah Örs, o da kursa hayran kalır ve yaptıklarını diğer kurslarla paylaşıp fikir alışverişinde bulunmasının faydalı olacağını söyler. Bunun gibi birçok olumlu fikirlerin yanında, eğitmen işinin saçmalık olduğunu düşünen kişiler de çıkar.

Eğitmenlerin yetiştirilmesi işine 1937’de başlanır. Eğer bu engellenmese duraklatılmasa, 30 yıl sonra 20.000 eğitmen yetiştirilmiş olacak, böylece fakir köyler aydınlanacak, uyanacaktı. Ama istenilen sonuca ulaşılamamış ne yazık ki!

Yazar Süleyman Edip Kastamonu kurs günlerinde, 1939 Temmuzda yapılacak Birinci Maarif Şurasına çağrılır. Ankara’ya gittiğinde bilgi almak için Tonguç’a uğrar. Biraz sohbet ettikten sonra Tonguç Ferit Oğuz’dan hazırlanan raporu, Süleyman Edip’e vermesini ister. Yazardan bunu iyice incelemesini ister ve akşam yemeğine evine davet eder. Akşam Tonguç’un evinde bu rapor üzerine konuşmaya başlarlar. Tonguç rapordaki Köy Enstitüsü fikrini sorar yazara. O da aklında oluşan soru işaretlerini anlatır, cevaplar ister. Tonguç, Köy Enstitüleriyle, köy için gerekli olan meslek erbabının bu okullarda yetişeceğini, köy için çok önem taşıyan öğretmenin yanında tarımcı, kooperatifçi, yönetici, sağlıkçının da burada yetişeceğini anlatır.

Şura için gündeme göre sekiz komisyon kurulur:

1-Plan komisyonu,

2-İlköğretim komisyonu,

3-Ortaöğretim komisyonu,

4-Teknik öğretim komisyonu,

5-Yükseköğretim komisyonu,

6-Neşriyat komisyonu,

7-Beden terbiyesi ve spor komisyonu,

8-Dilekler komisyonu.

Süleyman Edip Balkır’ı ilköğretim komisyonuna verirler. Burada ilköğretimle ilgili yönetmelikler, ilkokul müfredat programı incelenecek; bir öğretmen tarafından idare edilen üç sınıflı köy okullarında sınıfların beşe çıkarılması konusu ele alınacak; ilköğretim için gelir kaynakları araştırılacaktır.

Birinci Maarif Şurasında komisyonların hazırlayıp verdiği raporlar üstüne toplanan Genel Kurul, inceleme ve tartışmalarını yapar ve gereken kararları alarak dağılır. 27 Temmuz 1939’da Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Maarif Şurası üyeleri ve eşleri onuruna kabul töreni yapılır. Törende İnönü, yapılan toplantıları dikkatle izlediğini; eğitim ailesi üyelerinin yüksek değerlerini, sevgi ve bağlılıklarını takdirle karşıladığını ve her zaman yardımcı olmak istediklerini söyleyerek konuşmasını bitirir. Köşkün memurlarından birisi gelip Süleyman Edip Balkır’ı, İnönü’nün yanına davet ettiğini söyler. Yazar, Fethi Okyar ve Faik Öztrak ile oturan İnönü’nün yanına gider. İnönü yazardan, Milli Eğitime bağlı biri gibi değil de tarafsız biri gibi konuşmasını ister ve ona Sanat Okulları hakkında fikirlerini sorar. Yazar düşündüklerini söyledikten sonra İnönü’ye bir müjdesi olduğunu söyler. Köy Enstitüleri ile ilgili hazırlıkları anlatır. Daha sonra İnönü Köy Enstitülerinin yıl dönümünde (1967) şöyle bir mesaj gönderir:

“Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u minnetle anarak Köy Enstitüleri, eğitim hayatımızın geçirdiği evrim içinde başlı başına bir hamle devridir. Buraya alınanlar ameli hayat mücadelesinde ve türlü sanat kollarında tecrübeli çalışmışlardır. Çıkanların, kız ve erkek, mesleklerinde başarılarını daima görmüşümdür ve daima göreceğime inanmaktayım.”

Köy işlerine emeği sevgisi geçenlere selam!

Bu sorunda anlayış gösterenlere de selam! ...
 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..