Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '08

 
Kategori
Anılar
 

Eski bir radyonun anlattıkları.

Eski bir radyonun anlattıkları.
 

Resim Google görseller bölümünden alınmiştır


Eski bir radyonun anlattıkları


27 köye hizmet veren ve önceden tekke olan ahşap ilkokulumuzun, tavan arasında eskimeye terk edilmiş, bataryalı bir radyosu vardı. Uzun süredir kaderine terk edilmiş olduğu anlaşılan radyoyu, o güne kadar hiç kimse çalıştırmayı akıl etmemiş veya becerememişti. Çalıştırmak bir yana, o yıllarda köylerde yaşayan pek çok kimsenin radyo diye alıcı bir cihazın varlığından haberi bile yoktu. Varlığı bilinmeyen bir aletin çalıştırma becerisi nasıl kazanılabilirdi ki ? Mantıklı olan varsayım da, hiç kimsenin bu aleti çalıştıracak beceriye sahip olmamasıydı. Yıl 1953, aylardan Kasım. Hummalı bir faaliyet var tekkeden dönüştürülen bu Tekke Köyü İlkokulu’nda. (Yeni ismi Yiğitler Köyü) Çalışmalar, köyümüzden Beşikdüzü Köy Enstitüsü’ne okumaya gidip, diploma aldıktan sonra tekrar köye dönen, genç öğretmen ağabeylerimizin öncülüğünde sürdürülmekteydi. Çünkü onlar, köyün gereksinim duyacağı her türlü teknolojik pratik bilgiyi öğrenerek, gereken beceriyi ve donanımı kazandıktan sonra dönmüşlerdi köylerine. Öğretmenliğin yanında köyün ziraatçısı, sağlıkçısı, tamircisi, veterineri, nalbant’ı , kâtibi, muhtarın yardımcısı, kısaca köyün her şeyi idi o dönemin öğretmenleri. Radyo tavan arasından çıkarıldı. Tozları silindikten sonra, herkesin dinleyebileceği büyük bir sınıfta, sıraların üstüne yerleştirilmiş bir masanın üzerine oturtuldu.

Ben de okula yeni başlamış henüz yedi yaşında küçük bir çocuk olarak, bir köşeden izleyip, anlamaya çalışıyordum olan biteni. Şehre hiç gitmemiş, teknolojiyle ilgili hiçbir şeyi görmemiş ve tanımamıştım o güne kadar. O tarihte köyümüzde araba yolu da olmadığı için ne kara taşıtlarını, ne de deniz araçlarını bilmiyor, hatta trenin ve telefonun varlığından haberim bile yoktu. Radyoyu görmeden önce gördüğüm, bana göre yegâne teknoloji harikası, annemin şile bezi dokuduğu, dokuma tezgâhı idi. Radyoyu dinlemek için sınıfta toplanan kalabalığın söylediklerinden anladığım kadarıyla, Ankara’da konuşulanların bu alet sayesinde buradan duyulacak olmasıydı. Bir de Mustafa Kemal Atatürk’ün naaş’ını o gün mezarına taşıyacaklarını söylüyorlardı. Defnedileceği anıt mezarın yapımı tamamlanmıştı. Cenaze nakil merasimini canlı yayında dinletebilmek ve dinleyebilmek kaygısıyla, herkeste bir telaş bir heyecan vardı. Söylenenleri duyduktan sonra, benim minik kalbim de aynı heyecanla atıyordu. Meğer radyonun çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için 9 voltluk bataryaya, toprak ve hava antenine ihtiyaç varmış. Bütün bu telaş ve uğraşılar eksik donanımın tamamlanması ve tamiri içinmiş. Zor koşullara rağmen, sorumluluğu üstlenen genç öğretmenler Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği Türk gençliğine yaraşır bir biçimde, bilgi ve becerilerini başarıyla sergilemişlerdi.

Radyo alıcısının çevresinde toplanan öğretmenler, tamir ve diğer eksiklerin giderilmesi için bir hayli uğraştıktan sonra, nihayet onarımı tamamlayarak cihazi çalıştırmayı başardılar. Ses ve dalga ayarı yapıldıktan sonra, civar köylerden de toplanan heyecanlı kalabalık, Ankara’dan yapılan canlı yayını gayet net bir biçimde dinlemeye başladı. Ankara’daki verici, Atatürk’ün onuncu yıl nutkunu kendi sesinden yayımlayınca, o ekolu sesin büyülü yankısı kalbime Atatürk sevgisini nakşeder gibiydi sanki... Atatürk’ün ses tonundan çok etkilenmiştim. Sayesinde kavuştuğumuz nimetlerle, ilk kez tanıştığım bir radyo alıcısı aracılığıyla, yine ilk kez Atatürk’ün sesini duyarak, kendisiyle tanışmış oluyordum, 1953’ün 10 Kasım günü. Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e naklediliyordu o gün.

Aradan yıllar geçti ama, o günden itibaren ben Atatürk’e her geçen gün artan derin ve büyük bir sevgiyle bağlandım. Zamanla daha da yakından tanıyınca, sevgim ve bağlılığım tutkuya dönüştü adeta… Ortaokul son sınıfta okuduğum yıl, yine bir 10 Kasım günüydü. Sınıf arkadaşımla birlikte Türkçe Öğretmenimizin nezaretinde çıkardığımız “Kervan” adlı duvar gazetesinde, genç bir Atatürk hayranı olarak, O’na şöyle sesleniyordum:

ATAM

Atam, sen ölünce ben,
Nasıl yaşadım bilsen ?
Istıraplı günlerde,
İmdat bekledim senden.

Hatırlayınca seni,
Hitabeni okudum.
Üzüntümün seyrini,
Sevinçlere döndürdün.

Tüm gençlik olarak biz,
Bugün çok kederliyiz.
Çizdiğin geniş yolda
Hızla yürümekteyiz.

İstanbul, 9 Kasım 2008

 
Toplam blog
: 72
: 1140
Kayıt tarihi
: 09.12.07
 
 

Rize merkez ilçeye bağlı Yiğitler Köyünde doğdum. Lise bitinceye kadar ilk gençlik yıllarımı geçird..