Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Eski defterler (1)

Sayın Başbakanımız, AB’nin 50. kuruluş yıldönümüne davet edilmeyince dün yaptığı gurup konuşmasında AB’ne “Rest” çekti. Ve “Bizi oyalamayın” dedi. Bu sözlerini de herkes alkışladı.

Ama…

Başbakan çok geç kaldı. Herkes geleceği gördü ve biliyordu. Bilmeyen sadece Başbakan ve partisi idi.

Bu yazı 12 Ekim 2002 tarihinde yazılmış ve yayınlanmıştır. AB konusunda bu gün geldiğimiz noktada aynen geçerliğini koruduğu için tekrarlıyorum. Ayrıca “Eski defterler (4)” e kadar bir dizi yazı sizlere aktaracağım. Bu yazıları okuduktan sonra lütfen düşünün…

X X X

AB’ne ÜYELİK, ÖNCELİK DEĞİL...

AB’nin son raporunu daha okuyamadık. Bence okumaya da gerek yok. İlk aldığımız bilgiler, Aralık ayında, müzakereler için tarih alınmasının zor olduğu izlenimini veriyor. Avrupalı liderlerin, Kopenhag’daki toplantılarında daha iyi bir sonuç çıkar mı, bilinmez...

Ancak, bizin bilmemiz gereken şeyler var. Türkiye olarak, önce onlara bakmak durumundayız, diye düşünüyorum.

Şu soruyu soralım; AB’ye niye üye olmak istiyoruz da, nasıl olacağız?...

AB’ne üye olmak, Avrupa içinde fiilen olmak ve sosyal ve ekonomik açıdan onlarla aynı seviyeye gelmek, aynı haklardan yararlanmaktır. Kısaca bu… Detaylara inip, kafa karıştırmanın anlamı yok.

AB’ye girmek iyi mi?... Soru bu...

Elbette iyi. Bunun kötü olacak bir tarafı yok. Fakat daha önce de aynı konuda yazdığım gibi, bizler AB’den hemen ve çok şeyler bekliyoruz. Yanlış burada....

Avrupa kıtasında yaşayan devletler, oturmuşlar, ikinci dünya savaşı ve sonrasında ortaya çıkan “soğuk harp” in etkisi ile de bir karara varmışlar. Demişler ki, tepişeceğimize, gelin birleşelim. Devlet yönetimlerimiz ayrı ayrı olsun ama aynı sosyal ve ekonomik koşulların içinde olalım. Kavgasız, nizasız bir AVRUPA yaratalım...

Amaç bu. Yani, eşit koşullarda GÜL GİBİ YAŞAMA isteği... Çocuklarına iyi bir gelecek, temiz bir dünya ve toplum yaratmak...

Düşünce bu ama, nasıl olacak?...

Onu da ortaya koymuşlar. Demişler ki, tüm üye ülkeler, şu ölçülere uygun hale gelecek. O ölçülerin adına da KOPENHAG KRİTERLERİ demişler. Sonra, dönmüş her ülke kendine, ortaya konulan şartları gerçekleşmesi için, önce kendi ülkelerinde başlamışlar değişikliğe...

İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırlarında anlaşma... Ekonomik koşullarda birlikteliğin sağlanması v.s. Bu konularda gerekli yasal ve ekonomik düzenlemeleri sağlamışlar. Daha sonra da TAM UYUM içinde olduklarını, vatandaşlarının, üye ülkelerde sosyal ve ekonomik açıdan eşit olduklarını görmüşler veeee.... Sınırları kaldırmış, ortak para birimine geçmişler. Olmuşlar TEK DEVLET... Evet, her ülkenin parlamentosu, yerel yönetimleri gibi şeyler duruyor ama, bir de Avrupa Parlamentosu kurmuşlar. Rahata ermişler.

Şimdi Türkiye olarak biz bu örgütün içine girmeye çalışıyoruz. Yani, ayranımız yok içmeye, kürk ile gidiyoruz s......ya. Hem de hemen... Duraksamaya bile tahammülümüz yok.

Vatandaş!...

Bizi bu halde AB’ne bu halimiz ile almazlaaar... İşte bu kadar açıkça ifade ediyorum size. Ancak, şartları şeraitleri yerine getirirsek, o zaman da almak zorundalar. Bu da başka bir konu...

Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Biraz kestirmeden gidelim.

Hadi, yasal düzenlemeleri hemen yaptık. Hiç bir eksiğimiz kalmadı. İnsan hak ve özgürlükleri açısından her şey tamam oldu.

Peki, bu bizim EKONOMİK durum n’olacak?...

Onu nasıl düzelteceğiz?...

O olmadan, AB’ne TAM ÜYELİK her zaman hayal...

“Efendim, onu da düzelteceğiz, siz hele bir görüşmelere başlama tarihi verin de” dersek, adama “alır da kaçar mısın?” demezler mi?...

İşin bir başka yönü, daha vahim...

Siyasiler, bu gerçekleri vatandaşa açıkça anlatmıyor, anlatamıyorlar. AB’den TARİH alırlarsa, bunu bir başarı sayıp iç siyasi malzeme yapıp oy isteyecekler. Mesele bu...

O zaman da biz demezler mi ki; “Alır da kaçar mısınız?...”

Olayların boyutlarını bilebilsek... Diyebilsek... Mesele kalmayacak zaten.

Özetle söylemek gerekirse, AB’ne girmek demek, serbest dolaşmak demek değil. Vatandaşın çoğu, sadece işin o boyutu ile ilgili. Gerçekten AB’ne girebilirsek, Avrupalı, bize serbest dolaşmaya gelmek için can atacak. Bizim oralara gitmemize gerek kalmayacak.

Ah bir o duruma gelebilsek!... Tüm sorunlar kendiliğinde çözülmüş olacak.

Bunlar, bizim yönümüzden gerçekler.

Bir de AB üyeleri yönünden gerçekler var.

AB üyeleri, dürüst davranmıyor. İp’e un seriyorlar. Daha açıkçası, Türkiye yönünden yukarıda anlatmaya çalıştığım eksiklerimiz nedeniyle 70 milyon Türk’ten korkuyorlar.

Oysa dürüst davransalar, gerçekleri ve nedenleri açıkça anlatsalar, ne olduğunu açıkça bileceğiz.

Aslında, bu davranış biçimini her ne kadar protesto etmemiz gerekiyorsa da, Türkiye’deki siyasi iradenin güçsüzlüğü de, AB’nin bizimle oynamasına kapı aralıyor.

Türkiye, hiç bir zaman benzere davranışlarla karşılaşmamalı. Bu onur kırıcı bir tutum. Siyasi irade güçlü olmalı ve AB’nin bu konuda karar alacak mekanizmalarına karşı DİK durabilmelidir.

Onlara “Bizi de alın” demek yerine “Gelin AB’ne üye olun” dedirtmemiz gerekir. Doğru olanı budur.

Türkiye, bunu dedirtmek için kendini yenilemelidir. Türkiye, öncelikle milletini “O” standartlara ulaştırmak için çalışmalıdır.

Bir personel eğitimi sırasında, arkadaşlara şöyle söyledim.

Arkadaşlar, mağazamıza gelen müşterilere MAL SATMAK için çaba sarf etmeyin. Bırakın, mal orada rafta kalsın. Sizler öncelikle, kapıdan içeri giren her kişiye saygıda ve sevgide kusur etmemek için elinizden geleni yapın. Daha sonra, bulunduğunuz ortamı temiz tutun ve “Ben bu insanlara nasıl daha iyi hizmet veririm” diye düşünün. Bırakın mal satma çabasını, dedim. Arkadaşlardan biri kalktı ve “Böyle davranırsak, zaten mal kendiliğinden satılır” diye cevap verdi. Benim de istediğim buydu zaten. Bunu anlatabilmek. Çünkü işin özü de bizim için bu idi.

Demek istiyorum ki, bırakın AB üyeliğine kabul edilmek için çaba sarf etmeyi. Önceliğiniz o değil. Önceliğiniz, aynı standarda ülkemiz vatandaşlarını taşımak. Aynı standarda ulaştığımız zaman, AB bu kez bize üye olmaya gelecektir. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Çünkü biz, 70 milyona varan nüfusumuz ile AVRUPA’nın LİDER ülkesi olmaya adayız.

Zaten onlar da bundan korkmuyor mu?...

Peki, bu işin peşini bırakalım mı?...

Hayır, bırakalım demiyorum. Önce kendimize bakalım, onurlu davranalım. Yalvaran durumunda olmanın sonu, kapı önünde beklemektir. Bunu anlayalım diyorum.

Dahası, “Değerlendirme” yi AB ne bırakmamalıyız. Değerlendirmeyi bizim yapmamız gerekir. Döneceğiz, Avrupa Devletleri ile ilişkilerimizi gözden geçirecek kadar iradeli olacağız. Türkiye olarak bizim, Avrupa Birliği Üyesi devletlere soracağımız o kadar çok ve haklı sorularımız var ki, eğer insan iseler, yüzleri kızarır.

Fehriye ERDAL, Kara Ses Murat, PKK... Daha benzer neler sıralayabilirim. Bizim üyeliğimize esas karşı çıkanlardan Almanya’nın İNSAN HAKLARI açısından en büyük ayıbının fotoğrafı, Ankara’daki konsolosluk binası önünde her gün sergileniyor. Biz de Türk Hükümeti olarak ne yazık ki bu görüntüye sessiz kalıyoruz.

Esas biz haklıyız... Ancak, haklılığımızı anlatacak GÜÇLÜ SİYASİ İRADENİN yokluğu, bizleri perişan ediyor.

Onun içinde milletin önünde çok iyi bir fırsat var.

4 Kasım sabahı ortaya koyacağımız SAĞLAM irade, bunu çözecektir. Eğer o irade kendisini İRADESİZLİKLE temsil ettirecekse, acınmanın bir yararı yok.

12 EKİM 2002

(Yeni yayın tarihi: 28 Mart 2007)

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..