Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '08

 
Kategori
Öykü
 

Eski fotoğraf

Eski fotoğraf
 

Eski model siyah arabanın arka koltuğunda sakince oturuyordu Madam Eleni. Avucunun içinde siyah beyaz, yer yer gözyaşı damlalarıyla lekelenmiş eski bir fotoğraf, az ilerideki sessiz kalabalığı izliyordu yorgun gözleri.

Araba çalıştı. Şimdi ön koltuktaydı. Ağaçların tomurcuklandığı, çiçeklerin yeniden doğduğu ömrünün bir başka baharında denize doğru yol alıyorlardı. Tepedeki güneşin rahatsız ettiği yarı kapalı gözleri, sadece direksiyonu tutan ince, uzun parmaklarını seçebiliyordu onun.

Arnavut kaldırımlı eski taş sokaklarda yavaşça ilerlerken, hiç bitmesin istiyordu bu yol. Bir yandan Ahmet’in havada iz bırakacak kadar sakin ve bir o kadar da tereddütsüz hareketlerini izlerken, diğer yandan ona bu kadar yakın olmanın hazzını yaşıyordu belli belirsiz. Denize yaklaştıklarında, Ahmet duracak bir yer ararken, tuzlu yosun kokusunu hissedebiliyordu arabanın açık penceresinden.

İsmail’in meyhanesine yakın bir yerde durdurdu Ahmet arabayı. Birlikte indiler. Denizin ışıklarla oynaştığı bir masaya oturdular sessizce. Hiç konuşmadan öylece durdular bir süre. Hiç konuşmadan masayı kurdu İsmail.

Sana söyleyeceklerim var demişti Ahmet. O anda kalbinden bir kuş kanat çırpmaya başlamış, göğüs kafesinin dışında atmaya başlamıştı kalbi. Onunla aynı havayı solumaya razıyken bu kin tohumlarının serpilip büyüdüğü alacakaranlık yıllarda, mutlu ve beyaz bir düş içinde bulmuştu kendini.

Taze bir yel yüzlerini yalıyordu olanca serinliğiyle. Rüzgardan uçuşan siyah, düz ve uzun saçlarının gölgelediği berrak gözleri, duyduğu heyecan ve merakı gizleyerek, gençliğine inat her zamanki dinginliğiyle inceliyordu dalgaların üzerinde süzülen balıkçı teknelerini. Ara ara kaçamak bakışları Ahmet’in yüzüne ulaşıyor ve konuşmaya başlamak için tereddüt ediyordu. Bugün her zamankinden daha çok susuyordu Ahmet. Her zamankinden daha çok dalıyor, sessizce masadaki muşambanın kıvrımlarının izdüşümlerini inceliyordu.

Tam olarak ne zaman başladı bilmiyorum, diye söze başladı Ahmet. Ya da içimde her geçen gün büyüyen bu aşkı ben ne zaman farkettim hatırlayamıyorum, diye devam etti.

Eleni’nin gözleri iyice büyüdü. Artık dingin bakışları yerini, engelleyemediği bir koşturmaya bırakmaya başlıyordu. Daha konuşmadan kelimeleri ağzından hızlıca söküp almak ve hayatında ilk defa duygularını olanca açıklığıyla yansıtmak ve onu yıllardır nasıl gizli gizli sevdiğini haykırmak için bir an önce Ahmet’in sözlerini bitirmesini bekliyordu. Hayatında ilk defa çok sabırsızlanıyor, boğazı kuruyor, göğüs kafesinde başlayan bir kaynama boğazını zorluyordu. Şimdi, biraz sonra, hiç tereddütsüz yüreğini olduğu gibi yerinden çıkarıp masanın üzerine koymaya hazırlanıyordu.

Ahmet’in içinde gizlediği aşkı nasıl büyüttüğüne dair anlattıklarını, ileride tekrar tekrar anlattırırım diye çok üzerinde durmadan dinliyor, dikkatini birazdan kendi söyleyeceklerine vermeye çalışıyordu.

Onu sevdiğimi ve içimde ona karşı besleyip büyüttüğüm bu duyguları Nazan’a nasıl anlatacağımı bilemiyorum dediğinde Ahmet, binlerce cam kırığı saplandı Eleni’nin yüreğine. İki damla yaş aktı gözünden. Ama dışarı değil, içeri.

Berrak yeşil gözlerini belli belirsiz bir buğu kaplamaya başlıyordu artık. Ahmet’in sözleri boşlukta yankılanıyor, yere düşen ve bin parçaya ayrılan kalbinden geride kalan ne varsa, tüm gücüyle yine onu dinliyordu. Buğulu gözlerini yakalanmadan başka uzaklara çevirmeye çalışıyordu.

Tam o sırada yaklaştı yanlarına fotoğrafçı. Beş çocuğa bakıyorum, gönlünüzden ne koparsa derken, bir yandan da hızlıca yerini almıştı. Fotoğrafçı işini yapıp uzaklaştığında, siyah beyaz bir fotoğraf kalmıştı masada. Titreyen ellerini Ahmet’e göstermemeye çalışarak, onun kendisine hediye ettiği bu fotoğrafı yavaşça çantasına koydu Eleni.

Yıllar boyunca hiç kimseyle paylaşmadığı, hiç kimseye göstermek bile istemediği, tıpkı aşkı gibi kendisinde sakladığı siyah beyaz eski fotoğrafın üzerine bir damla gözyaşı daha düştü. Eski model siyah arabanın arka koltuğunda otururken, az ilerideki sessiz kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Dağılan kalabalığın içinde, Madam Eleni’yi gördünüz mü, niye gelmedi acaba diyen sesini duydu Ahmet’in kızı Elif’in. Artan yağmur arabanın açık camından içeri doğru iyice bastırmaya başlamıştı. Elif, yürümekte zorluk çeken annesi Nazan’ın koluna girmiş, ağır adımlarla ona eşlik ediyordu. Sakince uzaklaştılar.

Son kişinin de ayrılmasını bekledikten sonra usulca indi arabadan Madam Eleni. Şoförün yardım talebini reddetti, hiç alışamadığı bastonu da arabada bırakarak ilerledi ağır adımlarla. Yağmur taze toprak kokusunu iyice yayıyordu.

Elindeki kırmızı karanfili sakince bıraktı Ahmet’i gömen yeni kazılmış toprağın üzerine...

 
Toplam blog
: 24
: 8110
Kayıt tarihi
: 27.07.08
 
 

Yazının icadından bu yana her insanın içinde bir parça da olsa var olduğuna inandığım yazma isteğimi..