Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '14

 
Kategori
Deneme
 

Eski Kitaplar üzerine

Eski Kitaplar üzerine
 

Geçmişte beynimize depoladığımız ne çok bilgi vardır değil mi? Şu andaki muhakeme gücümüzün veya bazı davranış biçimlerimizin o bilgilerin bir bütünü olduğunu düşünmeyiz de, sanki sabah uyandığımızda bize ait olan tazecik beynimizle hareket ettiğimizi sanırız.

Bizim kuşağın kültürlü bireylerinin büyük bölümünde rastladığım benzerlikler geçmişte okudukları kitaplardan kaynaklanıyor. Özellikle “Ne bulursak okurduk” diyenlerle en iyi iletişimi kurabildiğimi fark ettim. Bunun daha iyi ya da kötü insan olmamızla da bir ilgisi yok. Benzer kitapları okuyunca beyinler de benzer şekilde gelişimine devam ediyor. Doğal olarak benzer düşünceler üretiliyor ve insanlar birbirine “Aaa, seni çok iyi anlayabiliyorum” diyebiliyorlar. Hatta biraz daha ileriye giderek, “bu şahısla aynı frekanstayız” diye düşünüp mutlu oluyoruz.

Yakın arkadaşımla konudan konuya atlayarak uzun bir sohbete daldığımızda, eşimin veya çocuklarımın sohbetimizden keyif almayarak hızla yanımızdan ayrılmaları, ya da boş gözlerle bakmaları tamamen farklı frekansta olma durumlarından kaynaklanıyor. Onların da değişik birikimleri var. Sanırım biz de gençlerin birikimlerine yetişemiyoruz. Oğlumun okuduğu kitaplar beni aşıyor artık. Bir ara Clive Cussler’in çok sayıda kitabını birlikte okuyorduk. O lise çağlarındaydı ve iletişimimiz şimdikinden iyiydi. Gençleri hafife almak, onların eksik olduğunu varsaymak bu yaz olduğu gibi “Meğer gençlik ne kadar dolu ve birikimliymiş, hayret hiç fark etmemiştim” tarzında cümlelerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bazen sabahları uyandığımda unuttuğumu sandığım kitaplardan bölümler aklıma geliyor. Şimdi kütüphanemde olmayan, fakat çocukluğumda defalarca okuyup etkilendiğim kitaplar vardı. “Siyah İnci” bunlardan birisiydi. Bir atın duygularını, genç bir tayken annesinin yanında yattığı mehtaplı geceleri, sonra satıldığı evlerde çektiği farklı sıkıntıları hatırladım. Bu tarz başka bir kitap da; bir köpeğin eve dönüş serüveninde yaşadıklarıdır. Fanatik hayvan sevgimin bir günde kendiliğinden oluşmadığı kesin.

Ne bulursak okurduk gerçeği biraz da yokluk yüzündendi. Ortaokul son sınıftaydım. Bizim evin kütüphanesindeki kitapların her birini on kez okumaktan fenalık geldiği için ablamla gizlice bazılarını okunmuş kitap satan bir dükkâna götürerek yerine yenilerini alıyor, eve gelince aldıklarımızı paylaşamayıp kavga ediyorduk. Şimdiki gibi internet, ya da başka eğlenceler yoktu ki. Televizyon bile yoktu. Redkit, Zagor ne bulursak okuyorduk. Zararlı olduğu ilan edildiği için gizli okuduğumuz Tommiks ve Çelik Blek serilerinin benim körpe beynime adalet, dürüstlük gibi önemli kavramları, ayrıca dostluğu, yardımlaşmayı hatta kahramanlığı ilk aşılayan kitaplar olduğundan eminim

Fakat bizim kütüphanede bulunan, babamın işyerinde satın alıp eve getirdiği kitapların bazıları o zamanki yaşıma göre ağırmış. Tolstoy’un “Diriliş” romanını her okuduğumda üzülür konunun derinliğini tam olarak anlayamazdım. “Vadideki Zambak” kırk yıl sonra bir daha elime geçti ve neredeyse ezberlediğim bölümleri farklı bir bakışla yeniden okuyup, bir çocuk için hiç de uygun olmadığını düşündüm.

Diğer yandan arkadaşlarımızla değiştirerek okuduğumuz Çocuk Kalbi, Küçük Kadınlar, Heidi, Tom Amcanın Kulübesi, Çalınan Taç vs. gibi yüzlerce güzel kitap vardı bizi hamur gibi yoğurup şekillendiren. Sonra klasik romanlar aldı onların yerini. Yerli veya yabancı birçok değerli roman okuduk. Unuttuğumuzu sandığımız o birikimler aslında benliğimizin bir parçası olmuş, bizi bugünkü kimliğimize kavuşturmuş.

Her biri farklı olan o kitapların asıl güzel yanı özgün oluşlarıydı. Bir kalıba oturtulmuş edebiyattan hiç hoşlanmadım. Yazarken de herkes kendi tarzını yaratmalı bence. Kalıplaşmış ölçüler yalnızca imla için geçerlidir. Bir atın hayatını anlatmak gibi, bir karıncanın hayatını anlatarak bile yazabilir insan. Yeter ki anlatmak istediklerini hissettiği gibi aktarabilsin. Farklı olan kurgular rağbet görmediği için hep aynı konuların işlenmesi yazarları da, okurları da kısır döngüye sürüklüyor. Bu konu hakkında sayfalarca yazabilirim ama bu kadar yeterli. Son zamanlarda bahsettiğim kısır döngü ile ilgili şikâyetler içeren başka yazılar da okudum. Böyle düşünen bir tek ben değilim yani.

Blog yazıları da kalıplara oturtulmamalı. Herkes o gün için hangi ilhamla ve konuyla yazmak istiyorsa yazıyor. Bazı yazıları okurken gerçekten çok keyif alıyorum. Beni etkiliyor yazı, zihnimde yeni ufuklar açıyor. Minnet duyuyorum yazarına.

Bazen de sadece rahatlama, ya da paylaşım duygusuyla yazıyoruz. Güzel olan kalıpların, sınırlandırmaların olmaması. Tek tip insan yaratma çabası ne kadar doğruysa, tek tip edebiyat yaratma çabası da aynı oranda savunulabilir. Bir insan hep aynı konularda okuyarak donanımlı bir hale gelebilir. Farklı görüşleri anlayabilme, hoşgörü kapasitesi ise gelişemez ve eksik kalır. Aynı olmak hoşumuza gitse de hep savunacağım bir fikir olacaktır bu;

Farklılıklar güzeldir.     

          

 
Toplam blog
: 27
: 1563
Kayıt tarihi
: 22.09.13
 
 

Ege Üniversitesi mezunu. Emekli öğretmen. Yayımlanmış romanları ve deneme kitapları var. ..