Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '08

 
Kategori
İstanbul
 

Eskici limanı

Eskici limanı
 

Sabahın kör vaktiydi.

Saatler kış saatine göre ayarlanmıştı ama kıştan çok kahverengi sonbaharı yaşıyordu her yer.

Ve ben uyku denizi içinde dalgalana küreksiz bir tekne gibiydim.

Gözlerimi açmak o kadar zahmetli bir işti ki bırak yorgunluğumu üzerimden atmayı daha da karanlık nasıl olur diye sıcak havanın doldurduğu yorganımı başımın üstüne atıp özlenen eş gibi sarıp sarmalıyordum.

Gözlerimi açtım. En yorucu olanı da buydu sanırım uyanma işinin…

Odanın içinde her yeri sarmış rutubet kokusu, duvarda boyası dökülmüş yerlerin sayısı, gecenin bilmem hangi vaktinde sönmüş sobanın etrafına saçılmış küller, yağmurda ıslanmış ve henüz kuruyamamış ve aynı sandalyenin sırtına öylesine asılmış yeşil parka ve nemden köşeleri dökülmüş ahşap pencerenin pervazından esen soğuk rüzgârın o dayanılmaz ıslık sesi ile odam son dört yıldır aynı merasimi sunuyordu bana.

Titre titreye kalktım yataktan.

Uyku sersemi yatakta doğrulup uyanmaya çalışırken terliklerim gözüme ilişti.

Yeni terliklerim odanın bu haline çok zıt bir görüntü sergiliyordu.

Tozlanmış halının üstünde pırıl pırıl bir çift terlik..Soğuktan buz kesmiş ayaklarımı anne şevkatiyle sarması gurbette okul okumanın buz gibi gerçeğini biraz olsun hafifletiyordu.

Pencereden baktığımda oturduğum mahallenin kısa katlı evlerini görebiliyordum. Üst katta oturmanın yaşadığım ev için görünen tek faydası buydu zaten.

Her zaman soğuk ve rutubetli olması dışında bana sağladığı tek fayda kiremitten çatılar, dumanı her daim tüten bacalar, kulakları tırmalayan sesleri ile mart kedileri ve nadiren gözüken yatak odası maceraları dışında ahım şahım faydasını görmezdiniz.

Birbirinin içine girmiş komşuluklar nefes alamayacak kadar sık dizilmiş balkonlarla daha da perçinleşmişti. Soğuk hava o kadar sinmişti ki mahallemize doğmaya çalışan güneş bile yetmiyordu insanın içini bile ısıtmaya. Sonbahar yere düşen yapraklarla durmadan esen rüzgârı ile ve sokakta hiç hayvan olmayışıyla meydandaydı. Soğuk her yerine işliyordu insanın.

Alelacele giyinip çıkmak zorunda olmak ve her zaman vaktinden önce gelen ve asla yetişemediğim otobüsü yakalamak artık beni yoruyordu.

Çizim masasında dağılmış eskizlerim rapido mürekkeplerim kalemlerimi hızlıca kilidi kopmuş lastikle tutturmak zorunda kaldığım şeffaf çantama koydum.

Lamba geceden açık kalmış. Elektrik parası yine alıp başını gitti yine.. Çalışarak okumanın getirilerini boş yere yanan elektriğe vermek bu sıkışık zamanda çok koyuyor insana.

Taşkışla da okumak önemli bir ayrıcalıktı birçok insan için.. Bense içim biraz buruk gidiyordum okumaya .. Para kazanmak ; okula , eve kendime harcamak gerekiyor. İyi bir okuldan mezun olmak üzereydim. Mimar olacaktım ve bu devirde üniversite okumak hele ki okumanın en büyük erdem sayıldığı memleketimde çok kıymetliydi…

Tesellim okulun masrafları ve hayatı idame etmem için gerekli olan parayı hem okuyup hem de çalışarak kazanıp yaşayabilmekti. Hayat büyüdükçe zorlaşıyor.

Biryandan da ayakkabılarımı giyemeye çalışırken dün geceyi düşündüm. Güzel bir geceydi ama kısa süreceği belli bir monotonluğa girmeye henüz hazır değildim.

Onu sonra konuşuruz..

 
Toplam blog
: 2
: 3875
Kayıt tarihi
: 04.04.07
 
 

43 yaşında üç çocuk babası makine mühendisiyim. Tam dinlendim derken yeniden hayata tutunmak en b..