Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Eskiden buralar portakal bahçesiydi

Okan: ... O zamanlar apartmanlarda oturmak lüks sayılırdı, tabi şimdiki gibi çevre kentler falan da yok; insanlar gelir düzeyini yükseltip müstakil evlerini terk ettikleri zaman ilk olarak bir apartman dairesine taşınırlardı. Yine paranın ve imanın gizli olduğu o dönemlerde eğer ki aile apartmana taşınmış ve evin hanımı da saçlarını sarıya boyatmışsa ‘hah’ derdik; ‘işte birileri daha kat karşılığı müteahhitlerle anlaştı’. Bundan sonraki yılların da böyle geçeceğini, bütün kentlilerin sarışın insanlar olacaklarını düşünüyorduk.

Tuncay: ...

Mahinur: zzz...

Okan: ... Elbette mal sahipleri açısından baktığımızda çok cazipti müteahhitlerin önerileri. Öyle ya günün birinde adamın biri çıkar gelir ve ‘efendi sen şu inek .oku kokan bahçeyi bana ver, ben buraya apartman yapayım, katların yarısını da sana vereyim’ derdi. Aslında bu birdenbire gelen zenginlik sanıldığı gibi kısa dönemde çok büyük bir refah getirmedi insanlara. Varisler arasındaki anlaşmazlıklar adliyelere oradan da sokaklara taşınırdı çok zaman.

Tuncay: ...

Mahinur: zzz...

Okan: Dediğim gibi eskiden buralar portakal bahçesiydi... İsmini sokaktaki kuyudan alırdı bizim mahalle. Saçlıkuyu. Komşuluk ilişkileri ne güzeldi. Evlerin bahçeye açılan dış kapılarında kilit bile olmazdı. Sadece tahta kapının üzerinde bir ip vardı. Basit bir düzenekle ip çekildiği zaman kapı kendiliğinden açılırdı. Kapının çalması ise pek hayra alamet sayılmazdı. Gelen kapıyı teklifsizce açmadıysa ya verem taraması yapan bir sağlık memuru, ya avukat ya da polisti. Yani kapı tokmağının sesini pek sevmezdik bizler. Kapı tokmağı devlet demekti ve devletin bizlere iyi haberler getirdiğini pek bilmezdik.

Tuncay: ...

Mahinur: zzz...

Okan: Hiç unutmam yine bir gün kapının önünde oturmuş zeytin dileyen anneme yardım ediyordum. Kocaman bir buldozer mahalleyi sarsarak geldi ve tam bizim evin önünde durdu. Buldozerin şoför mevkiinin içinden korku filmlerinden kaçıp gelmişçesine iri bir adam aşağı indi ve bana ‘Merhaba küçük! 27 numara neresi?’ diye sordu. Sorduğu yer harap bir konaktı ama alt katlarında Tunceli’den göç etmiş bir aile barınıyordu. Ailenin çocukları da bizim arkadaşlarımızdı ve yıkılacağını bilmelerine rağmen gidecek yerleri olmadığı için hala orada kalıyorlardı. Şimdi bu hayvani alet o güzelim konağın Azrailliydi ve yıkıp geçeceği yerin nerede olduğunu bana soruyordu. Çocuksu bir şövalyelikle adamın yüzüne ters ters baktım ve ‘bilmiyorum’ dedim. Adam tekrar araca doğru yöneldi ve o esnada mahalleli yavaş yavaş hayvani aletin etrafında doluşmaya başlamıştı.

Tuncay: ...

Mahinur: Zzzz...

Okan: ... ben bir şey yapamamıştım tabi. Yapabileceğim tek şey, o gün orada gördüğüm çaresizliği ve acıyı hayatım boyunca hiçbir zaman unutmamak olabilirdi sadece. Sonra artarak devam etti bu yıkım. Mahallede on yıl içinde hiçbir eski yapı kalmadı. Tabi sadece camii bıraktılar ama onun da bahçesinin önemli bir bölümünü yol inşaatı yedi.

Tuncay: ...

Mahinur: Zzzz...

Okan: Komşuluk ilişkileri de çok güzeldi mesela. Eğer bir aile diğerine misafirliğe gidecekse şimdiki gibi telefon olmadığından bizleri, yani çocukları kullanırlardı. Elimizi yüzümüzü yıkayıp gündüzden komşuya gider ve ‘Efendim bir maniniz yoksa akşama bizimkiler size gelecek’ derdik. Şimdi böyle şeyler kalmadı tabi. Komşu komşunun ancak cesedinin kokusunu duyuyor ve polisi arıyor... ulan efkarlandım be. Babacan votka kaldı mı?

Tuncay: ha? ne! Ne dürtüyorsun abi, sabah mı oldu?

Mahinur: Ay sabah mı olmuş, işe gitmem lazım benim...

Okan: Yahu durun coşmayın hemen, daha saat akşamın onu. Sizin içiniz geçmiş anlaşılan, uyuyup kalmışsınız.

Tuncay: Ya babacan kusura bakma ama akşamdan beri tutturdun bi ‘Eskiden buralar portakal bahçesiydi’ muhabbeti eziyet edip duruyorsun bize, yani oturduğum yerde uyuduğuma şaşmamak lazım. Ne zaman iki kadeh içsen Tarık Akıltopu kesiliyorsun başımıza.

Mahinur: Tuncay’a katılıyorum.

Okan: Vay be Tarık Akıltopu’nu andığın çok iyi oldu. Rahmetli Tarık amca ile ilgili bir anım var dur onu da anlatıvereyim. Bir gün Antalya gazetesinde oturuyoruz...

Tuncay: Abi eyvallah oturun siz. Ben biraz odama gitmek istiyorum sıkıldım artık.

Mahinur: Ben de kendime bir kahve yapacağım.

Okan: Öyle olsun bakalım sevgili dostlarım. Beni bir cumartesi gecesi kocaman bir votka şişesi ve anılarımla beraber yalnızlığa fütursuzca itebilecek kadar vicdansızmışsınız meğer.

Tuncay: Hafız ne alakası var füturla bilmem neyle. Tamam geçmişi hatırlayabilmek iyi bir şey belki ama sen biraz fazla abartıyorsun bu durumu. Her dönemin kendine göre şartları, güzellikleri, çirkinlikleri vardır, geçmiş her hatırlandığında mızmızlanacak bir şey değildir be abi. ‘Geçmişteki her şey çok güzeldi’ gibi körü körüne bir mantıkla nasıl hareket edebiliriz, nasıl kendimizi geleceğe hazırlayabiliriz allasen, öyle değil mi?

Okan: Tamam anasını satayım. Zaten dinlememişsiniz ki beni. Bir de vit vit edip mesaj verme bana.

Mahinur: Ya arkadaşlar hem bu kısır tartışma ortamından kurtulmaya hem de biraz kültür sanat etkinliği yapmaya ne dersiniz?

Okan: Ne yapacağız? Çoraplardan kukla mı yapacağız yine?

Tuncay: Bende patronun kamerası var, hadi kısa film çekelim.

Mahinur: Yok canım. Bende ‘motosiklet günlüğü’ filminin DVD’si var. Oturup onu seyredebiliriz bence, harika bi film. Siz izlediniz mi?

Okan: Ben izlemiştim galiba. Ama akşamdan kalmaydım pek hatırlamıyorum şimdi.

Tuncay: Pöh! Hadi izleyelim bari...

(Akabinde)

Okan: Vay be, harbiden güzel filmmiş. Babacan baksana şu portakal bahçelerine eskiden güney Amerika’da her yer portakal bahçesiymiş demek ki?

Tuncay: Hafız değiştir şu bakış açısını artık.

Okan: Tamam. Olur.


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..