Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Blog
 

Eskiden günlükler yazılırdı defterlere... Şimdide her birimiz birer blog yazıyoruz.

Eskiden günlükler yazılırdı defterlere... Şimdide her birimiz birer blog yazıyoruz.
 

Günlüklerim


Eskiden bir kâğıt, bir kalem vardı. İnternet denilen meletin değil de henüz bilgisayarla tanışmadığımız dönemlerdeydi dediklerim. Bir şeyler karalamak için.

Duygularını ve düşüncelerini ifade edeceğinde hani sana özel. Senin yazdığın, yalnızca senin okuduğun türünden anahtarı olan defter satılırdı kitapçılarda. Hatırladın mı? Gider alırdın. Ne yazacaksan yaz yazdığını kimse okumasın diye bir güzelce kilitlerdin onu. Bir de isim verirdin benim günlüklerim diye.

Ben öyle böyle özel bir defterim olsun istemedim. Benim Ece ajandam vardı. Orada her sayfaya bir tarih bulunur. O tarih geldiğin de o gün düşüncelerimi ve duygularımı yazardım. Herkes bunları okurdu. Yıl zannedersem 1985 yılı olsa gerek.

Yer Ege Üniversitesi Fen Fakültesi.

Konu benim hoşlandığım kızdı. Konuşamadıklarımı, söyleyemediklerimi bu deftere yazmaktı. Her nedense. Şimdi aklıma geldi günlüklerim diye. Günlüklerim de neden yazmadım ders notlarımı diye düşündüm. O yıllarda öğrenciydik. Dersler ağırdı ve bizim derslerle ilgilenmemiz gerekiyordu. Ders notları. Pekâlâ, yazabilirdim günlüğüme hangi derse girdim, hoca ne işledi diye gördüklerimi defterime yazmalıydım. Ne vardı milletin kızında. Ona âşık oldun. Derslerine âşık olsaydın ya.

Benim günlüklerim.

Lise ya da üniversite çağlarında günü gününe tuttuğumuz defterden bahsediyorum. Örnek.

<ı>3 Nisan 1985, Çarşamba

<ı>Evden çıktım okula gitmek üzere. Tam okuluma girecekken yanımdan geçti. Hızlı adımlarla ilerliyordu. Deli oluyorum onun için. Yanına gidip konuşamıyorum. Bana sırt çevirir diye korkuyorum. Dinlemez ki beni. Onu ne kadar çok sevdiğimi söylesem… Yapamam söyleyemem dilim varamaz söylemeyi. O iki kelimecik. “Seni seviyorum.”

Âşık olan seven bir öğrencinin sevgilisi tarafından reddedildikten sonra günlüğünde yazdıklarıydı.

Güzel sözcüklerin içinde var olduğu kim bilir ne kadar yazmışımdır “seni seviyorum” diye.

Günlükler, daha doğrusu benim günlüklerim.

Benim can yoldaşım olanm günlerimden bahsediyorum. Belki içimdekilerini birilerine anlatamadıklarımı bu deftere yazmışımdır. O zamanlar o günlük tuttuğum deftere o kadar çok duygularımı sevdiğimi yazmışsım ve dile getirmişsim ki o kadar yükü taşıyamadı.

Şimdi arıyorum günlüğümü. Neler yazmışsım diye merak ediyorum. Ama nafile.

Pekiyi her insan günlük tutmalı mı? Bence de. Ve saklamalı ömür boyunca.

Neden mi?

Orada yazılmış tatlı, acı hatıralar olduğunu iler ki zamanlarda göreceksin. Bazen gülecek bazen de üzüleceksin. Düşünebiliyormuşsun imtihandan yüksek not almışsın ödüllendiriliyorsun. Duyduğun has duyguların bugün yazmışsın gibi tazeliğini koruyor. Ya da üzüldüğün bir olayı anlattığın sayfanda tepkilerin ortaya çıkıyor. O günün ettiğin ifadelerin şimdi olsaydım bu tepkiyi vermezdim diyebiliyorsun.

Günlüklerim.

Herkes günlük tutmalı. Herkes bir şeyler yazmalı. Kavga ettiyse neden kavga ettiğini, bazen da tuttuğu takım galip gelmiş ve önemli bir üç puan almış şampiyonluğa giderken sevincini dile getirdiğini yazmalıysın.

Buralarda yazıyoruz ve yazdıklarımızı ilk önce biz okuyoruz. Beğeniyorsak yayına veriyoruz. Beğenmediğimizi yayından çekebiliyoruz. Esasında burası bizim günlük tuttuğumuz bir platform. İstiyoruz okunsun diye. Biliyorsunuz bloğun altında okunma sayıları var. Bloğun çıktığı bilgisayarda değil de başka bir bilgisayar da tıklandığında o sayı artıyor. O an itibarıyla o bloğun ne kadar okunduğu anlaşılıyor. Bunu biliyoruz. Ama ne var ki bazen o saylar 100 ve daha da altında olabiliyor. Kim bilir belki o blog senin çok değer verdiğin blog olmuş yazmısındır. O blog için değer vermişsin kafa patlatmışsın, zaman harcamışsın ve yazmışsın ve okunmadığını görüyorsun. Bir yerde üzülüyorsun. Fakat önemsemediğin okunmaz dediğin blog bir bakmışsın tavan yapmış. Umduğun sayıdan fazla okunmuş.

Fazla okunduğu halde bundan çok fazla rahatsız olan blog yazarlarımız da var elbette. Ortalama okunma sayısı 459 iken bu bloğun okunma sayısı yüz binleri telaffuz ettiğinde bir bakmış ki ortalama okunma 1555’leri bulmuş ve düşünmüş. Ben demiş milleti kandırıyorum. Bir blog yazdım bu blog sayesinde ortalamam da arttı. Gerçek rakamları yansıtmadığı için sildim diye de not düşmüş.

Belki bazılarımızın benim de bloglarım bu kadar okunsa diye gıpta ile baktığımız sayıya kendisi ulaştığı halde silen bu arkadaşımızın sayfasında şimdi en fazla bloğu 3400 kere tıklanmış olarak duruyor.

Kendimize şu soruyu sormak gerekiyor. Biz kimiz burada niçin bulunuyoruz. Amacımız ne. Neler yazmalıyız. Yazdıklarımızı başkaları ne şekilde anlar. Kendimizi ne şekilde ifade edebiliyoruz. Bir olayı duyduğumuzda ve gördüğümüz de tepkimiz ne oluyor.

Tıpkı eskiden olduğu gibi… Bir kâğıt ve bir kalem… Şimdi bilgisayar bir kâğıdın yerine ve klavye de tuttuğumuz kalemin yerine geçmiş bulunmaktadır. Kâğıtlar yırtılabilir, kalemin mürekkebi uçar gider. Eskiden yazdıklarımızı gizlerdik. Ama şimdi bilgisayar da her yazdığımız bloglar durduğu müddetçe sonsuza kadar okunacak.

Örneğin. Yıl olmuş 2208. Bundan 200 sene sonra. Hiç birimiz hayatta değiliz. Ama MB var olduğunu düşünelim. İnternet daha gelişmiş olacak. Diyorum hani diyecekler 200 sene önce kimler vardı. Kim ne yazmış diye.

Acaba halen okunulacak mıyız?

 
Toplam blog
: 540
: 3176
Kayıt tarihi
: 02.01.07
 
 

Hiç bir motorlu araca binmeyi sevemedim. Daha doğrusu sevdiremediler. Onun yerine iki tekerlekli ..