Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı

Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı
 

RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


 

 

Bilindik sözün ardından “Eski” ve hatırlattıklarının bugün yaşattığı duyguya dikkat çekmek istedim.

Sabah mail kutusunda bir dostumdan gelen radyo programına ilişkin linki tıkladığımda, programın konusunun “Eski” olmasından, kendi adıma yeni öğretilerden beslenebileceğim fikriyle keyiflendim.

Radyo Cazkolik’te yayınlanan “Bir Gölgenin Ardından” isimli programın konuğu, dostum Arkeolog Nurcan Yalman’dı. Ahmet Erözenci ile “Eskiyi” konuştular.

Gerçi Nurcan’a sadece arkeolog demek pek de içime sinmiyor. Çocukluğumdan bu yana onun ışıklı bir insan olduğunu düşünürüm.

Eskinin ironik duygusal geçitlerinde, kah höyüklerden eline aldığı ilk parçanın Nurcan’a hissettirdiklerinin peşinde kendi eskilerimle hayallere daldım.

Eski; duygusal, özlem dolu. Eski; kutsal ve ölümsüz. Eski; şimdinin ardından gelen zaman. Eski; öğreti ve tecrübe.

Kazı yaptıkları alanları anlatırken Çatalhöyük ve Ürgüp’ün bahsini duyunca bu iki bölgenin insanı götürdüğü bambaşka bir dünyanın seyrinde, zamanın tanıklığını yapan bölgeye has yapıları hatırladım.

Ürgüp, Nevşehir ve Peribacaları. Eşsiz Kapadokya.

Kapadokya’ya ani bir kararla taşınan evli mimar arkadaşlarımın hayatından küçük kesitler yazmıştım daha önce.

Bölgeye ilk yaptıkları gezide yaşadıkları sihirli duyguların onları burada yaşamaya çağırdığını ve hayatlarını tamamen değiştirmek pahasına “Melekler Evi” isimli bir butik otel açarak iki kızlarını da alıp İstanbul’dan ayrılmışlardı.

Kapadokya’ya yaptığım ziyarette, bölgenin doğal etkenlerle oluşan coğrafi yapısının yanında, tarihe tanıklık eden yapılarıyla da göz dolduran varlığı karşısında hayranlığımı gizleyemedim.

Cesaret edebilsem, bir gün edebileceğimi düşünüyorum hala. Tıpkı iki sevgili dostum gibi soluğu bu tılsımlı atmosferin peşinde Kapadokya’da yahut Ürgüp’te alacağım.

Yapıların iç içe geçmiş kubbelerden oluşan oyuklardan oluşması ve bu oyuklara yapılan evlerin içinde uyumanın insana kattığı dinginliği anlatmak mümkün değil. Tavsiye ederim. Bir fırsat bulursanız mutlaka Kapadokya, Ürgüp, Nevşehir gibi kayaların oyulmasıyla oluşmuş odaları olan bir mekanda bir gece geçirin.

Tarih boyunca bölge insanına bahşedilen hayatın ne denli keyifli ve bereketli olduğunu anlar ve yaşadığımız şehirden kaçış için ilk tercih edeceğiniz yerlerin başına yerleştirirsiniz.

İstanbul dışında yeni bir hayat kurmak gayesinde olan kız kardeşim ile konuşurken, kendisine Arzu ve Muammer Erinal çiftinin hayatlarından. Kapadokya’da açtıkları Melekler Evi otelinden bahsettim. Bana kalsa müthiş bir yerdi. Eski ve eskinin hissettirdiği güzelliklerin hepsi doğayla bana kucak açmış gibiydi.

Kardeşimin yorumu ilginçti “Ben toz toprak istemiyorum. Daha denize yakın ve yeşil bir yer istiyorum.” dedi. Onun düşüncesine saygı duyuyor olsam da kendi fikrimi koruyorum.

Nurcan’ın kazı alanlarından çıkarttıkları parçalara ilişkin yaptığı değerlendirmede “Toprağın altından çıkarılan küçücük bir parçanın bir yaşamın tanığı olarak algılandığı ve dikkatle kazılan ve kazıldıkça tarihin derinlerine yolculuk etme şansı sunan bu alanlarda bulunanların temsil ettiği hayatlar ve toplulukların asıl araştırma konusu olduğunu” ifade etmesinden sonra, yurdumuzun tarihin akışında ne denli büyük bir keşif alanı olduğu zenginliğiyle de böbürlendim kendi payıma.

Gazetelerde Mahzun Kırmızıgül’ün çektiği dizide yanan evi görence, sabah dinlediğim programda eskiye ulaşmak için çabalayan arkeologların iğneyle kazdıkları topraktan ulaştıkları çömleklere gösterdikleri o saygıyı düşündüm.

Sonra, toprağın üstünde kalan ve çabasız ulaştığımız için mi nedir değersiz kıldığımız ve yakılan o eve takıldım. Acaba toprağın daha altında kalmış ve yeni keşfedilmiş olsaydı başka türlü bir değer mi yüklerdik?

Olduğu yerde zamana meydan okuması ve içinde barındırdığı insanların tanık olduğu hayatlarının temsilcisi olarak bizlerin gözü önünde olmak onu daha mı değersiz bir eser sıfatına sokmamıza neden oluyor?

Kim bilir kimler yaşadı içinde? Nasıl direndi doğal koşullara ve en önemlisi insana. Kapadokya’da gezdiğim bazı kilise kalıntılarında duvarlarda bulunan resimlerin üzerlerinin çizildiğini ve gözlerinin oyulduğunu görünce insanın tarihe olan düşmanlığı karşısında şaşkınlıkla kala kalmıştım.

Başka bir çağın tanıklığını yapan esere hayranlık beslemeyi bırakın, tahrip etmek için büyük bir çaba harcamışlardı. Zira duvarlara ve tavana yapılan resimlere ulaşmak pek de kolay olmasa gerek.

Bir dizi film için yakılmasında mahzur görülmeyen ev var resimlerde. Bir film için bir ev. Tarihin tanıklığına karşı bir reyting kaygısı değerlemeye tutulabilir mi? 

Bunun bir yanılsama olmasını çok isterdim. Zira, yakın tarihimize ayna tutma çabası içinde olduğunu yaptığı işlerle ifade etme gayreti içinde olduğunu düşündüğüm Mahzun Kırmızıgül’e bu yakışmadı doğruysa.

Diğer taraftan, yeni için eskinin feda edilmesinin hiçbir mantık tarafından kabul görmeyeceğini düşünüyorum.

Tanıkların yok edilmesi ve tarihin yok sayılması düşünülebilir mi?

Eskinin kadimliği karşısına dikilebilecek kadar değerli bir ürün var mıdır ortada?

O halde, bırakalım da tanıklıkları diğer kuşaklara anlatacaklarını toplamak olan bu yapılar toprak üstünde değer bulsun.

Eskiye rağbet olsa, tarihe ışık yağar…

Nurcan Yalman ve eskinin tanıklığına ilişkin radyo programının linki aşağıda. Keyifle dinleyeceğinizi umuyorum.

http://www.cazkolik.com/radyocazkolik/default.asp?radyoId=4&id=287

Sağlıkla ve mutlu kalın 02/11/2011

Gülay Mustafaoğlu

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..