Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '10

 
Kategori
Aile
 

Eşler artık hasım oldu

Eşler artık hasım oldu
 

Neyin Yarışı?


EŞLER ARTIK HASIM OLDU

Bir TV röportajı sırasında Sayın, Doğan Cüceloğlu, “artık kentte, eşler biri birine hasım gözüyle bakıyorlar ” dedi. Şaştım ve üstünde düşündüm.

Kent yaşamı için doğruluk payı yüksekti. Önce, etrafımdaki dost, arkadaş ve ahbaplarımın ailevi durumlarını gözlemledim. Çoğunluğu boşanmıştı. Geri kalanlar için ise süreç devam ediyordu. Mutlu olan aile yok gibiydi. Bu tesadüf olamazdı. Müşterek sebepler olmalıydı.

Düşünmeye devam ettim. Bu dostlarımla paylaştığımız konuları gözden geçirince bazı şeyler belirginleşti. Ortak sebepler çoktu. Hem de pek çok.

Birinci sırada para sorunu geliyordu. Geçim sıkıntısı gelir darlığı tahammül gücünü azaltmıştı. Ancak bu durum tamamen göreceli idi. Neye göre sıkıntı?

Geçmiş dönemlerde daha müreffeh bir yaşam sürerken. Gelir düzeyi azalması “kentlinin” katlanmakta en çok zorlandığı ve moralini en çok bozan unsurdu.

Çocuğunu özel okuldan almak çok zordu. Eşlerin biri birine saygıları kalmamıştı. “Bağlayıcı unsur bir tek paramıdır?” dedim.

Ancak mutluluğun diğer unsurları da parayla satın alınıyordu. Özel sağlık hizmeti vardı, ama pahalıydı. Kişi eskisi gibi özel hastaneye gitmezse ciddi bir prestij kaybına uğruyordu. Evvelce en sosyetik özel hastanelerden yararlanırken. Botoks, mezoterapi, akupunktur vs, yaptırırken.

Artık ilaç almak için devlet hastanesine gidip reçete yazdırmak zorunda kalmıştı.

Ailede gelirin düşmesiyle mutfağın yapısı bile birden değişti. Blenderler, ekmek kızartma makineleri, katı meyve sıkacakları, ekmek yapma makineleri, fritözler raflara kalktı. Artık hava atmanın sırası değildi. Bu aletleri kullanacak malzeme alamıyordu. Kullanınca ise elektrik parası çok geliyordu.

Ev kiraları ödenemez oldu. Daha küçük, daha basit, düşük kiralı evlere geçildi. Ucuz semtlere taşınıldı.

Hafta sonu eğlenceleri tamamen ortadan kalktı. Çocuk artık istediğini aldıramaz oldu. Anne çocuğunun karşısında daraldı. Suçu bazen kocaya, bazen patrona, bazen sisteme dayadı.

Sonuçta ailede bağlayıcı unsur çatırdadı. Kurulan ailede , ” mutlu yuva hayali” ortadan tamamen kalkmıştı. İleriye doğru umut da kalmamıştı.

İleride yapmayı planladıklarını değiştirdi. Küçülttü.

Bir deyişle “attan inip eşeğe binmişti.” Sağduyulu ve görgülü bir insan için, bu durum dayanılmaz değildir. Nice insanların başına gelir. Hatta herkesin hayatının bir döneminde düşüş dönemi olur. Eskiden, bu durum metanetle karşılanır, sabır edilirdi. “ne oldum değil ne olacağım diyeceksin” diye nasihat edilirdi.” Tasarruf yapılır, asla yakınılmazdı. Hatta halk arasında “ bir ailenin varlığı da yokluğu da dışarıdan belli olmamalı” diye bir söz vardı. Çalışmaya devam edilir, bir gün bu dönem aşılırdı. Sabır vardı.

Şimdi ise algı çok farklıydı. Görgü değişmişti. Görgü kurallarını belirleyen kriterler değişmişti. Her şey para ile ölçülür olmuştu. Görgü “satın alınır” sanılıyordu. Halbuki alınamazdı.

Halbuki şu; hiç hatırlanmaya çalışılmadı.

Bu “eşekten, ata ne zaman geçilmişti ki? (yani otomobilden jipe.) Neden? Jipten inmek zor geldi şimdi. Dün bir bu gün iki ne çabuk alıştın? İlk başta, bir otomobilin bile yoktu?

Hepsi, yirmi yıllık bir süreçti. 1980-2000 serbest piyasa ekonomisi. Rakı yerine viski içme görgüsüzlüğü, Yine rakıya dönüldüğünde, rakının fiyatı viskiyi geçmişti.

Bundan önceki şartlar normal yaşama, savurgan olmama yılları unutulmuştu. Tamamen hafızalardan silinmiş, beklide zihnin derinliklerine itilerek unutulmaya çalışılmıştı.

Daha eskiden onlarca yılın yaşam standartları hatırlanmak bile istenmedi. Tasarruf alışkanlığı tarihe gömülmüştü. Hatıraları bile süslemiyordu. Tüketmek öyle bir zevk haline gelmişti ki, hırs ve ihtiras haline dönüşmüştü.

Piyasa da bundan payını aldı ve ülkede akıl almaz bir reklam yayınlandı. “Alın satın ki ekonomi canlansın.” Bu inanılası değildi. Ama gerçekti. Allahtan arkası gelmedi.

Kentteki bu kesim, “Tüketmiyorsam yokum.” noktasındaydı. Tam bu noktada psikologlar ve psikyatristler devreye girdi.

Onların randevuları doldu. Hastalar sıraya girdi. Psikolojik yardım alacaklardı.Diğer bir kitle ise ” yaşam koçluğu” gibi bir hizmetten yararlandı.  Yoga, reiki, meditasyon…vs, gibi çarelere sarılanlar çoktu.

Nihayet bu uzmanlar direk asıl sorundan bahsetmeden hastalarının dengeyi tutturabilmelerine yardımcı olmaya çalışıyordu. Ancak hastanın asla kabul edemeyeceği gerçeği bir türlü söylemediler.

“Sen eskiden zaten bu günkü gibi yaşıyordun. Bir süredir, savurganlığa\ tüketmeye çok alıştın. Görgülü taklidine çok alıştın. İtibarını sadece tüketmekten almaya alıştın. Para olmayınca tüketemeyince, itibar, sevgi, saygıyı sürdüremedin.” Diyemediler.

Artık, para yok, tüketim yok, itibar yok, sevgi yok, saygı da yoktu.

Bu gerçeği hazmedenler de vardı. Onlar zaten, tüketerek değil de, gerçek meziyetleri sebebiyle itibar, sevgi ve saygıya sahiptiler. Onlar, parasız da sahip oldukları bu değerlerini sürdürmeye devam etmekteydiler.

Bu noktada kente küsenler, bazı Anadolu daha doğrusu, tatil bölgelerine göç ettiler. Bu davranış itibara leke sürmeden daha ucuz yaşayabilme olanağını denemek anlamına geliyordu. Hem de işin içine entelektüel bir hava katıyordu.

Para ile çocuklarına eğitim satın alanlar. Yavrularını yüksek öğrenim için Amerika ya gönderenler; bir kaç okul dışında, tabela üniversitesi diye ifade edilen yurt dışı okullarda okutarak çocuklarına “tahsil itibarı” kazandırmaya çalıştılar. Ama yurt gerçekleriyle karşılaştıklarında “ busines management ” okuyanlar burada, “ciro” ya da “bilanço” gibi kelimeleri duyduklarında “o da nedir? diye sordular. Daha ne denilebilir ki? Yani tahsil de parayla satın alınamamıştı.

Hala da tahsil, sağlık, görgü, sevgi nin parayla satın alınamayacağını idrak etmiş insan sayısı çok az. Tüketerek kendini gösterme anlayışı sürmekte.

Aileler kadere isyan ediyor ve bir suçlu arayışına giriyordu. Bu sırada en yakında olanlar payını alıyordu. Mutsuzluğun sebebi eşe yükleniyordu. Aile temelden sarsıldı.

Seksenler den sonra bütün hanımlar çalışmaya gayret etti. Refahı yükseltmek için başka çare yoktu. Ya da ekonomik özgürlük kazanılmalıydı.

Eşler arasında yarış başladı. “Kim daha çok kazanıyor?”. Bana ne getirisi var? hesapları yapılıyordu. Yani eş ekonomik analize tabi oluyordu. Sonunda gerilim başladı. Huzur kaçtı. Karşılıklı samimiyet azalarak ortadan kalktı. Bu yarış işi hasımlığa vardırdı. Sonrada Çöküş başladı.

Müsabık iki kişi, müsabaka sırasında hasımdır. Maç biter öpüşülür, hasımlık biter. Ama burada müsabaka hiç bitmedi. Neyin yarışı olduğu bilinmese de, sıkıntı duygusunun hırsını alacak en yakın kişi eş hatta bazen çocuk oldu.

Zaten evlenme kararı verilirken de hep zengin mi? diye bakılmaz mı? Yok, demeyin. Çaktırmadan da olsa bakılan en önde gelen özellik dünür ailenin varlığıdır.

Bu ailelerin çocukları da gelecekte heder oldular. Gözlerimizin önünde çocuklarda büyük bir sarsılma izledik. Çocuklar ahlaki değerleri tartıştı. Zihinlerinde para ve ahlaki değerler arasında kaldılar.

Çaresizlik karşısında ise ebeveynin hiç önemi kalmıyordu. Biz ise, ne oldu bu gençliğe diye soruyorduk. Ne olacak, önce paraya mahkum edildi Sonra para ortadan çekilince, genç alıştığı şartlardan kopmamak için değer yargılarını değiştirdi.

Sevgi, itibar vs yerine, ön plana parayı koydu . Bu durumda aralarında, refah kaybını olgunlukla karşılayanlar ayrı bir gurup oluşturdu.

Ama temel dayanakları olan anne, baba sevgisini hissedememek öyle acıtıyordu ki canlarını, bunu ifade etmeleri güçtü, imkansızdı. Kendilerine bile itiraf edemediler. Anne babadan para değil, sevgiyi bile bulamaz oldular. Gerçeği bastırdılar yüreklerine. İç dünyaları perişandı.

Önlerindeki hayata karşı endişe ile beklerken, yanlış üstüne yanlış yaptılar. Diploma koleksiyonları oldu. Sertifika koleksiyonlar oldu. Ama “bilgi” sahibi olamadılar. Hatta “fikir” sahibi bile olamadılar. Aralarında istisnalar çıkmadı değil. Her zaman, her dönemde çıkmıştı, hep çıkacaktır da. Bu aile görgüsü ile doğrudan ilgili.


Görgülü ailenin torunu otoparkçının oğluna kapıldı. Zengin ailenin ki ise, popüler sinemacının serseri oğluna.

Nasılsa sevgi yoktu. Bari şöhret olsun, para olsun bizimkiler gibi sevgiyi satın alırım dedi. Ebeveyn dağılmıştı. Onlardan umudunu kesti. Kendi geleceğinin çaresine baktı…!

Bülent Selen

 
Toplam blog
: 89
: 985
Kayıt tarihi
: 09.07.10
 
 

Marmara Üniversitesinde  İşletme okudu. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans yaptı.  Dış Ticare..